Yeni sezon, yeni umutlar taşıyordu. Özellikle, hakem konusunda, beklenti yüksekti. Çünkü artık atamalar, "Yapay zeka" ile yapılacak ve hakemler konusunda, tüm yanlışlar bıçak gibi kesilecekti!
Daha dün bir, bugün iki... Puan kaybeden, kendini kaybeden (!), hakem konusunda sitem ve telaş başladı. Galatasaray Teknik Direktörü Okan Buruk, hem Giresunspor'u tebrik etti hem de; "Tüm kararlarla Galatasaray aleyhine sahada olan bir hakem vardı. Çok Süper Lig tecrübesi olmadığı için bu ligdeki oyunu hızlandırma anlamında sınıfta kaldı diye düşünüyorum" dedi.
Beşiktaş ise, çok daha ağır yüklendi; "Corendon Alanyaspor maçı da, hakem yönetimiyle, Türk Futbol Tarihi’ne yeni bir kara leke olarak geçti. Maçın hakemi Yasin Kol’un kolları, maç boyunca defalarca sonuca etki eden ve üç puanımızı gasbeden kararları işaret etti" sözlerinin ardından, Başkan Ahmet Nur Çebi, Türkiye Futbol Federasyonu'na kadar gitti.
Ligde ilk iki maçından yenilgiyle ayrılan Sivas Teknik Direktörü Rıza
Fenerbahçe'de, "O sene, bu sene" uygulamasının son versiyonu piyasada... Başkan Ali Koç ile birlikte, her sezona "beyaz bir sayfa" ve lider bir hoca ile başlayan Kadıköy'ün boğası, sezon sonu bitmeden başlıyor yıldızları saymaya!
Cocu dediler olmadı, Ersun Yanal dersen uymadı, yapay zeka ile buldukları Erol Bulut tutmadı. İsmail Kartal'ın cümle yaptıkları tuz-buz olurken, Jorge Jesus önderliğindeki "yapay fil", züccaciye dükkanının tüm rafları arasında dolanacak belki de, kim bilir?
"Daha ilk hafta" diyenlerin başında da Ali Koç var. Ancak takımdan ne kadar ümitvar? Onun da suçu yok aslında... Dünyaca ünlü hoca dediler; Jorge Jesus'u getirdi. Onun bir dediğini iki etmedi. Bu yok canıyla, onun her istediğinin işini bitirdi. Böyle olunca da pokerdeki en kötü el olan "beş benzemez", Fenerbahçe olarak sahaya sürüldü.
Fenerbahçe Başkanı, daha ilk maçtan kapı önü konuşmalarına başladı. Henüz megafon taşımadı! Umarım da, o seviyeye ulaşmaz. Ancak, yaşlı kurt Jesus'un inadı sürdüğü sürece, Arda Güler'in de, forma giyme
Yıllardır kulüplerde "kadro mühendisliği" tartışılıp, durur. Hocaların tercih sıralaması ya parasal olarak sıkıntı çıkarır ya da sorunlar bin bir zorlukla aşılır.
Alınamayan futbolcular için özür bellidir; ezeli rakibin taş koyması veya yenge hanımın Türkiye kaşıntısı! O yüzden de, "Benden duymuş olma" safsatasıyla, iki haberden biri "en yakın" haber kaynaklarına uçurulur.
Nitekim Joao Pedro olayında, Fenerbahçe mi kazandı, Cagliari mi, "1.5 karışık"tır. Bu transfer, Galatasaray'ın hanesine kazanç olarak mı yansıyacaktır, kayıp mı? Bunun da muhasebecisi "zaman" olacaktır.
Klasik bir santrfordan imtina eden Teknik Direktör Jorge Jesus, Pedro ile birlikte Josua King gibi iki forvet arkası ismin alınmasında bir sakınca görmemiştir. İkisini de hoca mı istemiş, yoksa gelene "eyvallah" mı demiştir, futbolcuların saha performansındaki kırılganlık olursa ortaya çıkacaktır.
Jesus gibi bir teknik adamın istemediği hiçbir futbolcu alınmaz, alınamaz. Ancak nötr kaldığı, olsa da olur olmasa da diyeceği isimler de mutlaka bulunur. İşte her şey orada başlar! Bir de Lincoln gibi "10 numara" da elde olunca,
Nereden başlasam, nasıl anlatsam?
Öylesine hassas bir konu ki... İğneyi kendimize batırırken, ortalığı batırmamak o kadar zor ki...
Hafta içinde, Van Aanholt ile Kerem arasındaki münakaşa, bir anda gündeme oturdu, akşam saatlerinde de "mutluluk fotoğrafı" sosyal medyada yer buldu. Buraya kadar sorun yok. Ancak hele bir sorun bakalım, antrenmanı takip eden muhabirler, bu olayı haberleştirmek için neden saatlerce bekledi? Hem de, basına açık olan bölümde...
Sizce?
Galatasaray'ı koruma içgüdüsü mü? Yarın, kulüpten aforoz yeme endişesi mi? Yoksa, yönetim ve teknik heyeti ürkütmeme stratejisi mi?
Gerçeklerin er-geç ortaya çıkma gibi kötü bir huyu vardı oysa... Nitekim, önce sosyal medyada çıktı, ardından da kavga-gürültü olmasa bile, dalaşma-hırlaşma ortaya döküldü.
Eskiden; kim, nasıl, nerede yaptığına bakılmadan, haber değeri olan her şey muhabirin kaynağıydı. Şimdi; - işinin hakkını yapanları ayrı tutmak gerek - üzerinde formasıyla geziyor kulüp muhabiri... Takip ettiği renkleri korumak görevi, kendisine yakın
Fenerbahçe'nin pırlantası, Türk futbolunun "Kaşıkçı Elması" Arda Güler... Ufak tefek görüp, Karamürsel sepeti sanmayın. Az-çok, oynadığı 12 lig maçında 3 gol, 3 de asisti var. Her şeyin ötesinde, bu çocukta "ışık" var. Böylesine kendisini gösterebilen kaç futbolcu vardır 17 yaşında...
Ya Emirhan İlkhan... 18 yaşındaki bir filiz daha... Yavru Kartal... Beşiktaş orta sahasında kendini bir gösterdi, pir gösterdi. Ancak şimdi, orta sahadaki rakipleri çok fazla... Bu yakaladığı fırsatı inşallah sürdürebilir. Ama zor!
Galatasaray'da işler daha da zor... “Yeni Ozan Kabak” diye lanse edilen Emin Bayram, kaptan olarak bile çıkmıştı sarı-kırmızılıların başında... Sonrası mı? Ver elini Boluspor? 1.5 yıl gurbette kimse hatırlamadı Emin'i... Teknik Direktör Okan Buruk kampa çağırdı. Ama yükü ağırdı. Tonla stoper arasında, şimdi forma arayacak. Ya da ya da yine bir yerlere kiralanacak.
Belki de, gençler arasında en şanslısı Trabzonsporlu Ahmetcan Kaplan... Şampiyon takımın şampiyon stoperlerinden... Ancak Vitor Hugo-Denswil ikilisi arasında ne
Dağda bir şeyler toplamak için dolaşan köylü, zehirli bir yılanla karşılaşır. O sırada yılanı öldürmek için hamle yapan yaşlı adam; hayvanla göz göze geldiği anda insaf eder ve öldürmekten vazgeçer.
Bunu gören yılan da, kendisine yapılan iyiliği karşılıksız bırakmak istemez, “Beni öldürmedin. Ben de buna karşılık kör kuyudan sana her gün bir altın vereceğim” der.
Gerçekten de köylü, her gün gider, yılan da birer altın vererek, onu ödüllendirir. Refaha ulaşan ailenin ise bundan haberi yoktur.
Gün gelir, yaşlı adam hastalanır. Aile geçim zorluğu çekmeye başlar. Oğlunu karşısına alan köylü, sırrını ona anlatır, “Git, o yılana kendini tanıt. Her gün bir altın verecek” der.
Oğlu, babasının dediğini yerine getirir, yılanın yanına gider. Kendini tanıtıp, yine bir altını cebine koyar. Ancak kuyudakilerin tamamını almak için yılanı öldürmek ister. Attığı dev kaya parçası, yılanın kuyruğunu koparır. İntikamını almak isteyen hayvan da, çocuğu öldürür.
Oğlunun gelmediğini
Türk futbolunun yeni patronu Mehmet Büyükekşi oldu. Büyükekşi'yi biraz olsun tanıyanlar, CV'sine bakanlar, bugüne kadar idareci değil, yönetici olduğunu görürler. Az, öz konuşur ancak sözlerinde yalan yoktur. Yani işin siyasetinde değildir yeni Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı... Söyleyeceğini doğrudan iletebilecek özgüvene sahiptir Büyükekşi...
Asıl merak edilen, bundan sonra ne yapacağı... Türk futbolunun acımasız çarkları dönerken, ya dişlilerin şeklini alacak ya da onları söküp atacak Başkan Büyükekşi. Dert bir değil bin çünkü...
Ankara'daki genel kurulda ağzından çok güzel kelimeler döküldü Mehmet Büyükekşi'nin... Deplasman yasağını kaldıracağını, biletlerdeki KDV'nin yüzde 8 olması için çalışacağını, Rezerv Lig'in bu sezondan itibaren uygulanmaya başlayacağını dile getirdi.
Bir de, her şeyden önemlisi; Lig Koordinasyon Kurulu'ndan söz etti yeni başkan... Hem de, Kulüpler Birliği'nden bir temsilcinin de bulunacağı, fikstür ve atamaları yapacak bir kurul...
Her futbolcunun hayalidir, dört büyüklerin formasını giyebilmek... 4 büyüklerin altyapısında bulunan gençler ise bunu şanslarını korumak için, canla-başka çalışmaları bile yetmeyebilir. Galatasaray ile U19'da şampiyonluk yaşamış, Fenerbahçe ile A takımının hülyasına dalmış, Beşiktaş'ta, düzey atlamak için hocasının gözünün içine bakmış, Trabzonspor'da bir üst gruba geçebilen 3-5 kişi arasında yer almak için çabalamıştır.
Evet... Bugün A takımdan sonraki ilk gelişim ligi olan U19'un gençlerinden söz ediyoruz. Biz dört büyükler derken, diğer takımlarda yaşananları da farklı sanmayın.
Gelin, 19 yaş altında şampiyon olan Galatasaray'a bakalım. Bugün kupa için ter döken ekipte bulunan Yusuf Erdem Gümüş, Mehmet Aslanboğa, Taha Aydınlı, Özgür Baran Aksaka, Kerem Yusuf Ersunar, Selman Faruk Dibek, Yılmaz Aktaş ve yabancı olarak da Ahmet Jafeli... Bu delikanlılar seneye yaşı tutmadığı için oynayamayacak. Bunların kaçı A takıma geçebilecek Allah aşkına?
Peki ya geçemeyen ne