Geçenlerde, vitrinlere bakarken, ara sıra alışveriş yaptığım pahalı bir dükkânın camının arkasında hoşuma giden bir çift yazlık ayakkabı gördüm.
İçeri girdim ve ayakkabıyı denedim. Tezgâhtar tercih ettiğim rengi getirmek için depoya giderken kalktım ve gömlek reyonunda gene vitrinde görüp beğendiğim keten bir gömleğin fiyatını sordum. “600 lira” dedi tezgâhtar. Az sonra gelen ayakkabıları denerken onun da fiyatını sordum: “800 lira.”
600 lira. 800 lira. Şeytan dürtmedi değil ama ikisini de almadan dükkândan ayrıldım. Ancak olay aklımdan çıkmadı ve başlangıçta tahlil edemediğim bir şekilde beni rahatsız etmeye devam etti. Düşünmeye ve neden tedirgin olduğumu anlamaya karar verdim.
Ayakkabılar şık ve rahattı. En sevdiğim yazlık ayakkabımın altında bir delik belirmek üzere idi. Yeni bir çift almanın tam zamanıydı ve denediğim ayakkabılar tam istediğim gibiydi. Ama fiyat çok yüksekti. Bana göre, olmaması gerektiği kadar yüksek. Aynı tarz bir ayakkabıyı Londra’da genellikle ayakkabılarımı aldığım ‘Church’ten yarı fiyatına alabilirdim. Belki yarı fiyatının da altında.
Alışveriş kısıldı
Gömleğin fiyatı daha da astronomikti.
Fiyatın makul olmayan bir biçimde yüksek olması hoşuma giden iki eşyayı almamı engellemişti. Param vardı ve pahalı demeden alabilirdim ama almamıştım. Mademki onlar domuzluk yapıyorlardı, ben de yapacaktım.
Bir başka unsur da şuydu: Talebin genellikle azaldığı bir ekonomik teğet durumu yaşıyorduk. Zenginler bile, herkesin sıkıntı içinde olduğu bir dönemde para saçıyor görünmek istemedikleri için alışverişi kısmışlardı.
Maaşları donduran, işten adam atan bir patronun yeni bir Porsche ile işe gelmesi pek kolay değildir. Hatta yeni bir ‘Brioni’ elbise içinde bile.
Ama benim mağaza, fiyatlarını ekonominin tıkırında olduğu günlere göre ayarlamıştı. Hatta bir yıl önceki fiyatına biraz zam bile yapmıştı. “Ekonomik durum değişir, ben aynı kalırım” diyordu.
Kendi hesabına haklıydı. Lüks, zenginlere hitap eden bir mağazaydı. Lüks mal az miktarda bulunduğu ve pahalı olduğu için aranır. Simidin ucuz, ‘Prada’ çantanın pahalı olmasının nedeni budur. Fiyat düşürdün mü mağaza lükslüğünü kaybeder, varlık nedeni ortadan kalkardı. Lüksün tanımı krizin yok sayılmasını elzem kılıyordu.
Bu nedenle, mağaza krizi yok saymak zorundaydı.
Ta ki kriz onu yok sayıncaya dek.
Krizin onu yok sayma, yani batırma, olasılığı var mıydı? Bazılarına göre kriz herkesi yüzde 30 yoksullaştırdı. Dibini de görmedik. Böyle bir dünyada bu tarz mağazalar eski fiyatlarını talep ederek ayakta durabilecekler miydi?
Vogue moda dünyasının ‘İncil’idir. Editörü Anna Wintour da peygamberi. Bayan Wintour geçenlerde yaptığı bir mülakatta krizli dünyanın moda özetini yaptı. “Değer ‘in’, aşırı Dubai ‘out’ ” dedi.
Kalite vurgulanmalı
“Dürüst konuşmak gerekirse” dedi, “son zamanlarda aşırı ürün vardı, aşırı kopyacılık ve muhtemelen, aşırı tüketim.” Kadınlar yakın gelecekte eskiden yaptıkları gibi alışveriş yapmayacaklardı. Aşırı cafcaflı, aşırı frapan ‘aşırı Dubai’ görünmek istemeyecekti. Kalite, dayanıklılık vurgulanmalıydı.
Erkekler? Bayan Wintour bu konuda bir şey söylemedi. Fiyatlar çok yüksek de demedi. Ama eğer herkes benim gibi veya az çok benim gibi ise, benim dükkân 800 liraya kaç mokasen ayakkabı ve 600 liraya kaç keten gömlek satar, bilmiyorum.
Görmek enteresan olacak.