Türkiye’nin en iddialı dizi projesinde, milyonlarca kişinin aklına ‘Sultan’ karakteriyle kazınmışken, bir yandan da göğüs ucuna kadar açılmak olmuyor
Ekranların en çok izlenen ve konuşulan dizilerinden ‘Muhteşem Yüzyıl’ın ‘Hatice Sultan’ı rolünde izlediğimiz Selma Ergeç‘in bir dergi için verdiği açık pozlar konuşuluyor son günlerde. Modellik kariyerinden dolayı normal şartlarda bu pozlara bir diyecek yok. Ancak bu şekilde ‘karakterin inandırıcılığının ortadan kalkması’ izleyiciye yapılan büyük bir haksızlık. Aslında yapımcıların buna izin vermemesi lazım; hadi onlar karışmıyor, oyuncularda bir otokontrol sistemi yok mu yahu?
Nebahat Çehre’nin ‘muhteşem’ halleri
Aynı dizinin ‘Valide Sultan’ı Nebahat Çehre’yi geçen pazar Bebek’te gördüm. Görmekle kalmadım oturup bir saat izledim. O kadar farklı ve hoş bir kadın ki ünlü bir sanatçı değil de sıradan bir vatandaş olsaydı bile gözlerimi alamazdım sanırım.
Her şeyden önce yürüyüşü ve havasıyla dikkatini çekiyor insanın, sonra kendine özgü giyim stiliyle ve güzelliğine bakakalıyorsunuz.. “Bir kadın dökümlü bir bluz, bol pantalon ve Converse’lerle nasıl bu kadar muhteşem görünebilir?” diye konuştuk arkadaşlarla. Nebahat Çehre
Kına gecesini, kırmızı kuşağı, beşi bir yerdeyi, ağlama numaralarını genç kızlara bırakın artık
Attıkları her adımı, yaptıkları her şeyi sadece magazin ve reklam uğruna yaptıkları belli de artık öyle uçtular ki siniri oynuyor insanın... Bilmem kaç kocadan ayrılmış, arkasında tepeler dolusu sevgili yığınları bırakmış, 40 yaşın üzerinde olup da hâlâ ‘en çok 40 yaşındayım’ı oynayan kadın şarkıcıların kına gecelerinden, ilk evliliğini yapan masum kız rolü oynamalarından söz ediyorum...
Eh yani biraz utanma olmalı değil mi? Hiçbir geleneği umursamayıp da sadece ‘kına gecesi’ geleneğini kaçırmamak ve üstelik 3-5 kocadan, boyunca çocuklardan sonra kaçırmamak da neyin nesi?
Bazıları neredeyse koca torunların sahibi olacak yaşta, bazıları 20’lerinden bu yana ununu bin kere eleyip eleğini duvara asmış da elek küflenecek neredeyse... Kına gecesini yapıyor, bir de oturup ‘yüksek yüksek tepelere’ diye şarkı söyleyip ağlıyor...
Kırmızı kurdelesiz olmaz!
Beline ‘Anadolu’da bakire kızlara takılan kırmızı kurdele’yi takıyor, yetmezse bir de eline kına yakıyor... Diğer evlilik rekortmeni arkadaşları da sanki ilk evlilikmiş numaralarıyla takılar takarak muhabir kekliyor.
Milyonlarca kişiyi ekrana kilitleyen dizi yapımlarında ‘olmaması gerekenler’ artık dayanma sınırlarını aştı! İşte birkaç örnek
* Oyuncuların dizilerdeki ‘İngilizce performansları’ (!) insanı dumura uğratıyor! Tamam ana dilimiz değil ve kimse Haluk Bilginer kadar mükemmel konuşmak zorunda da değil ama bu kadar da kötü olmaz; kağıttan okuyup ezberlemiş gibi konuşulmaz yahu. Hiç değilse ‘yabancı rolündekileri’ İngilizce konuşabilenlerden seçseler ya da dublajda bir yabancıyı konuştursalar! Amerikalı rolündeki birinin İngilizce konuşamaması çok komik oluyor.
* Cezaevlerini rahat ve ‘bir elim yağda bir elim balda’ gibi gösteriyorlar. Masa başında kağıt oyunları oynanıyor, çaylar geliyor, kahveler gidiyor, cep telefonu bile eksik değil. Zaten afla çıkmış olanlar “Cezaevinde rahattık, çıktık kötü oldu” diyor, bir de ekran reklamı yapmak olacak iş mi?
* En çok izlenen diziler ‘birbirine benzer sahneler’ yapmaktan, birbirlerinden araklamaktan hiç çekinmiyor. Tecavüz sahneleri, düğünlerde evlenen kişilerin vurulması, intihar gibi görüntüler artık birer ‘olmazsa olmaz’ haline geldi.
* Diziyi uzatmak ve ekmeğini daha uzun süre yiyebilmek için ‘sakız gibi sündürülen sahneler’,
18. Kral Müzik Ödülleri Töreni’nden aklımda neler kaldı diye soracak olursanız...
En iyi performans: Gecenin açılışını 90’ların yıldızları Yonca Evcimik, Tayfun Duygulu, Metin Arolat, Mansur Ark, Ferda Anıl Yarkın, Sibel Alaş ve Burak Kut eşliğinde; parmak ısırtan muhteşem bir şovla; Türkiye’nin en iyi müzisyenlerinden Volga Tamöz yaptı. 90’lı yılların hit şarkılarını yeniden düzenleyerek hazırladığı ‘Tam 90’dan’ projesiyle Tamöz törene ‘tam’ anlamıyla damga vurdu.
En şaşırtan ödül: Çoğu kişi ‘En İyi Çıkış’ ödülünü Sinan Akçıl’ın almasını bekliyordu zira Akçıl son dönemin en gözde isimlerinden... Buna rağmen ödülün Halil Sezai’ye gitmesi yerinde oldu. Çünkü zaten uzun yıllardır müzik dünyasında olan Akçıl’ın bu kategoriye alınması garip, adam çıkmış çıkacağı kadar, daha nereye çıkacak?
En şık kıyafet: Ajda Pekkan; Raisa&Vanessa tasarımı beyaz tulumuyla gecenin en dikkat çekici ve şık ismiydi. Ebru Gündeş de pembe elbisesinin içinde çok zarif ve güzeldi.
En kötü kıyafet: Gülben Ergen sahip olduğu vücut ölçüleriyle o daracık siyah elbiseyi giymese kendisinin görüntüsü, bizim de gözlerimiz açısından daha hayırlı olurdu. Ece Gürsel ise bu kategorinin şampiyonu oldu(!)
Magazin dünyasında evlilik ve boşanma haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Ünlü kesimine sesleniyorum; karşınızdakini de kendinizi de iyice tanımadan ani kararlarla evlenip boşanarak kötü örnek olmaktan vazgeçin
Ünlüler alemi birbirini tanımayı, anlaşıp anlaşamayacaklarını, bir ömrü aynı evin içinde yaşayıp yaşayamayacaklarını görmeyi beklemeden çat diye nikahı basıp, üç beş ay sonra da pat diye boşanma davası açıyorlar. Bazısı da flört eder gibi her karşısına çıkanla evleniyor, boşanıyor, defalarca!.. Bu tür olayların sansasyonel magazin haberi etkisinin getirileri bunda ne kadar rol oynuyor, orası belli değil ama sonuçta bu ölçüsüzlüklerin etkisi de topluma oluyor.
Milyonların gözü önündeki ünlü isimlerin evlilik kurumunu ‘çocuk oyuncağı’ gibi yaşaması evlilik çağındaki gençleri nasıl etkiliyor dersiniz? Aile kurmanın ciddiyeti ayaklar altına alınıyor, bu kurulması çok özel olan bağa insanların inancı azalıyor.
Emin değilsen evlenme!
İşte son olarak Buğra Gülsoy-Burcu Kara çifti ve diğerleri... Daha evlilik haberlerinin mürekkebi kurumadan ayrılan ayrılana! Oysa örneğin Buğra ve Burcu ne kadar tatlı ve örnek gösterilen bir çift olmuşlardı. Ünlü kesimine sesleniyorum;
Bu kadar çok yeni mekan açılmasına rağmen 15 yıldır yerini korumak ve bir ‘Bebek klasiği’ olmak çok zor bir iş. Yolunuz Bebek’e düşerse, Koru Kahve’de denize karşı keyif yapmadan dönmeyin
Bebek’te trafik kilitlenmeye başladı mı bilin ki yaz gelmiş demektir! Hafta sonları arabaları bırakıp yürüyerek gitmek en mantıklısı, yoksa insan keyif yapmaya giderken çile çekiyor. Bebek’in tam 15 yıldır en gözde mekanlarından ‘Koru Kahve’ye gittik geçen pazar. Açık büfe kahvaltı dediniz mi bende akan sular durur! Ama öyle her açık büfeyi de beğenmem; Koru Kahve’deyse her şey o kadar lezzetli, taze ve tertemiz ki her gittiğimde patlayacak noktaya gelmeden kendimi durduramıyorum! Zaten burası harika yemekleriyle, ev sıcaklığındaki ortamı ve yıllardır hiç bozulmayan kalitesiyle ‘Bebek’in incisi’ olmuş bir mekan. Ben de açıldığı günden beri vazgeçemedim Koru Kahve’den, orada büyüdüm desem yeridir!
Farkı sahibinde saklı
Bebek’te yemekleri güzel olan başka yerler de var ama Koru Kahve’nin samimi ve sıcak havasını ben bugüne kadar başka hiçbir yerde yaşamadım. Sahibi Macit Eflatun gelen her müşteriyle tek tek ilgilenir, herkesle sohbet eder, oradan çıktığınızda ilgiden şımarmış
Birileri, Tarabya denizini kalın beton şeritle bir kabusa dönüştürmüş. Orayı da marina yaparak rezil etmeyi, bir zamanlar insanların denize girdiği sahili kirletip kokutmayı kafaya koymuş olmalılar ki, işi tamamlamışlar bile...
Geçen gün; kısa süre önce ‘Selim Aslan’ ismini verdiği dünya şekeri bir oğlu olan sevgili arkadaşım, başarılı tasarımcı Tuvana Büyükçınar Demir’i ziyarete gittim. Tarabya’da denizin üzerinde diyebileceğiniz çok hoş bir evde oturuyor, dekorasyonunu da tam o özgün ve yaratıcı zevkine yakışır şekilde kusursuz yapmış (zaten Tuvana’nın yaptığı ve kusursuz olmayan hiçbir şey görmedim bugüne kadar! Moda tasarımı desen en etkileyicisi, organizasyon desen en güzeli, dekorasyon desen en farklısı, bebek desen ennn tatlısı! Helal arkadaşıma!); kısacası her şey süper. Velakin.
‘Tutu’cuğumla biraz özlem giderdikten sonra kafamda harika Tarabya koyu manzarasını düşünerek “Hadi balkona çıkalım da simitlerimizle çaylarımızı orada alalım, sohbetimize manzarayı da ortak edelim” teklifini yaptım. Yapmaz olaydım, daha kapıdan kafamı uzatır uzatmaz şokla irkildim, o güzelim Tarabya, büyük ihtimalle yalnız Türkiye’nin değil dünyanın en güzel koylarından biri, denizin
Barış Manço’nun kurduğu Manço Prodüksiyon, artık sanatçının iki oğluna emanet. Doğukan Manço işin başında, Batıkan da abisiyle birlikte çalışıyor. Prodüksiyon işlerinin yanında bakın neler yapıyorlar?
Moda’nın özlediğim mahalle hayatını yaşatan sevimli bir sokağındaki dört katlı binanın önünde durdum. “Acaba doğru mu geldim?” diye düşünürken Doğukan Manço “Yukarı bak” diye seslendi. Kafamı kaldırınca resmen hayal görüyorum sandım! Sanki aşağı bakan Barış Manço’ydu. Hepimizin hayatlarında izi olan ve hiç unutmadığımız Barış Manço... Doğukan, her geçen gün babasına daha da çok benziyor.
DJ eğitimi de veriliyor
Barış Manço’nun 1971’de ‘Manço Prodüksiyon’ adıyla ilk şirketini kurduğu bu sevimli binada şimdi işler Doğukan’ın yönetiminde yeniden başladı, Batıkan da abisiyle birlikte çalışıyor. Burada birçok iş bir arada yürütülüyor. Müzik prodüksiyonu ve video aktarma (eski bantları dijitale çevirme), arşivlemenin yanı sıra, Atv spikeri Hilal Ergenekon spikerlik-sunuculuk dersi veriyor, benim en çok ilgimi çekense verilen DJ’lik eğitimi oldu.
Hakan ve Semih’ten kurulu ‘İstanbul Disco Mafia’ profesyonel DJ’ler yetiştiriyor. Eğer ilginiz varsa burada 1-2 ay içinde remiks