Güzelliğin değerini bilmenin ve ondan zevk almanın bedeli var: Çirkinlikten rahatsız olmak.
Mutsuz olmak, belki daha iyi bir kelime.
Dün karşıya geçmek için Beşiktaş iskelesine doğru yürürken bir an meydandaki Barbaros türbesinin yanında durdum. İstanbul’un incilerinden biri olan türbe Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa tarafından, ölümünden önce, 1541’de Mimar Sinan’a yaptırıldı. Orada eşi Bâlâ Hatun ile Cafer Paşa ve Cezayirli Hasan Paşa ile birlikte yatıyor.
Türbenin bahçesini çevreleyen demir parmaklıkları tutup oradaki mezarlara baktım. Kimisi büyük kimisi küçük, kimisi sarıklı kimisi tülbentli ölüler, orada, her biri bir Osmanlı yontma sanatının şaheseri mezarların altında uyuyorlar.
Irzlarına geçilmiş yontma sanatı şaheserleri, desem daha doğru olur sanırım.
Zamanla çatlayan, ikiye ayrılan veya bazı parçaları kopup veya kopartılıp yere düşen mermerler o kadar amatörce ve çirkin tamir edilmiş ki insanının başını gökyüzüne çevirip uluyası geliyor.
Geçen hafta önde gelen işadamları ile kadınlarının seçim sonuçlarıyla ilgili düşüncelerini toplarken ilginç bir şey öğrendim.
Doğan Grubu’na Maliye’nin kestiği 915 milyon lira vergi cezasını kendi uzmanlarına inceletmişlerdi. İki şeyi merak ediyorlardı. Ceza haklı nedenlere dayanıyor muydu? Defterlerinde aynı veya benzer cezaya maruz bırakacak bir kayıt var mıydı?
Önlerine konan raporlarda sonuç aynıydı: Cezayı haklı gösterecek bir yasa veya uygulama yoktu. Keyfi idi. Keyfi olduğu için de, kendileri dahil, hükümetin cezalandırmak istediği herkesin başına gelebilirdi.
“Doksan milyon lira olsaydı anlardım ama 900 milyon doları kimseye yutturamazsın” dedi konuştuğum bankacılardan biri.
Borç grubun medya şirketlerinden biri olan Doğan Yayın Holding’e kesildi. Maliye’nin iddiası şirketin hisse satışından elde ettiği gelirin vergisini geç ödediğidir. Doğan ise geç ödeme yapmadığını, yapmış olsa bile bunun cezaya tabi olmadığını savunuyor.
Bu ceza, iş alemine verilen ültimatom
ABD Başkanı Barack Obama’nın Avrupa ziyareti, Avrupa Birliği kapılarının Türkiye’ye kapalı olduğunu bir daha duymamıza yaradı.
Obama, Avrupa liderlerine, Türkiye’ye AB’ye tam üyelik vermenin İslam dünyasıyla daha güçlü bağlar kurma yollarından biri olduğunu söyledi.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin tepkisi (esneme) “Ben bu üyeliğe hep karşı oldum ve olmaya da devam ediyorum” oldu. “AB konularında karar AB ülkelerine aittir.”
Alman Şansölyesi Angela Merkel de “Türkiye’nin AB ile daha yakın ilişki içinde olması hepimizin çıkarınadır” diye konuştuktan sonra, “Bunun üyelikten çok ‘imtiyazlı bir ortaklık’ şeklinde olması iyi olacaktır” dedi.
Yıldırım hızında yasa
Neredeyse 50 yıldır Türkiye demokratikleşmekte AB’ye, ekonomide IMF’ye güveniyor. Bu iki kurumun dürtüklemesi olmadan yapılan reformların sayısı doktorsuz çocuk doğuran kadın kadar az.
Kriz vurmadan ekonomik reform yapılmıyor. AB üyeliğine doğru atılan adımları ise aşağılık kompleksi
Başbakan’ın (ve yönetiminin) kalitesini belirleyen, açıkladıkları değil, gizledikleridir.
Sabah ve ATV’nin Çalık Grubu tarafından satın alınmasında oynadığı rol Erdoğan’ın gizlediği veya gizlendiğini sandığı konulardan biridir.
Bu iki kuruluşu ve bağlı yayınları Erdoğan’ın damadının ve biraderinin yönettiği şirket aldı. Kullandıkları krediyi Başbakan’ın ayarladığına dair kanıt olmasa da kuvvetli karineler var.
Başbakan devrede olmasaydı, Çalık medya patronu olmak için sağlaması gereken yüz milyonlarca dolarlık krediyi muhtemelen bulamayacaktı. Uluslararası derecelendirme kuruluşlarının tespitine göre, mali durumu bu cesamette bir krediyi ne almaya ne de geri ödemeye müsait. Nitekim çok çabalamasına rağmen o da görevlendirdiği yabancı banka da özel bankalardan kredi bulamadı. Siyasi torpille Halk ve Vakıfbank devreye girdi, Çalık’a 750 milyon dolar kredi verdi.
Bu kredinin ekonomik olmaktan çok siyasi olduğunun kanıtı özel bankaların uzak durmasıdır.
Şimdi, Yüksek Denetleme Kurumu’nun raporundan öğreniyoruz ki Vakıf ve Halk
Amerikalılar her konuda fikri var ve akıl vermekte uzmandırlar. Süper güç ukalalığının bir imtiyazıdır bu.
Özellikle ekonomik krize giren azgelişmiş ülkelere akıl hocalığı yapmaya bayılırlar. Japonlar azgelişmiş sayılmaz tabii, ama onlar da yıllar süren bankacılık krizleri esnasında az Amerikan tavsiyesi dinlemedi.
Şimdi ABD herhangi bir azgelişmiş ülke gibi içinden çıkılması zor bir krizde debeleniyor. Kendinin akla ihtiyacı var ama galiba vere vere kalmadığı için ne yapacağını bilmiyor. Daha doğrusu biliyor, belki, ama yapamıyor. İkide birde ilan edilen bol milyarlı paketler hep kof çıktı. Nedir yapması gereken? Türkiye’nin 2001 krizinde yaptığı. Batık bankalara el koymak. Satılabilir olanları satmak. Kötülerini kapatmak.
ABD bizim 2001’de olduğumuzdan çok daha kötü durumdadır. Bizde sadece çoğu küçük yirmi küsur banka kötü durumdaydı. ABD’de hemen hemen istisnasız bütün büyük finans kurumları iflas durumundadır.
Finans, devlet yardımı bekliyor
Ama finans lobisi hâlâ
AKP, İstanbul’daki işadamları arasındaki desteğini kaybetti. Genel seçimlerden önce konuştuğum birçok önde gelen işadamı ve bankacı AKP’ye oy vereceklerini söylüyorlardı.
Birkaç günden beri aynı işadamları ve kadınlarıyla konuşuyorum. Hepsi bana AKP’nin oy oranının düşmesinin kendilerini muazzam rahatlattığını anlatıyor.
Bu kadar kısa sürede bu 180 derece dönüş neden oldu?
İşte bir işadamının değerlendirmesi: “Tayyip Erdoğan 1965’te Süleyman Demirel’in denediği yöntemle ülkeyi iki kutba ayırmayı becermiştir. Bu olgu yüzünden hem pek çok kararsız seçmenin oyunu kaybetmiş hem de geçen seçimde ‘bir de Tayyip’i deneyeyim’ diye oy verip onun icraatı karşısında pişman olan aklıselim sahibi seçmeni kendinden uzaklaştırmıştır. Sergilediği kavgacı kişilik, yolsuzluk iddiaları hakkında susmayı tercih edişi, böyle işlere bulaşanlara arka çıkması halkımızın tepkisine yol açmıştır.”
Bir başkası şöyle konuştu: “Başbakan’ın dini görüşleri vatandaşta
Uluslararası Para Fonu IMF ile anlaşma imzalamak borç karşılığında devlet iradesini kısmen başkalarına kiralamak demektir.
Para el değiştirmeden önce imzalanan stand by anlaşması bu kiralamanın kontratıdır. Stand by’ı “Sen yanımda dur, sendelediğimde beni tutarsın, düşüp bir tarafımı kırmam” şeklinde tercüme edebilirim.Kontratta, uygulayacağınız ekonomi ve maliye politikaları, bunların uygulanması için yapılacak yasa veya uygulama değişiklikleri sıralanır.
Anlaşma süresince IMF’nin temiz giyimli, mütebessim ve mezar kadar sessiz elemanları belirli aralıklarla ülkeyi ziyaret eder. İşlerin anlaşmaya ne kadar uygun yürütülüyor olduğunu denetlerler. Memnun kalırsa bir çek daha imzalar.
Aslan payı dört ülkede
IMF uluslararası bir örgüttür ve hemen hemen bütün devletler onun üyesidir. Ama örgütün kontrolü en büyük hisseyi elinde tutan ABD, İngiltere, Almanya, Japonya gibi ülkelerdir.
Felsefesinin esin kaynağı Batılı büyük devletlerde geçerli olan moda ekonomik doktrinler ve bu
1950’den beri yapılan bütün seçimlerin kaderin ekonomi belirledi. Kural şudur: Eğer seçimin yapıldığı yıl ekonomik kriz varsa, ondan önceki yıllarda ekonomi iyi seyretmiş olsa bile hükümet zayıflar veya iktidarı kaybeder.
AKP’nin bu kuralın istisnası olacağını sanmış, seçimlerde oyların yarıya yakınını kapatacağını tahmin etmiştim. Yanıldım. AKP benim ve birçok kamuoyu araştırma şirketinin tahmin ettiğinden yüzde 10 daha az oy aldı.
Şimdi, daha doğru olduğunu umduğum, ikinci bir kehanette bulunmak istiyorum: AKP’nin düşüşü devam edecek.
Çünkü Erdoğan’ın insanla alay eder gibi varlığını inkâr ettiği ekonomik kriz derinleşecek. İşsizlik artacak, fukaralık yaygınlaşacak ve seçmen bunun faturasını ona çıkaracak.
AKP iktidara geldiği zaman içeride bir önceki hükümetin imzaladığı IMF anlaşmaları ve kredileriyle temizlenmiş ve payandalanmış bir ekonomi buldu. Dışarıda ise paranın bol ve ucuz olduğu görülmemiş bir büyüme süreci yaşanıyordu.
Geri çevirmek kolay