Bu yıl atom çekirdeğinin Ernest Rutherford tarafından keşfinin yüzüncü yılıdır.
Artık herkes atomun ne olduğunu biliyor veya bildiğini sanıyor.
Ama keşfin İngiltere’nin Manchester Üniversitesi’nde açıklandığı 1911 yılında atom, bugün olduğu gibi, Hiroşima’sı, bombaları, nükleer santralleri ve tıptaki uygulamalarıyla günlük hayatın kelime haznesine girmemişti.
Rutherford atomun ne kadar küçük olduğunu anlatmak için bir benzetme yaptı. Eğer, dedi, dünyada yaşayan her insan günün on iki saatini bir yüksüğün içini teker teker atom doldurmaya ayırsa, yüksüğün dolması için yüz yıl geçmesi gerekirdi.
Temelde her şey basittir.
Açıkça anlatılamayacak konu yoktur. Açıkça anlatılamayacak kadar kavranmamış konu vardır.
1970’lerden beri, bazen haftada bazen günde birkaç defa, Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçaklar Türkiye’deki üslerinden kalıp Ege Denizi’nin ihtilaflı hava sahansında uçuyorlar.
Her defasında Yunanlı meslektaşları peşlerine takılıyor. Genellikle zararsız ve kısa bir dalaştan sonra herkes geri üssüne dönüyor.
Bazen kazayla uçaklar çarpışıyor, pilotlar ölüyor. Bir defasında Yunanlı bir pilot ateş açıp Türk uçağını düşürdü ve pilotu şehit etti.
Ülkelerin toprakları üzerinde olduğu gibi göklerinde ve denizlerinde de egemenlik sahaları var.
Bu sahaların sınırlarını uluslararası konvansiyonlar ve ikili anlaşmalar belirler. Aramızdaki denizde sınırların nereden geçtiği konusunda Türkiye ile Yunanistan arasında anlaşmazlık var.
Ege’de irili ufaklı, kimisi bir kayadan büyük olmayan, üç binden fazla ada var. Bir zamanlar Osmanlı’ya ait olan bu adaların birkaçı dışında hepsi, imparatorluk dağılırken, değişik zamanlarda, Yunanistan’ın hâkimiyetine geçti.
Hayatında okuma ve öğrenme büyük yer tutan bir arkadaşım var. Doksanlarındaki anneannesi onun için “Bizim kız üniversiteyi bitirdi, ama mezun olamadı,” diyormuş.
Anneannenin bu sözleri Batı’da yer eden “ömür boyu eğitim” kavramını çok iyi tarif ediyor.
Ömür boyu eğitim kişinin okul dönemini tamamladıktan sonra, bilgi ve becerisine eklemek, hayat kalitesini artırmak amacıyla aralıksız kendi kendine uyguladığı eğitimidir.
Öğrenmeyi hayat boyu bir süreç ve her zaman hayatın bir parçası kabul etmektir.
Bu sürece dâhil olup olmadığınızı anlamak için okul döneminden sonra “kendime ne ilave ettim,” diye sorun.
Bilgi ve beceri dağarcığınıza yeni şeyler eklediniz mi, yoksa yılların geçişiyle öğrendiklerinizi de unuttunuz veya eskittiniz mi? Eğer yabancı bir dil bilmiyor idiyseniz öğrendiniz mi? Biliyor idiyseniz, mükemmelleştirdiniz mi? Seyahat ediyor, çok kitap okuyor musunuz? Sahanızdaki gelişmeleri izliyor musunuz?
Yalnız yaşayan adamın evine bir kadın geldi. Tencereler kapaklarını birbirine çarparak, “Yaşasın, mercimek yemeğinden kurtulduk, artık içimizde harika yemekler pişecek” diye bağırdı.
Yemek masası, “Tanrım, uzun zaman üzerime beyaz keten örtü serilecek, özlediğim kumaş peçeteler çekmecelerden çıkarılacak” diyerek sevinçten ağladı.
Halılar bayram etti: “Üzerimize yumuşak ayaklar basacak.”
Çamaşırlık, “Oh, nihayet tenime ipek kadın çamaşırı dokunacak” dedi.
Çamaşır makinesi “Tanrım çok şükür, dantelli iç çamaşırlarını çevireceğim artık” diye sevindi.
“Üstümüze kekik serpilecek, limon dilimleri ile süsleneceğiz, zeytinyağı ile yıkanacağız” diye şölen yaptı tabaktaki zeytinler.
“Süs niyetine duruyorduk. En nihayet aşuremize kavuşacağız” diyerek şen bir kahkaha attı aşurelikler.
Aradığınız kişinin size ne kadar zamanda geri döndüğü size ne kadar değer verdiğinin ölçüsüdür.
Bu sıfır ila 100 arasında değişir.
Birisini ararsınız, size geç değil hiç dönmezse, size verdiği değer sıfırdır. Aslında kelime kullanmadan: “Beni bir daha arama” diyor size.
Aradığınız hemen veya uygun olduğu ilk an geri dönerse, size verdiği değere yüz verebilirsiniz.
Tabii, bu kural iki taraflı da geçerlidir. Farkında olmayabilirsiniz. Ama sizi arayan bir kişiye ne kadar çabuk döndüğünüz onun tarafından ona verdiğiniz değerin bir ölçüsü olarak algılanacaktır.
Birine kıymet verirseniz hemen ararsınız.
Kendilerine hiç dönülmeyen veya makulün dışında geç dönülen kişiler genellikle bunu bir terslenme veya küçük görülme olarak algılar. Düşman kazanmanın en kolay yollarından biri budur.
Ne zaman ekonominin büyümekte olduğunu yazsam Ankara’da yaşayan bir arkadaşım “Ne büyümesi yahu?” diye sorar bana. “Ekonomi büyüyorsa neden ben bunu hissetmiyorum? Neden gelirim artmıyor?”
Aslında geçerlidir bu sorular. Ekonomi büyüyorsa bunun, büyüme oranında, herkesin gelirine yansıması gerekmez mi?
Hayır. Maalesef. Mahalle sakinlerinden Ahmet Efendi zenginleşirse mahallenin toplam geliri artar. Ama Ahmet Efendi dışındakilerin gelirinde artış olmaz. Onun gibi bir şey.
Ekonominin büyümesi, kabaca, ülkede üretilen mal ve hizmetlerin bir sene öncesine kıyasla artması demektir. Bundan elde edilen gelir eşit bölünmez. Bazıları diğerlerinden daha çok alır. Türkiye’de nüfusun küçük bir bölümü gelirin büyük bir bölümünü cebine atar.
Genel yaşam kalitesi
Zenginlik hem ne kadar gelirimiz olduğu ile ilgilidir hem de genel yaşam kalitesi ile. Yani ülkenin ne kadar kalkınmış ve ileri olduğuyla. Bu da daha çok yönetimle ilgili bir konudur.
Metin Münir 29 Ekim 2010 tarihli “Dinç Bilgin: Kıdemli sanık” başlıklı yazısında ATV-Sabah Grubunun satın alınma süreci ile ilgili maddi hatalar içeren açıklamalarda bulunmuştur. Öncelikle belirtmek gerekir ki; TMSF tarafından 6183 Sayılı Kanun’a göre yapılan cebri icra satışı sonucunda ATV-Sabah grubu 1.1 Milyar ABD Doları mukabilinde satın alınmıştır. Bu satın alma işlemini müteakip yüz elli milyon ABD Doları işletme sermayesi konulmuş ve şirketin değeri bir milyar iki yüz elli milyon ABD Doları’nı bulmuştur. Bu tutarın beş yüz milyon ABD Doları şirket ortaklarının öz kaynaklarından temin edilmiş, bakiye yedi yüz elli milyon ABD Dolarlık kısmı için ise 22.04.2008 tarihinde 3 yılı faiz ödemeli, anapara geri ödemesiz, 10 yıl vadeli kredi kullanılmıştır. Şirket hisselerinin %25’i Yüz Yirmi Beş Milyon ABD Doları mukabilinde Katar menşeli Lusail International Media Company şirketine satılmıştır. Bu gerçekler ışığında ve yazıda yer alan bilgilerin aksine:
* Müvekkil şirkete sermaye olarak konulan beş yüz milyon ABD Dolarının üç yüz yetmiş milyon ABD Dolarlık kısmı Çalık Grubu’nun öz kaynaklarından; bu toplam sermaye tutarının %25’ine tekabül eden yüz yirmi beş milyon ABD Doları ise
Mutluluk iş saatleri dışına has bir duygudur. Batı’da mutluluk konusunda son zamanlarda yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı en önemli bulgulardan biri bu.
Harvard Üniversitesi eski başkanlarından Derek Bok kısa bir zaman önce piyasaya çıkan Politics of Happiness (Mutluluk Politikaları) adlı kitabında bu olguyu şöyle özetliyor:
“Gün içinde insanlara zevk veren aktivitelerin hemen hemen hepsi mesai dışında cereyan ediyor. Seks yapmak, aile ile birlikte olmak, arkadaşlarla buluşmak gibi. İşe gidip gelmek dahil, günün daha az zevkli olan saatleri ise insanın işi ile ilişkili olanlardır.”
Katılıyor musunuz?
Aldıkları maaşı çalışmadan onlara verseniz kaç kişi işe gider?
Kaç kişi sabahleyin uyanmak istemediği bir saatte uyanıp, yapmak istemediği bir yolculuktan sonra bulunmak istemediği bir ortamda muhtemelen sevmediği insanlarla, hoşlanmadığı bir uğraşa gününün üçte birini hasreder?