Askeri harcamalarında dünya rekorunu elinde tutan Amerika Birleşik Devletleri, savunma bütçesini elden geçiriyor.
Bunda bizim için de çıkarılacak dersler var.
Savunma Bakanı Robert Gates’in Kongre’ye yaptığı açıklamadan öğreniyoruz ki savunmaya ayırılan 534 milyar dolarlık harcamada bir azaltma öngörülmüyor. Ancak, satın alma programında köklü değişiklikler olacak.
Mantık şu: Global ekonomik krizi iliklerine kadar hisseden ABD’nin her türlü savaş için teçhizatlanacak mali güç kalmadı. Satın alma programındaki bazı silahlara ihtiyaç yoktur. Bu nedenle Pentagon gerçekten ihtiyaç duyulan silahları satın alacak, muhtemelen hiçbir zaman çıkmayacak savaşlar için silahlanmayı bırakacaktır. Örneğin, ABD, Çin ve Rusya’ya karşı da silahlanıyor. Ama bu iki ülkeyle savaş çıkma olasılığı yok denecek kadar azdır. Onun için ödenekler bunlara karşı silahlanmak yerine ABD’nin Irak ve Afganistan’da yürüttüğü savaşta gücünü artırmak
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde hangi parti iktidara gelirse gelsin Ankara’da iktidarda bulunan partiyle iyi geçinmek zorundadır.
Ankara’daki iktidarın “emrine girmek zorundadır” bile diyebilirim.
Ankara’nın desteğine sahip olmayan Kıbrıslı lider zirvede tutunamaz. Oraya erişebilse bile.
AKP ile zıtlaşan Rauf Denktaş bunun bu kuralın istisnası olmaya çalıştı. Yeni hükümete gelen Erdoğan ve, o zamanlar dışişleri bakanı olan, Gül’e kafa tuttu. İktidarı kaybetti.
KKTC’de ferman da dağlar da Ankara’nındır.
Adadaki Türk bölgesinin sınırlarını KKTC hükümetinin buyruğuna tabi olmayan Türk askerleri bekler. KKTC polisi KKTC İçişleri Bakanı’nın değil, o askerlerin komutanının emrindedir. Halk arasında Sivil Savunma olarak bilinen KKTC istihbarat örgütü de MİT’in bir uzantısıdır.
Kıbrıslı Türkler (ve onların sayısını şişirten yeni Kıbrıslılar, yani TC’den gelip yerleşenler) ekonomik olarak tamamen TC’ye bağımlıdır. Altyapı yatırımlarını Türkiye finanse eder. Bütçenin yarısı Ankara’dan
Sık sık reform yapılması gerektiğinden ama yapılmadığından ve bunun iyi olmadığından bahsedildiğini duyuyoruz veya okuyoruz.
Ama reformun ne olduğundan ve hangi reformların yapılması gerektiğinden bahsedildiğini o kadar duymuyoruz.
Reform nedir? Kamu yararına olan değişikliktir.
Reform, kamu yönetiminin azınlığın değil, çoğunluğun refahına yönelik çalışmasını sağlamak için atılan adımlardır.
Reform kötü bir uygulamanın iyi bir uygulamayla değiştirilmesidir. Zorun kolay, kapalının açık, gerinin ileri, sorgusuz sualsizin hesap verilebilir, gayri adilin adil yapılmasıdır. Servet dağılımında adalet sağlamaktır. Uygarlık dağın zirvesi ise, reform zirveye tırmanmak için atılan adımlardır.
Türkiye her alanda reform gereksinimiyle kıvranan bir ülkedir.
Türkiye’de parti liderleri parti liderlerinin tayin ettiği delegelerin meydana getirdiği kongrelerde seçiliyor. Milletvekili adaylarını da parti liderleri belirliyor. Bu yöntemler parti liderlerinin seçimle değiştirilmesini imkânsızlaştırmakta, milletvekillerini parti başkanlarının esiri yapmakta, demokrasiyi engellemektedir. Bu
Türkiye’nin 2001’de karşılaşıp hallettiği bankacılık krizi ile ABD’nin iki yıl kadar önce tosladığı finans krizi ilginç bir karşılaştırmaya tabi tutulabilir.
2001’de Türkiye’de yetkililer 20 civarında batık bankaya el koydu, kapattı veya sattı. Bankalardaki tasarruflar Hazine’den borçlanılan, yani vergi mükelleflerinden toplanan parayla ödendi. Bankaların ve ana sermayedarlarının mallarına el kondu, paraya çevrildi ve Hazine kısmen tazmin edildi.
Bütün bunlar Türkiye için oldukça saydam bir ortamda yapıldı.
ABD, birçok büyük bankası teknik olarak batık durumda olmasına rağmen, yukarıdaki yolu izlemedi.
ABD, mümkün olabildiğince çok finans kurumunu ayakta tutmak için, vergilerden topladığı olabildiğince çok parayı zor durumdaki mali kurumlara transfer etti.
Ve bu transfer ABD için hiç de saydam olmayan bir şekilde yapıldı. Finans kurumlarına enjekte edilen para geri dönecek mi, ne zaman dönebilecek, belli değil. Şimdilik belli olan, para desteği alan kurumların kurtulmasının olası
Hava Kuvvetlerinde pilot bir arkadaşım var. Havacılık konusunda aklıma takılan konularda hep onu ararım. Türk Hava Yolları’nın neden Avrupa’da en sık kaza yapan havayolu olduğunu araştırırken de onu aradım. Evimde, kahvaltıda buluşmaya karar verdik.
Her zaman olduğu gibi randevu saatinden önce geldi. Dakik olmak pilotların sahip olması gereken birçok meziyetten biridir. Merdivenlerden çıkarken ağzımı açacak oldum ki parmağını “sus” işareti yaparak burnuna dokundurdu. “Telefonlarımızın pillerini çıkaralım” dedi. Biraz fazla melodramatik olmuyoruz muyuz, diye gülümseyerek telefonumum pilini çıkardım. “Senin telefonun dinleniyor” dedi.
“Kesin dinleniyor.”
Nereden anladığını sordum. Tedbirli olsunlar diye telefonlarının dinlenip dinlenmediği konusunda eğitim almışlar. Telefon, dinleniyorsa, açılıp kapandığında sadece dinlenen telefonlara has bir ses çıkarıyormuş.
Telefonlar pilleri üzerinde olduğu sürece, açık da kapalı da olsa dinlenebilirmiş. “Hem telefonları denize atsak bile isterlerse bizi dinleyebilirler”
Bu memlekette ekonomi yorumcusuysanız ve işinizi ciddiye alıyorsanız numero uno kural, ekonomiden sorumlu bakanları fazla ciddiye almamaktır.
Başbakan’ı da bu bakanların arasında sayıyorum, çünkü, her ne kadar şundan bundan sorumlu bakanlar varsa da Başbakan’ın olurunu almadan kayda değer hiçbir şey yapamayacaklarını cümle âlem biliyor.
Eğer işinizi değil bakanları ciddiye alırsanız yanılırsınız ve yanıltırsınız.
Alalım 2009 için açıklanan büyüme hızını. Seçimden önce ekonominin yüzde dört büyüyeceği açıklandı. Seçimden sonra ekonominin yüzde 3.5 küçüleceği.
Seçimden önce de ekonominin yüzde 4 veya herhangi başka bir oranda büyümeyeceği biliniyordu. Ama halk “aptal”dı. Erdoğan’ın her dediğine inanacaktı. Şampanyayı buzluktan kapıp “Vay be, ekonomiyi büyütüyor” diye horon teperek AKP’ye oy vermeye koşacaktı.
AKP’ye halktan ihtar
Bilmiyorum, sevgili dostum Meral Tamer’in Gürsel Tekin ile yaptığı söyleşiyi okudunuz mu geçen pazar?
Tekin, CHP İstanbul İl Başkanı’dır ve bu politikanın yükselen yıldızlarındandır.
Meral Tamer’e, CHP’nin iktidara gelmek için yapması gereken şeyleri sıralayan bir rapor yazdığını ve bunu Baykal’a verdiğini söyledi.
Önerdiği şeylerden biri CHP’de “yolsuzlukla mücadele birimleri” oluşturulması. “Hakkında en ufak bir iddia olan belediye başkanının konu yargıya intikal etmişse parti üyeliği askıya alınmalı” diyor. “Aklanırsa, geri döner.”
Ben olsaydım, “Örneğin, Baykal’ın İzmit belediye başkan adayı yaptığı, eski İzmit Belediye Başkanı Safa Sirmen gibi mi?” diye sorardım.
Meral Tamer, benden daha iyi bir gazeteci olduğu için sormadı. Zaman harcamak istemedi.
BBC’de neredeyse altmış yıldır aralıksız, günlük olarak yayımlanan The Archers adlı bir dizi var.
The Archers, çiftçileri eğlendirirken tarımsal üretimi artıracak tüyolar vermek üzere kurgulanmıştı. Yazarlar ve aktörler öldükçe yerlerini yeni senaristler ve karakterler aldı.
Dizinin 15.674’üncü bölümü 1 0cak 2009’da yayımlandı. Tiryakileri hiç azalmayan dizi sonsuza kadar süreceğe benziyor.
Türkiye’nin IMF ilişkisi bana The Archers’ı hatırlatıyor. Başbakanlar doğup ölüyor, nesiller gelip geçiyor ama Türkiye’nin IMF desteğine ve gözetimine olan ihtiyacı değişmiyor.
AKP hükümeti de IMF bağımlısıdır. Biraz mırın kırın ettikten sonra iktidara geldiğinde yürürlükte bulduğu stand-by anlaşmalarını sadakatle uyguladı. Bir yıla yakın bir süredir yeni bir aranjman için Fon’la görüşüyor.
Anlaşma yakın olabilir!