Türkiye’nin 2001’de karşılaşıp hallettiği bankacılık krizi ile ABD’nin iki yıl kadar önce tosladığı finans krizi ilginç bir karşılaştırmaya tabi tutulabilir.
2001’de Türkiye’de yetkililer 20 civarında batık bankaya el koydu, kapattı veya sattı. Bankalardaki tasarruflar Hazine’den borçlanılan, yani vergi mükelleflerinden toplanan parayla ödendi. Bankaların ve ana sermayedarlarının mallarına el kondu, paraya çevrildi ve Hazine kısmen tazmin edildi.
Bütün bunlar Türkiye için oldukça saydam bir ortamda yapıldı.
ABD, birçok büyük bankası teknik olarak batık durumda olmasına rağmen, yukarıdaki yolu izlemedi.
ABD, mümkün olabildiğince çok finans kurumunu ayakta tutmak için, vergilerden topladığı olabildiğince çok parayı zor durumdaki mali kurumlara transfer etti.
Ve bu transfer ABD için hiç de saydam olmayan bir şekilde yapıldı. Finans kurumlarına enjekte edilen para geri dönecek mi, ne zaman dönebilecek, belli değil. Şimdilik belli olan, para desteği alan kurumların kurtulmasının olası görülmediği.
IMF olmasaydı...
Sonuçta, Türkiye, bankacılık krizini hızlı biçimde arkada bırakırken, ABD benzer bir krizin içinde debeleniyor ve uzun süre debelenmeye devam edebilir.
Türkiye’de bankacılık, ekonomiyle el ele, süratle büyüme sürecine girmişti. ABD’de yaralı bankacılık sektörü ABD ekonomisini de aşağı çekti. Dünya ekonomisini olumsuz biçimde etkileyerek neredeyse bütün ekonomilerde yavaşlamaya neden oldu.
Kendi kendimizi alkışlamaya başlamadan önce Türkiye’nin hareket tarzını belirleyen önemli bir unsuru hatırlamakta yarar var: Uluslararası Para Fonu (IMF).
IMF şiddetle kolumuzu büktüğü için bankacılık reformu diyebileceğimiz şey mümkün oldu.
IMF devrede olmasaydı, Türkiye, ABD gibi, “döviz gereksinimini” kendi bastığı parayla borçlanabilen bir ülke olsaydı, sonuç kesinlikle değişik ve olumsuz olurdu. Bankacılar siyasi forslarını kullanarak Hazine kaynaklarına el atar, kendilerini kurtarır veya kurtarmaya çalışırlardı.
Ama bu olanak bizde yoktu.
IMF ABD’nin kolunu bükemez, çünkü, bir anlamda, IMF ABD’dir.
ABD, azgelişmiş bir ülke olmadığı için, ne Türkiye gibi davranıyor ne de davranmaya zorlanılabiliyor.
ABD zengin olduğu için zenginlerin yaptığını yapıyor. Japonya’yı taklit ediyor. Japonya 90’larda bankacılık krizine girdiği zaman dur-kalk yöntemiyle finans kurumlarını destekleyerek krizi aşmaya çalıştı. Çünkü finans kurumları, aynen ABD’de olduğu gibi bir politikacı ordusu besledikleri için, kapatılamayacak kadar güçlüydüler.
Japonya belkemiksiz politikasının bedelini on yıl süren durgunlukla ödedi. ABD aynı yolun yolcusu gibi görünüyor.
Zenginliğin bazen başa bela olduğu doğrudur.