Geçenlerde, vitrinlere bakarken, ara sıra alışveriş yaptığım pahalı bir dükkânın camının arkasında hoşuma giden bir çift yazlık ayakkabı gördüm.
İçeri girdim ve ayakkabıyı denedim. Tezgâhtar tercih ettiğim rengi getirmek için depoya giderken kalktım ve gömlek reyonunda gene vitrinde görüp beğendiğim keten bir gömleğin fiyatını sordum. “600 lira” dedi tezgâhtar. Az sonra gelen ayakkabıları denerken onun da fiyatını sordum: “800 lira.”
600 lira. 800 lira. Şeytan dürtmedi değil ama ikisini de almadan dükkândan ayrıldım. Ancak olay aklımdan çıkmadı ve başlangıçta tahlil edemediğim bir şekilde beni rahatsız etmeye devam etti. Düşünmeye ve neden tedirgin olduğumu anlamaya karar verdim.
Ayakkabılar şık ve rahattı. En sevdiğim yazlık ayakkabımın altında bir delik belirmek üzere idi. Yeni bir çift almanın tam zamanıydı ve denediğim ayakkabılar tam istediğim gibiydi. Ama fiyat çok yüksekti. Bana göre, olmaması gerektiği kadar yüksek. Aynı tarz bir ayakkabıyı Londra’da genellikle ayakkabılarımı aldığım
Binlerce sayfalık Ergenekon iddianamesinin çok kısa bir özeti var. Bazı kuvvet komutanları 2002’den başlayarak AKP iktidarını devirip iktidarı asker destekli bir yönetim kurma planları yaptı. Zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök bu girişime mani oldu. Özkök darbeye önderlik etmeyi reddetti, plandan, muhtemelen, gerekli yerleri haberdar etti.
Çok da iyi yaptı. Kendisini candan kutlarım. Darbeyi yapmayı planlayanların listesi, kurmayı düşündükleri yönetimin Türkiye’yi kaos ve felakete götüreceğinin kesin olduğunu gösteriyor.
Ergenekon davası tarihimizin en önemli kilometre taşlarından biri olacak. Eğer çabuk ve ikna edici bir biçimde sonuçlandırılırsa askerin sihirli bir kurtarıcı olduğu efsanesini bitirerek darbeler dönemini bir daha açılmamak üzere kapatabilir.
Eğer AKP iktidarda olmasaydı bu dava, muhtemelen, açılamazdı. Erdoğan, başlangıçtan, kendinden önceki başbakanların tersine, iktidarı askerlerle paylaşmamaya niyetli değildi. Cesur ve kararlı davrandı. Dik durdu ve askerlerin politikadaki rolünü
Korumacılık eğiliminin güçlendiğine dair kendi ülkemizde de örnekler var. Dış Ticaret Müsteşarlığı demir-çelik üreticisi Erdemir ve petrokimya ürünleri üreticisi Petkim’i dış rekabetten korumak için ticaret tarifelerini yükseltti.
Bazı plastik ve demir çelik ürünlerinde gümrük vergi oranları yüzde 100’den fazla artırıldı.
Bu, Erdemir Genel Müdürü Oğuz Özgen’e göre iyi. Özgen bir basın toplantısında ‘’Milli seferberlik dönemindeyiz, kendi kaynaklarımızı ve yerli malı kullanmalıyız” dedi. “Kendi kaynaklarımızı iyi kullanarak sanayimizi yaşatmak durumundayız.’’
Milli seferberlik döneminde mi idik? Bunu ilk defa duyuyorum.
Ama, bunu bir tarafa bırakarak şunu soralım: Hangi sanayiyi yaşatmak durumundayız? Gümrük vergisinin yükselmesi, dış rekabetten koruyarak Erdemir’in işine yarayacak. Ama bu arada daha küçük işletmeler tarafından Türkiye’ye ithal edilen 2-2.5 milyon ton yassı mamul daha pahalı oldu.
Bu ürünü kullanan
İnsan için AIDS ne ise dünya ticareti için korumacılık odur. Korumacılık, basit olarak anlatacak olursam, bir ülkenin kendi üreticilerini dış rekabetten korumak için gümrük duvarlarını yükseltmesidir.
Hiç kimsenin ne kadar derin ve uzun olacağını bilmediği bir global kriz yaşıyoruz.
TIR’lar ve konteyner gemileri boş yatıyor. Satışlar düştü. İhracat azaldı. Buna paralel olarak emtia fiyatları indi, üretim azaldı ve işsizlik arttı.
Ülkeler arası ticarette şok bir daralma yaşanıyor. Dünya Ticaret Örgütü’nün pazartesi açıkladığı yeni tahminine göre, 2009 da dünya ticareti yüzde 9 oranında daralacak. Bu, 1930’lardaki büyük krizden sonra en büyük daralmadır.
Böyle dönemlerde akla ilk gelen şeylerden biri korumacılıktır.
Korumacılık “Ben ihraç edebildiğim kadar mal ihraç edeyim, dışarıdan mümkün olduğu kadar az mal alarak fabrikalarımı çalıştırayım, işçilerim işsiz kalmasın” şeklinde düşünmektir.
John Mortimer’in adını muhtemelen duymamışsınızdır. İngiltere’nin ünlü avukatlarındandı. 1970’lerde birçok büyük ifade özgürlüğü davasının avukatlığını yaptı. Ama romancı olarak daha da ünlüydü. Hayatı ve romanları iç içeydi. Romanlarının kahramanı olan Horace Rumpole, Mortimer gibi avukattı ve ihtisası, onunki gibi, özgürlükleri savunmaktı.
Mortimer, zaman zaman, sırf ifade özgürlüğünü ilgilendirdiği için, inanmadığı davaların da başarılı savunuculuğunu yaptı. Pornografiden nefret ediyordu, mesela. Buna rağmen pornografik olduğu iddiasıyla toplatılan Lady Chatterly’nin Âşığı romanını savundu ve yasağı kaldırttı.
“Özgürlük” dedi, geçen ay 85 yaşında ölen Mortimer, “onaylamadığınız şeyleri başkalarının yapmasına izin vermektir.”
Bu cümleyle Economist dergisinin Mortimer’le ilgili anma yazısında karşılaştım. Onaylamadığınız şeyleri başkalarının yapmasına izin vermek... Kızgın ve kavgalı bir ülke için huzur reçetesi, diye düşündüm.
Ama bu reçeteyi kaç kişi okuyabilir? Bu ülkede tasvip etmediği şeyleri başkalarının yapmasına izin vermeye hazır kaç kişi var? Ve özgürlük denilen şeyin başkalarının özgürlüğünün kendi özgürlüğünüz kadar saygıya layık olduğunu kavrayan?
Düşünecek
Ereğli Demir Çelik’in 2008 dördüncü çeyrek için dün açıkladığı astronomik zararın nedeni kötü yönetimdir.
Bu dönemde zarar edileceği herkesin malumuydu. Buna rağmen açıklanan rakamın büyüklüğü piyasayı şaşırttı. Yaklaşık 1.2 milyar lira tutarındaki net zarar, Ata Yatırım’ın 212 milyon liralık ve CNBC-E’nin piyasa konsensüsünü yansıtan 216 milyon lira zarar tahmininin neredeyse altı mislidir.
“Erdemir’in dördüncü çeyrekte büyük zarar etmesinin nedeni, yanlış satış ve satın alma politikalarıdır” diye konuştu demir-çelik sektörünün önde gelen simalarından biri. “Erdemir’i 1980’lerin başından beri tanıyorum. Hiç bu kadar kötü yönetilmedi.”
Erdemir 2006’da OYAK tarafından özelleştirmeden satın alındıktan sonra dünyada demir-çelik fiyatları rekor yükselişler yaşadı. “Konjonktür sayesinde ilk yıllarda yanlışları kamufle oldu” diye konuştu kaynağım. “Ama geçen ayın ilk yarısından sonra fiyatlar hızlı bir düşüşe geçince her şey değişti.”
Tarihi bir zarar...
Geçen yılın ortalarına kadar Erdemir’in fiyatları Avrupa genelinin altındaydı. Hazirandan başlayarak makas açılmaya, Erdemir’in fiyatları daha pahalı olmaya başladı.
“Eylül-ekim aylarında piyasa hızla düşerken bunlar düşürmedi”
Ekonomin çöküş halinde olması seçimlerde AKP’nin aleyhinde olacak mı?
Kurala göre, ondan önceki yıllarda ekonomi yükselişte olsa bile, seçim yılında ekonomik kriz varsa iktidardaki parti oy kaybeder. Hatta iktidarı kaybeder. Çok partili ilk seçimlerin yapıldığı 1950’den beri Türkiye’de hep böyle oldu.
Ama, inanıyorum ki, bu defa olmayacak.
AKP, gidişini durdurmak bir yana, varlığını inkâr ettiği ekonomik krizden olumsuz etkilenmeyecek. Oy oranı küçülmek yerine, büyüyecek. Bu büyüme bir toprak kayması azametinde bile olabilir.
Bunun akla gelen ilk nedeni muhalefetin gülünç derecede etkisiz olmasıdır. Meclis’in muhalefet sıraları tahta at dolu hipodrom ahırları gibi.
AKP’nin alternatifi yoktur. Baykal, Erdoğan’ın alternatifi değil, garantisidir. Baykal’dan memnun olmayabilirsiniz ama o kendinden memnundur: Karikatürist dostumuzun dediği gibi, “İktidar geçici, muhalefet bakidir.”
Çelişki gibi görünecek ama ekonomik kriz AKP’nin oyunu azaltmak yerine artıracak.
Doların yükselişinin arkasındaki en büyük etken, bankaların sendikasyon arayışları ve şirketlerin borçlarını ödemek için döviz toplamasıdır.
Her iki faaliyet devam edeceğine göre dolardaki yükseliş de devam edecek.
“Borsadan ve sabit getirili menkul kıymetlerden çıkış hızlandı” dedi dün konuştuğum bir bankacı. “Artık esas hareketi belirleyen, banka ve döviz kredisi almış büyük şirketlerin borçlarının itfa konusudur.”
Bunun açıklaması şudur: 18’inci ayını tamamlayan dünya finans krizinden önce yaşanan bol ve ucuz kredi döneminde Türk bankaları ve şirketleri kolay ve ucuz borçlanabiliyorlardı. Vadesi geldiğinde borçlar kolaylıkla roll over ediliyor, yani uzatılıyordu.
Bu devir kapandı. Borçlar ya hiç uzatılmıyor ya da kısmen uzatılıyor.
Geçen sene bazı bankalara borçlarını kapatıp sendikasyon piyasasının dışına çıktılar. Diğerleri vadesi gelen borçlarının ortalama yüzde 75’ini uzatabildi. Bu yıl vadesi gelen banka sendikasyon borçlarının yüzde 50sinin yenilenebileceği tahmin ediliyor. Krizden önce dolar kredilerinde faiz Libor + yüzde 1’in altındaydı. Bu yıl Libor + yüzde 2.5 olması bekleniyor.