Sayılarının 700 binden fazla olduğu ifade edilen sivillerin bulunduğu Musul’da, sokak sokak, ev ev yürütülecek bir şehir savaşına, aynı zamanda da bir insanlık dramına tanıklık edeceğiz. Şehri savunacak DAEŞ unsurları düzensiz silahlı gruplardan oluşuyor. Muhtemelen hazırlıklılar, güçlü bir motivasyona sahipler ve direnecekler. Çünkü savaş
onlar için bir beka, var olma/yok olma, sorunu.
Şehri ele geçirmek için oluşan koalisyonda en az DAEŞ kadar istekli, ancak sorunlu ve “düzensiz”. “Koalisyon kuvvetleri”, savaş olduğunu duyanın geldiği panayır ahalisine benziyor. Farklı partilerin oluşturduğu Kürt peşmergeler, diğer küçük ölçekteki etnik grupların silahlı güçleri, PKK militanları, silahlı Şii milisler, Sünni aşiretler, merkezi hükümetin polis teşkilatı, Irak ordusunun askerleri. Dışarıdan gelenler ise İngiliz, Fransız, Alman, ABD Özel Kuvvetleri, İran ordusuna mensup “danışmanlar” ilk akla gelenler. Ayrıca listede kendine yer bulmaya uğraşan TSK unsurlarını da unutmamak gerekir.
Böylesine farklı karakter ve askeri kültüre sahip, koordinasyonu zayıf, ortak hedefleri olmayan unsurların Musul’u DAEŞ’ten alma girişiminin epey zaman alması, maliyetinin yüksekliği sürpriz olmayacaktır. Bu kanaati destekleyen devlet/devlet dışı aktörlerin farklı, yarışan, çatışan siyasi hedefleri, ittifaklar, sahadaki kuvvet kompozisyonu ve savaşın karakteridir. Bu tabloya harekâtın diğer ucu, Suriye iç savaşı, özellikle de Rakka sorunu eklenince, kaos daha da artıyor, işler daha da karışıyor.
Harekâtın icrası kadar önemli olan diğer husus, Musul’un alınmasından sonra Irak’ta ortaya çıkacak askeri ve siyasi tablodur. Tablonun çok da net olmadığı açık. Geleceği muğlaklaştıran iki nedenden söz edebiliriz. Savaş sonrası yerel aktörlerin pozisyonları hızla değişirken, “geçici koalisyon” üyeleri evlerine dönme hazırlığına girişeceklerdir.
Oysa şehrin DAEŞ’ten alınmasıyla Iraklılar için dertlerin sona ermeyeceği açık. Bağdat hükümetinin eli güçlenirken, İran’ın da teşviki ile ABD ve diğer ülkelerin Irak’ı hızla boşlatmaları için baskıya başlaması muhtemeldir. Bu durum, DAEŞ sorununa odaklanmış, mezhep ve etnik çatışmalardan bezmiş ve kendi kamuoyunun baskısına maruz kalmış Batılı politikacıların da işine gelecektir. ABD ve diğer ülkeler Irak sahnesinden hızla çekilirken, İran’ın Irak’ta iyice yerleşeceğini söylenebilir.
Irak’ta ikinci perde, geçmişin gölgesinde, harekâtın artan maliyeti ve grupların değişen pozisyonlarıyla açılacaktır. Siyasi açıdan Şiiler pozisyonlarını güçlendirirken, Sünniler ve Kürtler baş etmeleri gereken yeni ekonomik, siyasi ve güvenlik sorunlarıyla karşılaşacaklardır. Zayıflayan, dağılan Sünniler, egosu yükselmiş, “düşmanını” yok etmiş Şiiler ve son yirmi yılda elde ettiklerini muhafaza etmek isteyen, sınırları genişlemiş, ekonomisi çökmüş, güvenlik sorunları derinleşmiş ve kendi aralarında kavganın sürdüğü Kürtler. Soru şu: Bu tabloda, Türkiye illa da birinci perdede rol almak zorunda mı?