Tam da kulüplerin, "İşte bizim şarkımız" diyebilecekleri sözler;
Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime,
Titrerim mücrim (suçlu) gibi, baktıkça istikbalime...
Her ne kadar girişteki, "kimseye etmem şikayet" sözü geçerli olmasa da, kalan kısmı, tıpatıp kulüp yöneticilerine uygun tablo... Kulüpler Birliği Vakfı'nın yaraya parmak bastığı ilk konu; yabancı oldu. Her ne kadar, "ver Allahım ver" deseler bile, en çok mali külfet, yabancıya gidiyor belli ki...
Kolay değil tabii dünya yıldızlarını seyretmek... Bir Ronaldo kaldı geriye... Alacak takım, kulübün anahtarını teslim eder, iş biter!
Türkiye Futbol Federasyonu 10 yıllık plan için çalışadursun, emin olun daha ilk yıldan kulüplerin, yaptırımları delmek, belirlenen çizgileri geçmek için formülleri hazırdır!
Sıkı durun; diğer branşları geçtim, sadece futboldaki yabancı sayılarını sıralayacağım:
Süper Lig: 14 yabancı ve belirli kriterler ışığında 3 ilave daha...
"Evladım sallandıracaksın bunların birkaçını... Bakalım bir daha yapıyorlar mı?" Tam da buna döndü Göztepe-Altay maçında yaşananlar... Gözaltılar, tutuklamalar gırla gitti.
Ama 6222 (Yani Sporda Şiddeti ve Düzensizliği Önlemeye Dair Kanun) sanki geçen hafta çıktı.
Maytap, meşale, havai fişeği bu kadar tehlikeliydi de, bugüne kadar kaç kişi tutuklandı? Bayrak direği "cinayet" aletiydi de, bundan önce kaç kişi bayrak direğiyle saldırdı diye içeri alındı? Daha bu ayın başında; Trabzon'daki Sürmene-Değirmendere maçında, bir yönetici, hem de polislerin yanında, ağzında bir dolu küfürle, hakeme bayrak direğiyle saldırmadı mı?
Hangi takım olduğu hiç önemli değil, Süper Lig'den, 3. Lig'e kadar; her şampiyonluk kutlamasında işaret fişeği atıp, meşaleleri ortaya saçmadı mı?
İzmir'de neden tutuklama oldu demiyorum, bugüne kadar neden göz yumuldu diye soruyorum. Neden, neden, neden?
Sahada adam kovalayan, taraftarı bıçaklayan, tribünlerden viski şişesi atanlara ne oldu?
Trabzon'daki olaylarda, hakeme bayrak direği ile saldıran
Türk futbolu, hasta yatağında can çekişirken, öyle kritik tahlillerde bulundu ki Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Büyükekşi...
Belli ki dersine çok iyi çalışıyor. Yoksa, Gaziantep'te basın mensuplarına söyledikleri, öyle kulaktan dolma şeyler değil... Teşhisi koyduğu besbelli... Artık iş, hastayı ayağa kaldırmakta...
Ne diyor Büyükekşi?
"Serbest bırakacak olsak hepsi 20-30 tane yabancı alır."
Serbest olmasa ne olur? En fazla 14 yabancı diyorsun, üç tane de eşantiyondan genç getirebiliyorsun. Ama takıma alamadıklarını tribünde oturtabiliyor, ya da cebine parasını koyup gönderebiliyor. Hiç olmadı, en son Boyd örneğinde olduğu gibi, oyuncu, "A takıma giremedim" diyerek tüm parasını talep ederek gidebiliyor.
Var mı alınacak bir önlem?
Var tabii ki... Geçen seneki gibi mesela... "En fazla tescilli yabancı 14 olacak" derdin, iş biterdi. O zaman kural esnetildi, bugün o kural tümden yok edildi.
Malatya örneğini veriyor yine Büyükekşi... Elektriği kesilen takımın borcu ödenmiş, naklen yayın sorunu halledilmiş. Yara kangrene dön&uum
Dünya Kupası'na gidemeyen milli takımlar, kendilerini sınamak için "hazırlık maçı" yaparken, geleceğin takımlarını oluşturma derdinde... Yarınlarda oynanacak Avrupa Şampiyonası elemelerindeki iskelet kadro, buralarda kurulacak, ekipler, buralarda çekirdek takımını oluşturacak.
Ancak yeni bir adet oluştu! FIFA'nın Oyuncuların Statüsü ve Transferi Talimatı'na koyduğu ek maddeyle, kulüpler, hazırlık maçlarına oyuncu göndermeme hakkına sahip oldu. Bu maddeyi ilk Atalanta'dan Merih Demiral ile tanıdık. Meali; kulüpler, FIFA organizasyonları dışında bulunan ülkelerin milli takımlarına futbolcularını göndermeyebilir.
Ardından Fenerbahçe de, İrfan Can Kahveci için aynı yolu uyguladı. Sarı-lacivertli oyuncu, bu sezon en çok maç yapan isimlerden... İskoçya karşısında büyük bir şanssızlık sonucu sakatlanan Ferdi Kadıoğlu, ligin en yorgun savaşçısı... Lig, Avrupa, milli maçlar derken tam 27 maça çıktı. Son karşılaşmasında da, ip koptu.
İrfan da, 22 müsabakada ter dökerken, belki de, "muhtemel sakatlık" Fenerbahçe'nin gözünü
Galatasaray'da son dönemin parlayan bir yıldızı var; Erden Timur... Basında yıldız, taraftar arasında yıldız, yönetim (Sportif AŞ) arasında yıldız... Yönetimdeki onlarca kişinin adı bile bilinmezken, Metin Öztürk dışındaki birçoğu, karşısındakine, "Galatasaray yöneticisiyim" diye kendini tanıtma ihtiyacı hissederken, Erden Timur'u cümle alem tanıdı. Fenerbahçe Başkanı Ali Koç bile "Ne kadar para harcadın yaa..." diye takıldı.
"Seni sevdik, gönül verdik, şanlı Galatasaray" demenin dışında, başka bir görevi yoktu oysa... Ne zaman adını "Ali Sami Yen Spor Kompleksi"ne kazıdı, fahri yönetici koltuğuna oturdu, o sırada niyeti de belli oldu.
Burak Elmas, o, "en değerli ve 1 numaralı koltuk" için aday bile göstermişti Timur'u... "O gaz"la, kimleri kimleri geçirdi transfer tezgahından... Mertens bir hayal deniyordu oldu, Icardi'nin kramponu gelir deniyordu, çoluk-çocuk geldi.
"İyi pazarlıkçı" olduğu söylendi ama kendi adına hiç pazarlık yapamadı. Neden? Sırf aklına düşen bir ihtiras, sevda, hayal, hedef; her ne derseniz deyin, onun yüzünden...
Ama
Liderlik, bazıları için bir lütuf, bazen de tırnaklarıyla kazıya kazıya gelinen bir zirvedir. Birinci olmak ile 1. sınıf olmak çok ayrıdır çünkü...
Bugün, Süper Lig'in en üstünde bulunan Fenerbahçe de, sezon başından bu yana, tuğlaları öre öre, kendine ulaşılamaz bir duvar oluşturma yolunda... Teknik direktör koltuğunda oturan Jorge Jesus için, çok çeşitli eleştiri getirilebilir. Hatta, yaptığı yanlışları öne sürülebilir. Ancak bir takım, 12. hafta sonunda, 11 maç oynayıp, 34 gol atabiliyorsa, 1. sınıf bir işçilikle buraya kadar gelmiştir. Fenerbahçe artık, takım olabilmenin ilk aşamasını bitirmiş, lig kalitesine zenginlik getirmiş, rakiplerin silkinip, kendine gelmelerine önayak olmuştur.
Galatasaray, 1. sınıf gördüğü transferlerle, birincilik için yola çıktı. Ancak "kalite kontrol" elemanları yani; yorumcular ve spor yazarları için henüz sınıfı geçemedi. Üstelik "renk aşıklarının" yani "taraftar"ının gözünde de, henüz sınıf atlayamadı.
Beşiktaş ise, sınıfta kalan Valerien
'Savaş' kelimesi, sporun ruhuna o kadar aykırı, o kadar eğreti duruyor ki...
"Puan savaşı", "forma savaşı" diye söylense bile, yakışmıyor... Hele, Galatasaray Teknik Direktörü gibi bir makamda oturan, hadi orada bulunmasını geçtik, Okan Buruk gibi naif, pozitif ve sportmen bir kişiliğin; bu sözleri kendisine yakıştırmasına diyecek bir şey yok.
Ne diyor, hem lig hem de kupa şampiyonu apoletini bir arada taşıyan Okan Buruk:
"Galatasaray'a karşı savaş başladı. Bu sadece hakemler değil... Dışarıda da görüyoruz. Savaşacağız. Merak etmesinler, biz bu savaşta varız. Biz de gerekeni yaparız."
Daha da ileri gidiyor Galatasaray Teknik Direktörü;
"Büyük Galatasaray taraftarı da gerekeni yapar. Bu iş sadece burada kalmaz."
Ne kadar talihsiz, ne kadar özensizce seçilmiş sözler...
Yarın taraftarlar arasında kavga körüklense, hatta daha da büyük düşünün(!) bir kan dökülse, ne olacak?
Bir futbolcu olsanız, her an takıma girebileceğiniz Jorge Jesus'un ekibinde mi olmak isterdiniz, yoksa, sakatlık, hastalık, ceza, eza, tehdit, isyan olmadan zor kadroda olabileceğiniz x bir takımda mı?
"Astayım" yani; "as takımdayım" diye düşünemeyeceğin yegâne takım, Fenerbahçe'dir.
Yedekte kaldıktan sonra, "Hastayım" diyemeyeceğin hoca varsa, o da Jorge Jesus'tur.
Fenerbahçe'de hangi futbolcu, "Ben yedekte kalacak bir futbolcu değilim" diyerek hocasına posta koyabilir? Tersten bakalım; yedek kaldığı için ülkesine giden, "zihnindeki marazı", "Çözdüm" diyerek geri gelen bir futbolcuya, hadi adını da verelim Icardi'ye; Jesus, döner dönmez ilk maçında, "Buyur ilk 11'de oyna" der miydi acaba? Bu formayı veren bir teknik adama, diğerleri ne kadar saygı gösterirdi sizce?
3 yerli zorunluluğu nedeniyle, sol bekinde değişikliğe giden bir hoca, direkt oynattığı yabancısını, hangi gerekçeyle İstanbul'da bırakıp, maç kadrosuna almamıştır. Sakat olsa söylenirdi, oysa tercih diyerek geçiştirildi. İyi tarafından düşünmek istiyorum; "sıkıntı olsa" o yabancı, kupadaki maçta ilk