Siyasetle ilgilenen herkes birbirine şu sıra aynı soruları soruyor: CHP’de neler oluyor? Mustafa Sarıgül partiye dönüyor mu? İstanbul’dan aday oluyor mu? Kemal Kılıçdaroğlu Sarıgül’ün dönüşüne nasıl bakıyor? Şayet onaylıyorsa Gürsel Tekin neden Sarıgül’e meydan okurcasına adaylığını açıkladı?
* * *
Konunun muhataplarından, parti içindeki farklı akımları temsil eden önemli isimlere kadar birçok kişiyle konuştum. Önce görünenler:
- Haftalardır Sarıgül’ün CHP’ye dönüp İstanbul’dan aday olacağı iddiası kamuoyunu hareketlendirdi. Bu noktadan geri dönüş partiye zarar verebilir. Sarıgül taraftarları ‘kimin aday olacağı kamuoyuna sorulsun’ diyorlar.
- Sarıgül’ün dönüşü bayram sonrası deniyor.
- Kılıçdaroğlu ve Sarıgül arasında doğrudan diyalog olmalı. Şimdiye dek 1-2 dakikalık havaalanı görüşmesini saymazsak hiç görüşmediler. Diyalog herkesin yakından tanıdığı bir isim üzerinden sağlanıyor.
- Gürsel Tekin aday adaylığını açıklarken açıkça Sarıgül’ü hedef aldı. Bu açıklamadan Kemal Bey’in elbette haberi vardı.
Yerel seçimlerden önce kabine değişikliği olacak mı? Ankara kulislerinde geçtiğimiz haftadan beri en çok sorulan soru bu... Başbakan bu soruya ‘olabilir’ anlamına gelecek bir yanıt verince ortalık hareketlendi. Ben de partinin içinden önemli kaynaklarıma sordum.
* * *
Dedikleri şu: ‘Küçük çaplı bir değişiklik olabilir. Belediye başkanı adayı olarak düşündükleri isimler gidebilir. Bu isimlerin başında Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Aileden Sorumlu Bakan Fatma Şahin ve Tarım Bakanı Mehdi Eker var. Üçü de son derece başarılı isimler ancak Başbakan, Faruk Bey’i Bursa ya da Urfa’ya, Fatma Hanım’ı Antep’e, Mehdi Bey’i de Diyarbakır’a düşünüyor. Binali Yıldırım’ı da İzmir ya da İstanbul’a istiyor ama Binali Bey gönüllü değil, şayet ikna olursa onu da aday gösterecek. Egemen Bağış da aday olarak gösterilebilecek isimler arasında...’
* * *
Bir de aday gösterilmeyeceği halde görevden alınabilecek bir bakan var: Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Suat Kılıç... Kılıç’ın gelgitli bazı tavırları Başbakan’ın hoşuna gitmiyor. Sosyal medyada bir Bakan’a yakışmayacak çıkışları özellikle Kredi ve Yurtlar Kurumu’nda yaptığı büyük kıyım dikkat çekti. Yurt sistemi bu nedenle karmakarışık
3. Roma Türk Film Festivali’nde bir İtalyan gazeteci “Yılmaz Güney Kürt değil mi? Neden hiçbir yerde Kürt yazmıyorsunuz?” diye sormasa Pandora’nın kutusu yeniden açılmayacaktı. Hakikaten Yılmaz Güney için ne demeli? Kürt mü? Türk mü? Yoksa Kürt asıllı Türkiyeli mi? Dünkü Milliyet’te Ayşegül Sönmez’in köşesini okurken aklıma bu sorular takıldı...
* * *
Güney yurtdışında geçirdiği son yıllarında daima Kürt milliyetçisi bir söylem içindeydi. Türkiye’de ‘Çirkin Kral’ olarak popülerleştiği 60’larda ve aynı zamanda politik sinemacı olarak yıldızlaştığı 70’lerde ise Kürt kimliğini hiç vurgulamazdı. Bu, o dönem Türkiye’sinde zaten imkansızdı. Eğer Güney o dönem Kürt kimliğini vurgulasaydı sadece devletin değil, tüm Türk sanat dünyasının da hedefi olurdu. Zihni Kemalizm’le formatlanmış Türk sanat ve sinema dünyası onu herhalde aforoz ederdi.
* * *
Güney 70’lerde politik sinemacı olarak sosyalist kimliğini öne çıkardı. Türk sanat ve medya camiasındaki sol Kemalistler de Kürt vurgusu olmayan Güney’in sosyalizmini kabullendi, benimsedi. 84’te öldüğünde PKK henüz çıkıyordu. Benim kanaatim o ki, şayet Güney yaşasaydı PKK’nın Avrupa’daki en önemli destekçilerinden biri olurdu.
Geçtiğimiz hafta gazetelerde siyasetten daha geniş yer bulan bir konu vardı: Gülseren Süngü adlı kadının iki kızı tarafından 29 yerinden bıçaklanarak katledilmesi. Maalesef medya, içindeki bütün arkaik, kadın düşmanı, kadını sömüren ve önyargılı bakışını bu cinayetle yeniden ortaya döküverdi. Bu ‘erkek’ bakışı öncelikle anneyi öldüren büyük kız üzerinden yaptı. Kız, 18 yaşın üzerinde ve de çok güzel! Bir kere öncelikle bu nedenle onun yayla gibi açılmış fotoğrafları ile verildi haber. Yani ‘güzel kadın’ ögesi bol bol sömürüldü bu cinayet üzerinden. Bu tavır mide bulandırıcı olsa da maalesef global bir medya yaklaşımı. Dünyanın her yerinde vahşet ve güzel kadın çok satıyor. Maalesef... İnsan doğası deyin, merak deyin, ne derseniz deyin...
* * *
Ancak bu cinayetin verilişi ile ilgili bunun dışında ikinci bir husus var ki... İşte o husus global değil. İnsanın tüylerini ürperten kısmı esas o. Öldürülen anne birahanelerde garsonluk yapan bir kadın. Anladığımız kadarıyla birçok erkek arkadaşı var ve bu erkekleri kızlarıyla birlikte yaşadığı evine getiriyor.
* * *
Siz böyle bir yaşam tarzını yanlış bulabilirsiniz, yargılayabilirsiniz, ahlaken en sert eleştiriler
Sanki bu ülkede bir düğme var. ‘İyi olmayı engelleme’ düğmesi. Ne zaman işler yoluna girse birileri basıyor düğmeye. ‘Ortalık karışmalı’ diyorlar. Halbuki bu düğmeye aldanmamak lazım. Olanla görüneni ayırt etmek lazım...
***
KCK’nın ‘Geri çekilmeyi durdurduk’ açıklamasını ele alalım: Çözüm sürecinin başarıya ulaşmasından korkanlar bu açıklamaya canla başla sarıldı. ‘Bitti bu iş. Zaten olmaz demiştik biz. Ak Parti şöyle yanlış yaptı, sorun böyle çözülmez vs vs’... Halbuki KCK’nın açıklamasının sebebi çözüm sürecinin yanlış yürütülmesi değil. Aksine! Çözüm süreci aynı kararlılıkla yürürse şayet, bu açıklamanın hiçbir hükmü kalmayacak...
***
‘Geri çekilmeyi durdurduk’ açıklaması örgütün üzerindeki uluslararası güçlerin etkisini gösteriyor. PKK’yı içeriden bilen kaynaklarım aynı şeyi söylüyorlar: Suriye ve İran Türkiye’de Kürt meselesinin çözümünü istemiyor. Bu nedenle PKK üzerinde baskı kurmaya çalışıyorlar. Geri çekilmeyi durdurma kararı bu çevrelerin baskısı sonucu ortaya çıktı. Bu, kendi kamuoylarına yönelik bir propaganda.
***
Bu propagandayı durdurmak ve çözüm sürecini yeniden hızlandırmak iki merkezin elinde: Öcalan ve devlet. Öcalan çözümde kararlılığını
2014 yerel seçimlerine yaklaşıyoruz. Bu seçimlerle
ilgili siyaset kulislerinde
en çok konuşulan konu İstanbul adayları. Herkes fısıldıyor: ‘İstanbul’u kim alacak?’
‘Başkanlık koltuğuna kim oturacak?’
Ankara’ya Gökçek, İzmir’e Kocaoğlu
Objektif olalım: Ankara ve İzmir’de sonuç belli gibi. Ankara’da AK Parti’nin adayı yine Melih Gökçek olacak. Dün konuştuğum, tespitleri isabetli bir araştırmacı, Gökçek‘in oylarının %49 civarında olduğunu söylüyor. Ankara seçimlerini yine büyük bir olasılıkla Gökçek alacak. Aynı şey İzmir için de geçerli. İzmir’in de önümüzdeki dönemki başkanı büyük bir sürpriz olmazsa yine Aziz Kocaoğlu. Kocaoğlu‘nun oylarının da %47 civarında olduğunu söylüyor anketler. Kısacası Ankara ve İzmir’in siyaset kulisleri açısından cazip bir tarafı yok...
İki gündür tam bir yılan hikayesi ile boğuşup duruyoruz. Konu: Boyanan bir merdiven. Bir vatandaş Beyoğlu sınırları içindeki sokağında merdiveni rengarenk boyamış. Belediye de gece gelip o boyayı kapamış. Dün görünce ben de ‘ah ne güzel olmuş, keşke kapamasaymış...’ deyip belediyeye kızdım. Ancak sonra olayın detayları netleşmeye başladı.
* * *
Bir merdiven boyandı diye uçsuz bucaksız siyasi analizler yapılıyor, ‘Gezi ruhu canlandı’ havası yayılıyor, ‘haydi eylem yapalım’ atmosferi hakim oluyor... Protesto demokrasilerde en temel haktır da, bir dakika... Neyi protesto ediyorsunuz? Neden önce renklere sonra griye, sonra bir anda belediye tarafından yeniden renklere büründü bu merdiven? Sosyal medyada bilgi kirliliği ve ajitasyon tam gaz sürerken konunun muhatabı, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ı aradım.
* * *
Şunları söyledi: “Nagehan Hanım, hakikaten iki gündür basına yansıyan haberler çok komik. Bizim beş kişilik bir ekibimiz var. Duvarlara küfür yazıldığında ya da grafiti vs yapıldığında gidip o ekip üzerini kapıyor. Vatandaşlar şikayet ilettiklerinde de o birimin amirlerinden onay alıp harekete geçiyor. Bu, bize her seferinde intikal etmiyor.
Onlarca, yüzlerce çocuğun cansız bedeni yan yana öylece yatıyor görüntülerde. En az o kadar kadın da varmış ama inanca saygı gereği onların görüntüsü yok. Sağ kalanlar arasında çırpınanlar, nefes almayanlar, feryat edenler... Suriye’de tartışmasız bir insanlık ayıbı, üstelik ‘online’ yaşanıyor.
Çıkar hesapları, iğrenç ittifaklar ve sırf İslam’ın yükselmesinden korktukları için katillere, zalimlere sessiz kalan dünya sistemine lanet olsun! Esad’a bir NATO müdahalesinin zamanı çoktan geldi de geçiyor. 95’teki Bosna neyse, 2013’teki Suriye de o! 99’daki Kosova neyse, 2013’teki Suriye de o! Bill Clinton 1999’da nasıl kitlelerin hayatını kurtarmak için NATO müdahalesinin önünü açıp, 78 günlük hava bombardımanını sağlamışsa şimdi de Obama, Esad ve rejiminin üzerine NATO güçlerinin gönderilmesinin önünü açmalı. Herkesin karnından konuştuğu bu utanç tablosu başka türlü değişmez...
Katillerle olmaktansa yalnız olmak
Uluslararası sistemin iki yüzlülüğü ve hesapçılığı nedeniyle Mısır’da halkı katleden darbecilere darbeci diyemeyen, Suriye’de apaçık olan kimyasal silahı göremeyecek kadar körleşen dünya egemen sistemi, Ak Parti’yi bu katliamlara karşı çıktığı için yalnızlaştırma