Dağda bir şeyler toplamak için dolaşan köylü, zehirli bir yılanla karşılaşır. O sırada yılanı öldürmek için hamle yapan yaşlı adam; hayvanla göz göze geldiği anda insaf eder ve öldürmekten vazgeçer.
Bunu gören yılan da, kendisine yapılan iyiliği karşılıksız bırakmak istemez, “Beni öldürmedin. Ben de buna karşılık kör kuyudan sana her gün bir altın vereceğim” der.
Gerçekten de köylü, her gün gider, yılan da birer altın vererek, onu ödüllendirir. Refaha ulaşan ailenin ise bundan haberi yoktur.
Gün gelir, yaşlı adam hastalanır. Aile geçim zorluğu çekmeye başlar. Oğlunu karşısına alan köylü, sırrını ona anlatır, “Git, o yılana kendini tanıt. Her gün bir altın verecek” der.
Oğlu, babasının dediğini yerine getirir, yılanın yanına gider. Kendini tanıtıp, yine bir altını cebine koyar. Ancak kuyudakilerin tamamını almak için yılanı öldürmek ister. Attığı dev kaya parçası, yılanın kuyruğunu koparır. İntikamını almak isteyen hayvan da, çocuğu öldürür.
Oğlunun gelmediğini
Türk futbolunun yeni patronu Mehmet Büyükekşi oldu. Büyükekşi'yi biraz olsun tanıyanlar, CV'sine bakanlar, bugüne kadar idareci değil, yönetici olduğunu görürler. Az, öz konuşur ancak sözlerinde yalan yoktur. Yani işin siyasetinde değildir yeni Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı... Söyleyeceğini doğrudan iletebilecek özgüvene sahiptir Büyükekşi...
Asıl merak edilen, bundan sonra ne yapacağı... Türk futbolunun acımasız çarkları dönerken, ya dişlilerin şeklini alacak ya da onları söküp atacak Başkan Büyükekşi. Dert bir değil bin çünkü...
Ankara'daki genel kurulda ağzından çok güzel kelimeler döküldü Mehmet Büyükekşi'nin... Deplasman yasağını kaldıracağını, biletlerdeki KDV'nin yüzde 8 olması için çalışacağını, Rezerv Lig'in bu sezondan itibaren uygulanmaya başlayacağını dile getirdi.
Bir de, her şeyden önemlisi; Lig Koordinasyon Kurulu'ndan söz etti yeni başkan... Hem de, Kulüpler Birliği'nden bir temsilcinin de bulunacağı, fikstür ve atamaları yapacak bir kurul...
Her futbolcunun hayalidir, dört büyüklerin formasını giyebilmek... 4 büyüklerin altyapısında bulunan gençler ise bunu şanslarını korumak için, canla-başka çalışmaları bile yetmeyebilir. Galatasaray ile U19'da şampiyonluk yaşamış, Fenerbahçe ile A takımının hülyasına dalmış, Beşiktaş'ta, düzey atlamak için hocasının gözünün içine bakmış, Trabzonspor'da bir üst gruba geçebilen 3-5 kişi arasında yer almak için çabalamıştır.
Evet... Bugün A takımdan sonraki ilk gelişim ligi olan U19'un gençlerinden söz ediyoruz. Biz dört büyükler derken, diğer takımlarda yaşananları da farklı sanmayın.
Gelin, 19 yaş altında şampiyon olan Galatasaray'a bakalım. Bugün kupa için ter döken ekipte bulunan Yusuf Erdem Gümüş, Mehmet Aslanboğa, Taha Aydınlı, Özgür Baran Aksaka, Kerem Yusuf Ersunar, Selman Faruk Dibek, Yılmaz Aktaş ve yabancı olarak da Ahmet Jafeli... Bu delikanlılar seneye yaşı tutmadığı için oynayamayacak. Bunların kaçı A takıma geçebilecek Allah aşkına?
Peki ya geçemeyen ne
Türkiye'de en son şampiyon olan yabancı teknik adam, 2006-07 sezonunda Fenerbahçe'yi çalıştıran Arthur Zico idi. Dönemin başkanı Aziz Yıldırım, hocanın yardımcılığını yapan kardeşi Edu'ya taktı, hocayı yedi. Başkanların soyunma odasına inmesine alışkın olmayan Edu, Yıldırım ile itişip, kakıştı. Sonunda kendilerini kapının önünde buldu.
O günden bu yana, yabancı olarak kimler geldi, kimler geçti oysa...
Fenerbahçe, başarı kazanabilmek için İspanya'yı şampiyonluğa taşıyan Luis Aragones ile anlaştı, "Dede" ile olmadı. Porto'ya iki şampiyonluk kazandıran Vitor Pereira'yı, hem de iki kez getirdi, tutmadı. Kariyer noktasında birçok teknik adamın önünde bulunan, Zenit'e UEFA Kupası kazandıran, PSV ve Glasgow Rangers ile iki kupa alan Dick Advocaat ile anlaştı, yapamadı. PSV ile üç şampiyonluk gören Philip Cocu ise hiç dayanamadı.
Ya Galatasaray? Kendisine bir sezonda üç kupa birden kazandıran Alman dev Karl Heinz Feldkamp'ı elinde tutamadı. Michael Skibbe'yi hiç saymıyorum, Barcelona gibi bir devle Şampiyonlar Ligi kazanan, La Liga'da iki şampiyonluk gören Frank
Çok az kişi bilir; U17 Avrupa Şampiyonası'na katılan gençlerimiz, 3-4 gün önce sıfır çekerek yurda döndü. Tam da onların doğduğu 2005 yılında, Türkiye, U17 Avrupa Şampiyonu olmuştu oysa... 17 yıl önce, Abdullah Avcı'nın yönetimindeki gençler, büyük bir zafer kazandı.
O takımda bulunanlardan Volkan Babacan ve Caner Erkin, bugün yine üst düzey liglerde... Ancak aralarından biri var ki; çok özel yerde... Sezon başında futbolcu, ortasında hoca... Yaptığı işler koskoca...
Antalyaspor'da teknik direktörlük koltuğuna oturan Nuri Şahin... 2005’te 17 yaşında olan genç delikanlı, bugün hem yaşını, hem kariyerini, hem de tecrübesini ikiye katlayarak, kulübeye adımını attı.
Ersun Yanal gibi bir ustadan aldığı takımı, "Ustalık yaşla olmaz, böyle olur" dercesine ayağa kaldırdı; tam 16 maç üst üste yenilmeden fırtınadan çıkmış bir gemi gibi limana yanaştırdı.
İngilizce, Almanca, Felemenkçe'yi ana dili gibi konuşan Şahin'in en büyük becerisi, konuşmak değil, çalışmaktı. Hem de kimlerle... İlk hocası Bert van
Adana Demirspor galibiyeti, Galatasaray Teknik Direktörü Domenec Torrent'in dilini çözdü. Aslında belli ki çok şey söylemek istedi. Ancak ağzına kadar gelip durdu mu, yoksa tercüman bunları yuttu mu bilinmez. Bu sorulara Katalanca/İspanyolca bilmek gerek.
Fakat, Torrent'in tercüme edilen kısımlarında da, aslında çok şey vardı.
"Arda'nın kondisyon olarak oynama durumu yoktu."
Basketbol sahalarında, ceket-kravat boy gösteren Arda'nın, iki ötesinde başkan adayı Metin Öztürk'ün oturması tesadüf müydü? Sizce bu durum, Torrent'i mi rahatsız eder, Başkan Burak Elmas'ı mı?
"Başkan Elmas, basın toplantısında çok büyük saygımı kazandı. Gerçekten Galatasaray'ı sevdiğini gösterdi. Çünkü birçok insan, Galatasaray'ı sevdiğini iddia eder ama yaptıklarıyla gösteremez."
Kim peki, Galatasaray'ı sevdiğini iddia edip göstermeyen? 6 ayda o anladı, biz bir türlü anlayamadık!
"Siz inanmasanız da, ne yapmak istediğimi biliyorum. Ben daha gelmeden bazı gazeteciler tarafından, tahmin ediyorum neden olduğunu, daha bizimle görüşmeden, kim
Cristiano Ronaldo: 17 yaşında Sporting alt yapısına geçti. Bir sezon içinde Sporting U-16, U-17, U-18, B Takımı ve A Takımı'nda oynayan ilk ve tek oyuncu oldu. O yılın sonunda, Lizbon'da Jose Alvalade Stadı'nın açılış maçında, Manchester United'ı 3-1 mağlup ettiler. Ronaldo'nun performansını gören Manchester United'ın futbolcuları, Menajer Alex Ferguson'dan Ronaldo'nun transfer edilmesini istedi ve bu gerçekleşti.
Lionel Messi: Barcelona forması altındaki ilk maçına, 16 Kasım 2003 tarihinde, daha 16 yaş 145 günlükken çıktı. Porto ile hazırlık maçı oynuyorlardı. 17 yaş 114 günlükken de, ilk lig maçına çıktı. Messi böylece, La Liga maçına çıkan en genç oyuncu oldu.
Kylian Mbappe: İlk maçına 2 Aralık 2015 tarihinde 1-1 berabere kaldıkları Caen maçının 88. dakikasında Fabio Coentrao'nun yerine girerek çıktı. Bu maçta 16 yıl 347 günle, Monaco'nun en genç oyuncu unvanını, 21 yıl sonra Thierry Henry'nin elinden aldı. 20 Şubat 2016 tarihinde 3-1 kazandıkları Troyes maçının uzatma dakikalarında attığı golle, kulüp
Türkiye'deki futbolu en yoğun hisseden şehirlerin başındadır Trabzon... 7'den 70'e, kadınından-erkeğine, herkes için futbol, bir tutku ve cazibe merkezidir.
38 yıl sonra gelen böyle bir kutlamada, tabii ki, her şeyin mükemmel olması düşünülemezdi. Nitekim falsolar oldu da... Hani derler ya; "Birkaç kişinin yaptığı tüm camiaya maledilemez" diye... İşte Trabzon'da bunlar yaşandı.
Kolbastı oynayan ne kadar sempatikse, sahaya inip, Antalyaspor kalecisi Boffin'e saldırmaya kalkan güruh ise o kadar antipatikti.
Trabzon'da yaşanan ve belediyece düzenlenen organizasyon, ne kadar mükemmelse, sahaya inen ve zarar veren kalabalığın mantığı da o kadar kötüydü?
Maç bitmeden sahaya girenler, Trabzonspor'a hükmen yenilgi getirmek için uğraş veren Fenerbahçeliler miydi?
Bordo-mavinin güzelliği, bu tür kendini bilmezlerin "kara"lığı ile örtülebilir miydi?
En koyu Trabzonlu bile, kendi mutluluğuna kara çalan bu kişiler için, "Hay sizin yapacağınız işe..." demez mi? Demedi mi?
* * *