Soma’da yaşananlardan sonra hâlâ insan kalanların hissettiği tek duygu utanç. Çok büyük bir utanç. Hâlâ, ilk günden beri kendi iğrenç, karanlık, pis hesaplarına yaşarken toprağa gömülen o bedenleri alet edenler, bu ‘ortak felaketten’, bizi birleştirmesi, ‘biz’ olduğumuzu yeniden hatırlatması gereken korkunç hadiseden rant devşirenler, üstelik bunu ‘en üzgün’ maskelerini takarak gerçekleştirenler... Bize ‘yaşam’ ve ‘ölüm’ü hatırlatan bu trajediyi bile silah olarak kullananlar... Daha fazlasını istiyorsunuz değil mi? Daha çok ölelim her gün! Daha çok darmadağın olalım! Silahlar patlasın! Savaş çıksın, kaos hâkim olsun bu ülkede...Bunları istiyorsunuz değil mi? Twitter’da kustuğunuz nefret yetmiyor, yiten yüzlerce madencinin toprak altındaki bedenlerini kendinize siper ederek yüzlerce başka canların daha ölmesini istiyorsunuz değil mi?
Ben bu felaketin yaşandığı salıdan beri giden canların arasında hep babamı görüyorum. 3,5 yıl önce kaybettiğim babamı... Çünkü ne zaman bir maden kazası yaşansa sabaha kadar uyuyamazdı babam. O da bir madenciydi... Çocukluğumun yazları Nevşehir’de madenin yanındaki evde geçirdiğimiz sıcak ve toprak kokulu günler olarak kalmış aklımda... Şimdi, yıllar sonra yine Nevşehir’e düştü yolum. Arkamda Soma’nın enkazı...
Babam işçiye dost, mutluluğun paylaşmaktan geçtiğine inanan bir işadamıydı. Felsefesini anlatan 3 de kitap yazmıştı. Biz, o ölüm döşeğindeyken bu kitapları aynı kapak altında topladık. ‘Arafa mı Harvard mı?’ adlı kitaba önemli anekdotları da koyduk. Onlardan biri de gazeteye haber olan bir geceydi. 12 Aralık 1990’da Günaydın’da şöyle bir haber vardı: ‘Zonguldak’ta 48 bin işçi grev yaparken, Nevşehir’in Gülşehir ilçesindeki kömür ocaklarında çalışan 85 işçi, işveren ve sendikanın anlaşması sonucu yüzde 100 zam aldı. Ayrıca işçilerin Reşat altını ve bir maaş ikramiye alması kararlaştırıldı.’ Haberin üzerinde ise bir fotoğraf. Babam, çalışanlarıyla kol kola...
‘Paylaşmadaki başarı insana huzur verir’ diyen bir işadamıydı babam. ‘Biz’ diye bir şey hâlâ varsa şayet, bu cümleyi sık sık hatırlamalı ve hatırlatmalıyız. Bu ülkeyi ölü bedenleri kullanarak kaos çıkarmak isteyen vampirlere yedirmemeliyiz!
Sınavımız
Tablo maalesef çok ağır. 300’ün üzerinde madencimizi yuttu toprak. Bu, asla kader değil. Ve böyle olmadığını göstermek, bu trajediden çıkmak için çok önemli bir sınav vermek zorundayız. Bu sınavı sonuna kadar, her detay aydınlanıncaya kadar herkese açık yapılacak soruşturmalar sayesinde başarıyla verebiliriz.
Cevaplanması gereken soruların başında 2 konu var. Birincisi, neden yükselen karbonmonoksidi haber vermesi gereken göstergelerin alarm vermemiş olduğu. İkincisi de ‘yaşam odası’ meselesi. Ancak şunu bilelim: Düne kadar bütün çalışmalar arama ve kurtarmaya yoğunlaşmıştı. Dünden itibaren soruşturma aşamasına geçildi. Teknik ekip inceliyor. Sonuna kadar bu sürecin takipçisi olmalıyız. Burada siyasi otoriteye büyük sorumluluk düşüyor. Türkiye’nin hesap sorulan bir ülke olduğunu kanıtlaması için bu soruşturmaların anbean kamuoyuyla paylaşılması şart. Birçok uzmana göre şayet madende yaşam odası olsaydı bu ölümler yaşanmayabilirdi. Ancak bu trajediyle birlikte öğreniyoruz ki Türkiye’deki mevzuatta madenlerde yaşam odası zorunluluğu yok. Neden yok? Olsaydı ne değişirdi? Denetimler ne işe yarıyor? Bu sorular yanıt bekliyor...