Başbakan, partisinin kısaltılmış adına AK Parti değil, AKP diyenlere hiddetleniyor. Geçen gün yine hiddetlendi. “AKP diyenler ne yazık ki... siyasi etiği hiçe sayarak bunu edep dışı söylemektedirler. Bu kadar açık ve ağır söylüyorum. Çünkü bizim kısaltılmış adımız AK Parti’dir.
Herkes bunu böyle yazmaya mecburdur. Böyle yazmıyorsa bu edebe, adaba sığmaz. Benim yasal olarak kısaltılmış adım neyse onu söylemeye mecbursun.”
Hiç kimse hiçbir şeyi söylemeye mecbur değil, Sayın Başbakan. AKP’ye AK Parti dememenin edeple ve siyasi etikle de alakası yok.
“Ak” AKP’nin hak etmediği bir sıfat olduğu için kullanılmıyor. Bir çeşit yozlaşmaya karşı minik protesto olarak.
Ak olmak pozitif bir özelliktir. Bu özelliğin AKP yönetiminde olmasını çok isterdim ama göremiyorum. Bu konuları araştırmayı uzmanlık haline getirmiş uluslararası kurumlar da göremiyor.
Yolsuzlukla mücadele
Erdoğan, “Mayın temizleme işi, bedeli devlet tarafından ödenerek, ihale yasalarına göre, Maliye Bakanlığı tarafından yaptırılır” deseydi gürültü çıkmaz, buna hiç kimse itiraz etmedi.
Ama öyle demedi. Mayın temizleme işinin bu usulle yapılamaması halinde başka bir seçeneğe başvuracağını söyledi. Bu seçenek de şudur:
Mayın temizleme işini yine Maliye Bakanlığı yaptıracak. Ama bu defa ihale yasaları devre dışı bırakılacak. İş, para talep etmeden, bölgeyi mayınlardan temizleyen şirket veya şirketlere azami 44 yıllığına tarım arazisi olarak tahsis edilecek.
Erdoğan salı günü Meclis’te AKP milletvekillerine hitap etti ve mayın tasarısını uzun uzun savundu. Bu konuya ise hiç girmedi. İkinci seçeneği yasa tasarısına neden koyduğunu açıklamadı.
Ama, konunun can alıcı nüansı buradadır.
Dünyada mayın konusunda deneyimli birçok ciddi şirket var. Bunlardan hizmet satın almak dünyanın en kolay işidir. Yani işi para karşılığı yaptırmak isterseniz yaptıramamanız mümkün değil.
Ama yaptırmak istemezseniz işi yokuşa sürmek ve “Ne
En aklı başında arkadaşlarımdan birinden şu mail’i alınca anladım ki İsrail konusundaki paranoya balistik bir boyut kazanmış.
Arkadaşım mail’inde şöyle diyordu: “İsrailli bir arkadaşım, Filistin sorunlarının kökenini anlatırken, ilk yerleşimcilerin toprakları satın aldığını anlatmıştı. Yani, bir anlamda işgal toprak satın alımıyla başlamış.
Bizdeki mayınlı alan konusu da benzer bir tablo çiziyor mu? Biraz önce gazetedeki yorumları okudum. Kafam karıştı. Biraz da kaygılandım. Ne diyorsunuz?”
Biz, Alanya veya Marmaris’te ev alan İngiliz emeklilerin ve tatilcilerin sayısı arttı diye İngiliz imparatorluğunun son kolonisi olmaktan korkan bir milletiz.
Bu nedenle, İsrail, Suriye ile hududumuza el koyacak diye dehşete kapılmamız anormal değil, diyorum.
1990’da Irak Kuveyt’i işgal edince Türkiye 34 devletle birlikte ABD’nin yanında Saddam Hüseyin’e karşı savaşa girdi.
O zamanlar Başbakan olan Turgut Özal, halkı ikna etmek için Türkiye’nin savaştan ekonomik çıkar elde edeceğini söyledi, “Bir koyup üç alacağız” dedi.
Bu hesabın tuttuğunu sanmıyorum. Ama bazı şirketler Kuveyt’ten para kazandı. Bunlardan biri işadamı İbrahim Çeçen’in İçtaş adlı şirketidir.
Kuveyt-İran sınırında her iki ülkenin gömdüğü mayınlar ve savaş sırasında ABD’nin havadan attığı patlamamış bombalar vardı. Saddam yenilince Kuveyt bölgeyi mayınsızlaştırmaya karar verdi ve işi Türkiye, İngiltere, Mısır gibi müttefik devletlerin şirketleri arasında bölüştürdü. Türkiye’ye düşen işi İçtaş aldı.
İsrail şirketi TAHAL
Bu konudan bana ilk defa mayın yazılarımı araştırırken konuştuğum bir İngiliz mayın şirketinin patronu bahsetti.
Bunun üzerine İçtaş’ı araştırmaya başladım ve TAHAL adlı bir İsrail şirketi ile Türkiye’de
Galiba askerde yeni bir gelenek oluştu: Susmak gereken zamanda konuşmak, konuşmak gereken zamanda susmak.
Bu geleneği Orgeneral Büyükanıt başlattı.
Büyükanıt’tan sonra Genelkurmay Başkanı olan ve duyulması ile duyulmaması arasında pek fark olmayan bazı şeyleri söylemek üzere iki basın toplantısı düzenleyen İlker Başbuğ bunu devam ettirdi. Başbuğ’un konuşmalarında değindiği konuların neredeyse tümü içeriye dönüktü. Oysa Silahlı Kuvvetler’in esas işi, ülkeyi dış tehditlere karşı korumaktır. Kürt konusunu dışarıda tutacak olursak, Başbuğ’un ana temasının dış güvenlik olması gerekirdi.
Ama bu konularda kayda değer bir şey duymadık. Başbuğ’un herhangi bir konuda açık bir mesajı da yoktu. Onu dinledikten sonra kendi kendime şu suali sordum: Neden konuşmuştu? Bu sorunun cevabını bulamadım.
Şimdi de kendi kendime şu soruyu soruyorum: Bir süredir ülke askerin çok iyi bildiği bir konuyu tartışıyor: Türkiye-Suriye hududunun mayınlardan temizlenmesi. Bu konu onların uzmanlık alanına giriyor. En çok bilgi onlardadır. O zaman,
Bu yazıyı hazırlarken dünyanın önde gelen bazı mayın temizleme şirketlerinin sahipleriyle konuştum. Bir İngiliz şirketinin reaksiyonu “yap-işlet-devret” konusundaki ortak kanaati özetliyor: “Çok garip, duyulmamış bir şey. Önceden belirlenmiş bir adres yok ise, bu işi “yap-işlet-devret” modeli ile yapmaya talip olacak mayın şirketi bulunamaz. Çünkü tarım, mayın şirketlerinin işi değil.”
Bir Kuzey Avrupalı mayıncı da, “İşe bu şekilde soyunuyor olmalarını anlayamıyorum. Mayından arıtma şirketlerinin hiçbiri tarım işinde değil. Demek ki bizi değil büyük oğlanları istiyorlar; risk sermayesi, çok uluslu gıda veya tarım şirketleri, falan” diye konuştu.
Bir İngiliz şirketi ise, “Teklif verebilir miyiz diye tarım şirketlerini dolaştık ama ilgileneni bulamadık” dedi.
Basit bir mantık yürüterek şu sonuca varmak, bilmiyorum, yanlış mı: Bu işten anlayan herkes “yap-işlet-devret” modelinin geçersiz olduğunu söylüyor. O zaman neden hükümet uzman şirketlerin kabul etmesi mümkün olmayan bir model üzerinde
Meclis’te tartışılan mayınsızlaştırma yasa tasarısının bu kadar gürültü kopartmasının ardındaki neden, mayından temizlendikten sonra topraklara kimin veya kimlerin sahip olacağıdır.
Muhalefet cephesinde yaygın kanaat adresin belli olduğudur.
Bu şüpheyi destekleyen önemli bir gerçek var: Mayın temizleme ihalesinin kamu ihale yasalarına tabi olmayacağının tasarıya konmuş olması. İhaleyi, kendi koyacağı kurallar çerçevesinde, Maliye Bakanlığı yapacak. Bunun anlamı bakanlığın, keyfi bir şekilde, mayından temizlenecek toprakları istediği şirket veya devlete verebileceğidir.
Geçmiş örnek olaylardan artık biliyoruz ki AKP bir konuyu ihale yasasının dışına çıkardı mı akıllarda o ihaleyi alması istenen bir şirket var.
Şüphe uyandıran bir başka unsur, Savunma Bakanlığı’nın mayın temizlemenin bedeli konusunda uydurduğu masaldır. Bu masalı iyice anlamak için işin aşamalarını kısaca gözden geçirmek lazım.
Hükümetin ilk düşüncesi mayınları askere söktürmek, arazi mayınlardan arındırıldıkça bunları çevre halkına dağıtmaktı.
Hükümet sekiz yıldır Türkiye- Suriye hududundaki mayınları temizlemek için formül bulmaya çalışıyor.
Bulunan son çare bölgeyi mayından para talep etmeden temizleyecek şirkete 44 yıllığına kiralamak.
Bunu öngören bir yasa tasarısı Meclis’te görüşülüyor.
Suriye ise yıllar önce kendi bölgesini sesiz sedasız mayınsızlaştırdı. Suriyeliler, kendi bölgelerini temizlemekle yetinmediler. Tampon bölgede ve Türk topraklarında binlerce dönüm araziyi temizleyip sınır köylerindeki çiftçilere tahsis ettiler.
Hazine arazisi
1956’da Türkiye-Suriye hududu sınır belirlemesi yapılırken Türk tarafına düşen topraklar kamulaştırıldığı için mayınlı arazide Türk vatandaşlarına ait özel mülk yok. Buradaki 216,000 dekarın Suriye vatandaşlarına ait olan 13,000 dekarlık bölümü hariç neredeyse tamamı Hazine’ye aittir. Türkiye-Suriye hududu dünyadaki en büyük mayın temizleme projesidir.