Aslında uzun süredir böyleydi ama son dönemde iş, iyice çığrından çıktı Galatasaray için...
Saha içindeki çöküşü bir kenara bırakın, camia içindeki erozyon, kulüp içindeki mutasyon, sabık yönetici Işıtan Gün'ün deyimiyle kulüp, "nefret sarmaşıkları" ile dolandı. Başkanlık koltuğunun ağırlığı örselendi, çekememezlik, işbilmezlik ve sair kötü düşünceler, sarı-kırmızılı renklere bürülü bir yılan gibi, Galatasaray'ın ortasına çöreklendi.
Artık kim gelirse gelsin, bunları düzeltebilecek bir rot balans makinesini bulması zor... Çünkü camianın, dışarıya karşı "bir olma" geleneği kaybolmuş, iktidarı-muhalefeti herkes birbirinin gözünü oyabilmenin yarışına girmiştir. Bu, sadece Burak Elmas dönemi değil, daha Adnan Polat zamanından başlayan bir süreçtir.
İbra olmayarak durumu mahkemeye taşıyan Adnan Polat ve Mustafa Cengiz de suçlu bulunmuştur, "Genel kurul kararına saygılıyım" diyen Elmas da...
Daha üç gün önce, İstanbul Valiliği, kulübü,
Türkiye'de "gayya kuyusu" haline gelen futbolun 1 numarası Nihat Özdemir, istifasını verirken adeta tiksinircesine bahsediyor bugünkü ortamdan: "İnanın, futbol konuşmak, maç izlemek bile istemiyorum. Kulüp başkanlarını görmek dahi istemiyorum. Birbirlerinin yüzüne gülüyorlar, sonra toplantıda demediklerini bırakmıyorlar."
Dünyanın bütün maddi zevklerine ulaşabilecek kadar zengin, kulüplerdeki birçok başkan ve yöneticiyi cebinden çıkaracak kadar kudretli olan bir başkanın söylediğine bakın... Mecbur mu sizden bu kadar laf yemeye? Sonunda çekip gitti işte... Şimdi sorarım size, nasıl bir başkan istiyorsunuz?
Şampiyon olacak Trabzonspor: Gölge etmeyin başka ihsan istemem!
Fenerbahçe ve Beşiktaş: Bana göre, bize göre oynatan, bizi tutacak bir yönetim!
Ahı gitmiş, vahı kalmış Galatasaray masadan kalktı bile... Burak Elmas, "Her masada varız" derken, kendi masasında bile oturamadı. Şimdi TFF'de de uzakta...
Küme düşmesi garanti takımlar ya da düşme adayları; kendilerini Süper Lig'de tutacak bir federasyon ve başkan istiyor. Harcama
Galatasaray, tarihte görülmemiş bir genel kurul yaptı. Neredeyse 24 saate ulaşan toplantıda sinirler gerildi, sataşmalar gerçekleşti. Ancak süreç çok iyi işledi ve sağ-salim bitti.
Başkan Burak Elmas için her ne kadar işler iyi gitmese de, belki de hayırlı oldu! Baksanıza, cep delik-cepken delik... Bir de bütçeye onay verilmeyince, durum işin içinden çıkılmaz bir hal aldı. Bunca ödeme, arkadan gelen transfer dönemi ve işin daha da çıkılmaz noktaya gitmesi, Başkan Elmas için devam etmesi imkânsız bir süreç olacaktı. Bu yüzden Elmas, belki de genel kurula bir teşekkür borçlu olmalı...
Asıl ilginci, bazı kulüpler bir oda dolusu insanı bir araya getirmekte zorlanırken, o kadar saat, 1385 kişiyi orada tutabilmek... Gerçekten güçlü bir irade, çelik gibi bir inanç gerekiyor. Olumlu ya da olumsuz... Bunu "demokrasi"nin bir tezahürü olarak mı görmek gerekir ya da bir "kan davası"nın devamı mı, onu bilemem.
Elmas sözünü tuttu, ibra olmadığı için tüzük gereği seçime gitme
Merkez Hakem Kurulu tarafından klasman dışı bırakılan 12 hakem, kararın iptali için Tahkim Kurulu'na başvurmuştu.
Aradan geçen süre içerisinde Tahkim'den, "İnceliyoruz" açıklaması bile gelmedi. Ancak süreç işledi.
Kurul, hakemlerin itirazını görüşebilmek için, Merkez Hakem Kurulu'na, "Neden bu kararları aldın?" sorusunu yöneltip, cevabını bekliyor. Diğer taraftan da hakemler, online değil, yüz yüze duruşma talebinde bulundu. Belli ki, "görev dışı" bırakılanlar, gözlerinin içine baka baka, Tahkim Kurulu üyelerine açıklamada bulunacak, kendilerini savunacak. Aslında Tahkim, MHK Başkanı Ferhat Gündoğdu'yu da, oraya çağırmalı! Herkes yüz yüze, eteğindeki taşları dökmek için çalışmalı...
Klasmana geri dönmek için, Tahkim'e başvuran hakemlerin itiraz dosyasında, elle tutulur doneler mevcut... Hepsi soruyor, "Performansım mı düşük? Öyleyse neden görev verdiniz? Başka bir suçum mu var? 6222 sayılı Sporda Şiddeti Önleme Yasası'na göre ceza mı almışım? Yüz kızartıcı bir suç mu işlemişim?
Rekabet, başarının kamçısı, iyiye giden yolda bir yarıştır.
"Adil oyun" denilen "fair play", günümüzün rekabet ortamında, bazıları tarafından "ilkel bir düşünce" gibi görünse de, hala da çoğunluk bunun kıymetini bilebilmekte... Yoksa, koca koca camiaların yarattığı suni kaoslar, saha içinde ve çevresinde kanlı-bıçaklı kavga olarak, futbol ailesini karalardı. Allah'tan olmadı.
Gelelim saha içerisine...
O haklı, bu haksız demeden; Galatasaray ile Beşiktaş arasındaki "ülke puanı" tartışmasına bir göz atalım. Tabii bunun için, önce iki güzide kulüp adına ortaya atılan sözleri hatırlayalım.
Galatasaray Başkanı Burak Elmas: Bizim, ülke puanını yükselterek, Türkiye’ye +1 kontenjan sağlama savaşımızı anlamamaları normal. Çünkü kendileri, ‘Ülke puanı, ülke puanı’ diye başladıkları sezonda, bırakın puan almayı, gol bile atamadılar.
Beşiktaş cephesi: Sezon başında Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarında, PSV Eindhoven’dan iki maçta 7 gol yiyerek elenmeyip Şampiyonlar Ligi gruplarına kalabilselerdi,
Fenerbahçe-Trabzonspor maçında bir kırmızı kart çıktı ya, hakem yorumcuları da bir bir ortaya çıktı
Çoğunluk, İrfan Can Kahveci’ye çıkan kırmızının gereksiz olduğunu belirtirken, hakem Zorbay Küçük ile Video Asistan Hakem (VAR) Mete Kalkavan'ı yerden yere vurdu. Azınlıkta kalan ve Erman Toroğlu gibi düşünenler ise, hakem Küçük'ün isabetli karar verdiğini söyledi.
Defalarca izlenerek, İrfan Can'ın topuğunun kaç milimetre zemine değdiğini ölçenler mi ararsınız, Mete Kalkavan'ın bundan önceki maçlarında, böyle pozisyonları sarıyla geçiştirdiğini belirtenler mi? Neymiş? Konyaspor-Beşiktaş maçında Mpoku, Pjanic'in bileğine basmış, sarı kart yetmiş. Neymiş? Kasımpaşa-Fenerbahçe mücadelesinde de Fall, Kim Min Jae'nin bacağına basmış, sarı bile çıkmamış.
Karşı taraf boş durur mu? Abdulkadir Parmak’ın, Trabzonspor forması giyerken, o dönemde Alanya'da bulunan Siopis'e, istemsizce vurduğu ve kırmızı gördüğü pozisyonu örnek gösterdi. Galatasaray'da olduğu dönemde Belhanda'nın
Çaykur Rizespor'un Galatasaray karşısındaki oyununda "maestro" Gedson Fernandes idi. Sarı-kırmızılıların Başkanı Burak Elmas'ın, "Gedson önceliğimiz değildi" sözü, Portekizli futbolcuyu ne kadar kamçıladı bilinmez. Ancak öyle bir futbol ortaya koydu ki, cümle taraftara, "Keşke bize gelseydi" dedirtti.
Beşiktaş’ın gönüldaşları bile, "Şimdiden gelseydi, Beşiktaş'ın kalitesi yükselirdi" diyerek hayıflanıyordur. Eminim ki, siyah-beyazlı yönetim de, Gedson'u ara transfer döneminde hemen getirmek istemiştir.
Ancak Ljajic, Douglas, Lens ve N'Sakala'nın tescilleri; Gedson Fernandes'in engeli oldu. Kulüplerdeki 14 yabancı zorunluluğu, 16 yabancısı bulunan Beşiktaş'ın önünde bir duvar gibi durdu. Yönetim, bir transfer yapabilmek için en az üçünü göndermeliydi. O da faturanın katlanması demekti.
Yoksa Gedson, Beşiktaş'a yakışmaz mıydı?
G.Saray, UEFA'ya gitmemeli
Kulüplerimizin UEFA Finansal Fair Play ile yaşadığı sorunlar malum... Daha geçen ay, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, mart ayında UEFA ile görüşeceklerini, kendileri için
"Galatasaray'da her şey tamam da, iş sportif direktöre mi kaldı?" eleştirileri yapılırken, bunun, başarının ilk şartı olup-olmadığı tartışılıyor. Sarı-kırmızılı kulübe getirilen sportif direktör Pasquale Sensibile'ın alacağı söylenen 290 ile 400 bin euro aralığında konuşulan yıllık para, Türkiye gerçeklerinde iyi bir rakam... Türk lirası karşılığı 4.5 ile 6 milyon lira arasında bir para...
Bugün 400-500 bin lira aylık, hangi meslek grubunda var? Galatasaray Yönetim Kurulu'nda yer alan ve profesyonel olarak çalışanlar ne kadar para alıyordur acaba? Ayranı yok içmeye..." sözü bunun karşılığı mıdır?
Sensibile üzerinden ortaya çıkan "sportif direktörlük" tartışması, aslında çok da yeni değil... Bu kavramın içi doldurulması her zaman tartışmalı olmuştur.
En profesyonel hali Adnan Sezgin ile gerçekleşen bu mesleki çalışma düzenini sürdürebilenler çok az oldu. Türkiye koşullarında sayılabilecek sportif direktör sayısı, bir elin parmaklarını geçmedi.
Bugün Vavacar Fatih Karagümrük'ün sahibi olan, Başkan