KKTC’nin ikiyüzlülük mitingi

4 Mart 2011

Lefkoşa
Çarşamba günü sendikaların Lefkoşa’da düzenlediği mitingi birçok şekilde tarif edebilirsiniz.
Ben aciz, iflas ve ikiyüzlülük mitingi olarak tarif ediyorum.
Mitingin iki amacı vardı: Ankara’nın mali desteği ile yürürlüğe konan üç yıllık kemer sıkma programının kaldırılması. Yeni bir hayat kurmak umuduyla Türkiye’den Kıbrıs’a gelen göçmenlerin geri gönderilmesi.
Aslında, bu amaçları sağlamak için mitinge gerek yoktu. Ya da ille de miting yapılacak idi ise AKP hükümetine değil, KKTC’yi iflas ve ümitsizliğe sürükleyen siyasi partilere ve sendikalara karşı yapılmalıydı.
Ama yapılamazdı. Çünkü mitingi sendikalar düzenledi. Baş katılımcılar arasında ise iktidarda olan Ulusal Birlik Partisi dışındaki bütün partiler vardı.
Yani ülkenin hazinesini tamtakır hale getirenler, istisnasız bütün kamu iktisadi teşekküllerini iflas ettirenler, devlet bankalarının içini boşaltanlar, bunların meydana getirdiği ekonomik felaketi düzeltmeye çalışanların aleyhine miting yapıyordu.

Yazının Devamı

Martin Luther’in ülkesinde bir istifa

3 Mart 2011

Başbakan Tayyip Erdoğan Almanya’ya yaptığı ziyaret sırasında Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin neden engellendiğini hiddetle sorgularken Almanya Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg istifaya hazırlanıyordu.
Guttenberg bir süreden beri doktora tezinde intihal yapmak, yani kaynak göstermeden başkalarının çalışmalarını kendi tezinde kullanmakla suçlanıyordu.
Bayreuth üniversitesi geçen hafta Guttenberg’in doktorasını geri aldı. Sayıları 17 bini aşan akademisyen Şansöyle Angela Merkel’e açık mektup yollayarak intihal skandalının Alman üniversitelerini “gülünç” duruma düşürdüğünü bildirdi.
Guttenberg Alman parlamentosundan özür diledi. “Büyük hatalar” yaptığını ama isteyerek kopyacılık yapmadığını savundu. Ama ne dediyse aleyhinde kabaran dalgayı yatıştırmadı.

İşler böyle yürüyor
Guttenberg sadece kabineye değil, muhtemelen siyasi hayata da veda etti. Oysa bu skandal patlak vermeden önce bir gün gelip şansölye olabilecekler arasında sayılıyordu. Tevekkeli değil, salı günü istifa ederken “Bu hayatımın en acılı kararı oldu” demesi.

Yazının Devamı

Erbakan: Pes etmeyen politikacı

2 Mart 2011

Necmettin Erbakan 1974’te Bülent Ecevit’in kabinesinde başbakan yardımcısı olduktan birkaç hafta sonra, Ankara’da bir basın toplantısı yaptı.
Salonda dev bir Türkiye haritası asılıydı. Haritanın üzerinde Erbakan’ın devlet eliyle kurmayı tasarladığı düzinelerce fabrika, rafineri, petro-kimya tesisi, liman, otoyol vardı. Boş alanlar dolmuş, tarım ülkesi Türkiye, Erbakan’ın eğitiminin bir döneminde bulunduğu Almanya gibi, endüstriyel bir ülke olmuştu.
Finansmanı nereden sağlayacağı sorulduğunda gülümsedi. Para hazırdı. Pek yakında, hepimiz görecektik.
Basın toplantısından kısa bir süre sonra Erbakan, Anadolu yollarına düştü ve haritada gösterdiği tesislerin temellerini atmaya başladı.
Ama temellerin üzerinde hiçbir şey yükselmedi. Ne proje vardı, ne de finansman. Zaten koalisyon da kısa ömürlü oldu; Erbakan’ın kırk yıldan uzun siyasi hayatında kurduğu bütün partiler, üyesi olduğu bütün hükümetler gibi.
Erbakan, dünyaya realite ile iplerini keserek gelmişti. İmkânsız rüyalar görüyordu ve bu rüyaları son nefesine kadar görmeye devam etti.
Hem onun hem de Türkiye’nin şansı

Yazının Devamı

Hasta kadın ile salyangoz

26 Şubat 2011

Elizabeth Tova Bailey, Alp Dağları’nın küçük bir kasabasında tatil yaparken esrarengiz bir hastalığa tutuldu.
Vücudunda bir acayiplik vardı. Düşüncelerini toparlayamıyordu. Zaman garip bir hal aldı. Amerika Birleşik Devletleri’ne, New England’a geri döndü. Hastaneye yattı. Ama hastalığına teşhis konulamadı. “Derin bir karanlığın içine düştüm ve düşe düşe imkânsız uzaklıklara yuvarlandım” diye yazdı. “Geri dönemiyordum; vücuduma ulaşamıyordum.”
Kendini neredeyse hiçbir şey yapamayacak kadar güçsüz hissediyordu. Günlerini, “Düşünce fırtınaları, tarifsiz hüzün ve dayanılmaz bir yitirmişlik duygusu içinde” hastane yatağında geçirmeye başladı. “Bir daha geri dönemem” diye uyumaya bile korkuyordu.
Hastalık, zamanın geçişinde, onunla, kedinin fare ile oynadığı gibi oynadı. Dibe çökmüşken iyileşiyor, bir süre kendini iyi hissettikten sonra gene tepetaklak geri yuvarlanıyordu. Daha iyi günlerinin birinde bir arkadaşı ona bir saksı menekşe getirdi. Menekşelerin arasında bir salyangoz vardı.
Yatağından doğrulacak güce bile sahip olmayan Bailey akşama doğru salyangozun saksıdan aşağı inip yeni dünyasını incelemeye koyulduğunu gördü. Büyülenmiş gibi bu küçük canlıyı seyretmeye başladı.

Yazının Devamı

Meydanların sessizliği

25 Şubat 2011

Meydanlarda mitingler olmaması bazen olması kadar anlamlıdır. Tunus ve Mısır’dan sonra veya onlarla beraber bir ülkede daha protesto mitingleri olması beklenirdi ama olmadı. O ülke Türkiye’dir.
Üç dört sene önce olsaydı, Kürtler dünyanın gözlerinin bu bölgeye çevrilmesinden yararlanarak Diyarbakır, Şırnak, Hakkâri gibi yerlerde muhtemelen sokağa döküleceklerdi. Ama dökülmediler. Nedeni düşünmeye değer.
İlk akla gelen şu: Acaba, hükümet ile Öcalan arasında varıldığı konuşulan ve yeni anayasa değişikliği ile uygulamaya konacak anlaşma sanıldığından güçlü mü?
Öcalan bu anlaşmaya güvenerek taraftarlarını sokağa döküp potansiyel olarak Türkiye için can sıkıcı olabilecek gösterilerden kaçınmış olabilir. Çünkü seçimlerden sonra elde edebilinecek kalıcı bir çözüm bugün kopartılacak ve muhtemelen elle tutulur bir sonuç vermeyecek gürültüden iyidir.

İleriye yönelik ümitler arttı
Umarım neden budur. Eğer bu ise seçimlerden sonra Kürt sorununun barışçı ve kalıcı bir biçimde çözülmesi için var olan ümit, genel olarak hissedilenden daha güçlü demektir. Türkiye’nin önünü açması bakımından bundan daha iyi bir haber olamaz.

Yazının Devamı

Eski gözaltı sınıfı, yeni gözaltı sınıfı

24 Şubat 2011

Ergenekon veya benzeri davalarda gözaltına almalar neden büyük gürültü kopartıyor?
Nerdeyse üç yıl oldu ilk paşaların ve gazetecilerin hapis görmelerinden bu yana. Ama hâlâ bir bağışıklık kazanılamadı. Geçenlerde gazeteci Soner Yalçın ve iki meslektaşı gözaltına alındığında kamuoyu gene şemsiyesiz bir yorum ve tantana yağmuruna tutuldu.
Kopan gürültünün genellikle açıklaması şudur: Türkiye kabuk değiştiriyor. “Askeri vesayet” kalkıyor. Eski gözaltı sınıfına ait dinciler, komünistler ve solcuların tattıklarını bu defa “darbeciler” ve onları destekleyenler tadıyor.
Bu açıklama doğrudur, ama kısmen.
Kopan gürültünün ardında bir de gözaltılarda rolü olan veya olduğu sanılan hükümet, polis, MİT ve yargı gibi kurumlara karşı duyulan güvensizlik var.
Bunu şöyle açıklamaya çalışayım. Farz edin ki Soner Yalçın’ın Türkiye’de olduğu kadar ünlü bir İngiliz, Londra’da İngiliz polisi tarafından yakalandı ve mahkeme tarafından tutuklandı.
Bu tutuklamanın yorumu bizde olduğundan çok daha değişik olurdu. Çünkü:

Yazının Devamı

Otoyol: Yabancı bankalara ÇED diyor

23 Şubat 2011

İstanbul ile İzmir’i birbirine bağlayacak olan Gebze-Orhangazi-İzmir otoyolu bu güne kadar Türkiye’de girişilen belki de en büyük ve önemli altyapı projesidir.
Ulaşımı kolaylaştırarak İstanbul’un nüfus yükünün azalmasına önemli katkıda bulunacak, konuştuğum bir uzmanın deyimi ile “Muazzam bir ekonomik katma değer ekleyecek.”
Harika, değil mi?
Ama ey Ulaştırma Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı! Bu yolu Türkiye’nin cennet göllerinin, sulak alanlarının ve ormanlarının içinden geçirmek ve buraları yok etmek zorunda mısınız? Neden güzergâhı orada biraz sağa, burada biraz sola çekerek hem yolu yapma hem doğayı koruma yöntemini seçmiyorsunuz?
Cevabı biliyorum. Duya duya ezberledim: “Falan tarihten önce yatırım programına konan projeler için Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) araştırmasına gerek yoktur.”
Bu uygar dünyanın kurallarına uymakta direnen, çevreyi korumak için en ufak bir gayrette bulunmak istemeyen bir yönetimin tavrıdır. Doğa yasalara uymak için değil, değerli ve hızla tükenmekte olan bir kaynak olduğu için korunur.
Hükümetin Meclis’te çoğunluğu var, Cumhurbaşkanı Gül de önüne gelen her yasayı imzalıyor.

Yazının Devamı

Yürü, kendini sevmeyi unutma

19 Şubat 2011

Yürümekle düşünmek arasında olumlu bir bağlantı var. Ateşle yemek veya yatakla uyumak arasında olduğu gibi.
Yürüyünce zihnim açılıyor. Uzaklaşmak istediğim düşüncelerden uzaklaşıyorum, aradığım düşünceleri buluyorum. Aklımdaki sorular aydınlanıyor.
Yürüyüşlerimi başladığımdan mutlu bitiririm: Yürümek, mutluysam mutluluğumu artırır, mutsuzsam mutsuzluğumu azaltır. Kızgın başladığım yürüyüşlerden dingin dönerim.
Yürümekten hoşlanan bir tanıdığım, “Dışarı çıkan kendine döner” diyor.
Dünyaya bütün melaneti getirenler müziği olmayanlar ve yürümeyenlerdir. Onlar hiç dışarı çıkmazlar, kendilerine dönmezler. Ağaçları, gökyüzünü ve kuşları görmezler, doğanın kokusunu duymazlar. Hep havasız içerilerde, karanlık hesapların yapıldığı elektrik yüklü bencil odalardadırlar.
Politikacıların melaneti bundandır.
Yürümek aklı da yürütür.

Yazının Devamı