1999’dan bu yana yirmiden fazla banka battı. Batış nedenleri aynıdır: Sahiplerinin banka kaynaklarını ceplerine atmaları veya dandik projelere yatırmaları.
Devlet, batan bankalara el koydu. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun bir raporuna göre, bunları temizlemek için 40 milyar dolar civarında para harcadı.
Devlet, bu paraları geri almak için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nu (TMSF) demokratik ülkelerde bulunması mümkün olmayan yetkilerle donattı.
TMSF acımasız bir biçimde eski banka sahiplerinin peşine düştü. Bazı bankacılar hapse atıldı. Bazıları memleketten kaçmak zorunda kaldı. Hepsine fatura çıkarıldı ama hiçbiri bankalarından çektiklerine kıyasla kayda değer bir geri ödemede bulunamadı.
Bunun tek istisnası Mehmet Emin Karamehmet’tir. Krizden önce dünyanın en zengin işadamlarından biri olan Karamehmet’in iki bankası vardı: Pamukbank ve Yapı Kredi. Karamehmet’in her iki bankaya büyük borcu vardı. Devlet Pamukbank’a el koydu ve Yapı Kredi’yi baskıyla Koç ve İtalyan ortağına
Avrupa’nın kurtulamamış tek ülkesi Türkiye’dir. Türkiye demokratik olmamaktan kurtulamadı. Azgelişmişlikten kurtulamadı. Gerilikten kurtulamadı. Askerin vesayetinden kurtulamadı. Azınlıklarıyla çekişme halinde olmaktan kurtulamadı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Avrupa ülkeleri, Sovyetler Birliği’nin sağılmasından sonra Doğu Avrupa ülkeleri kurtuldular veya kurtuluş yoluna girdiler.
Romanya ve Bulgaristan arkada kaldılar ama her ikisi de artık AB ülkesi. Brüksel’in yardımıyla kalkınacaklar, demokratikleşecekler, rüşvet ve yolsuzluktan yakalarını sıyıracaklar.
Çok ümitlenmiştik ama...
Ukrayna ve Sırbistan gibi dışarıda kalan birkaç ülke de çok geçmeden AB evine alınacak.
Türkiye ise Avrupa Birliği’nin maddi ve manevi desteğini kaybetti ve yalpalamaya başladı.
Türkiye’de 1960’tan beri hüküm süren siyasi sistem çöktü. Bu sistem 1960 darbesiyle kurulmuş, 1980 müdahalesiyle pekiştirilmişti.
Bu sistemde Türkiye saklı bir sivil-asker koalisyonu tarafından yönetiliyor, denge cumhurbaşkanı tarafından sağlanıyordu.
AKP’nin iktidara gelmesiyle sistem çatırdamaya başladı, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesiyle göçtü.
Erdoğan, kendinden önceki başbakanlar gibi, iktidarı askerlerle paylaşmaya razı değil. Tam egemen olmak istiyor.
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt için, “O benim maiyetimdeki bir memurdur” diyerek bunu açıkça ortaya koydu.
Cumhurbaşkanlığı da denge fonksiyonunu yitirdi. Çankaya’yı AKP hükümetinin bir uzantısı haline getiren Gül’ün denge kaygısı yok. O da Erdoğan gibi düşünüyor, askeri denklemin bir parçası olarak kabul etmiyor.
Sorun şu: Sivil-asker ortaklığı üzerine kurulu sistemin çöktüğünü herkes kabul ediyor mu? Ve bu sistemin yerine ne konacak?
Telefonumun dinlenmesinden korkmuyorum. Keneden korkmuyorum.
Ergenekon’dan korkmuyorum.
Dincilerden korkmuyorum.
Ateistlerden korkmuyorum.
Askerlerden korkmuyorum.
AKP’nin gizli bir gündemi olma olasılığından korkmuyorum.
Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatmasından korkmuyorum.
KARLOFÇA
Yaz sıcağında ustalar Karlofça’nın Barış Kilisesi’ni restore ediyorlar. Kapıları ve pencereleri söktüler, sıvayı döküp ağarmış kiremitleri ortaya çıkardılar. Kaldırılan yuvarlak, ahşap damın yerine yenisi inşa ediliyor.
Ocak 1699’da, şimdi üzerinde Barış Kilisesi’nin bulunduğu bu tepede Osmanlı İmparatorluğu, sonunun başlangıcını ilan eden bir dizi antlaşma imzaladı.
Osmanlılar, Viyana’yı ilk fetih denemesini onbeşinci yüzyılda Fatih Sultan Mehmet zamanında, sonuncusunu onyedinci yüzyılda yaptılar. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 1683’te Viyana’yı kuşattı. Osmanlılar Ansiklopedisi’ne göre, Merzifonlu “haddinden fazla mağrur ve şöhret düşkünü” idi. Kanuni döneminde bile erişilemeyen bir mertebeye erişmek, Osmanlı hâkimiyetini Avrupa’nın ortalarına kadar yaymak istiyordu. Onaltı yıl süren savaş bozgunla sonuçlandı. Merzifonlu kellesini kaybetti.
Osmanlı, Avusturya, Polonya ve Venedik elçileri 1698 kışında Belgrad’ın 57 kilometre doğusundaki Karlofça’da toplantılar.
&l
Bazen ilk bakışta bir damla su gibi görünen şeyin bir nehir olduğu ortaya çıkar.
Sinan Öncel, Bay Terlik, bunu öğrendiği zaman 21 yaşındaydı. Sultanhamam’da gıdadan kırtasiyeye aklınıza gelen her şeyin ithal edildiği bir firmada çalışıyordu. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nde öğrenciyken yarı zamanlı olarak çalışmaya başlamıştı orada.
“Bir gün bir arkadaşım pofuduk terlikler getirdi” diye hatırladı. “Yaparsan çok satarsın, dedi. Şirkette çalışırken ayrıca atölyelere fason terlik yaptırdım kendi adıma. Biraz sonra baktım ki bir yılda kazandığım parayı bir ayda kazandım.”
Bir han odası ve bir çırak tutup nehre daldı. Üç bin, dört bin terliği arabaya koyuyor, götürüp satıyordu.
Bir sene geçmeden, 1989’da, “yıldızın parladığı zaman” dediği bir an geldi. Telefonu çaldı. Eczacıbaşı İpana kampanyasında dağıtmak için 25.000 pofuduk terlik almak istiyordu. Yapabilir miydi? Tabii yapardı.
“Bir hafta sonra İpana reklam filmi dönüyor” diye hatırladı.
Ergenekon’a bakmak için gözümüzü siyasetin anahtar deliğinden uzaklaştırmamız gerekir.
Hukukun penceresine yönelmeliyiz.
Siyasetin anahtar deliğinden bakan gerçeği değil istediğini görür.
Bu olay, “Sen beni kapatmaya kalkarsan ben de senin paşalarını deliğe tıkarım” veya “Benim savcım senin savcını döver” olayı olmayabilir.
Ortada gerçek bir suç veya suça teşebbüs olabilir.
Kesin bilmek mümkün değil çünkü hukukun penceresi henüz açılmadı.
Bu pencere savcının hazırlamakta olduğu iddianamedir.
8 Temmuz 2008 Bugün bu saatlerde Erzincan’a uçmak üzere havaalanına gidiyor olmalıydım.
Birkaç hafta önce elime geçen bir araştırmayı okuduktan sonra Erzincan kafama takılmıştı. İl 2000- 2007 arasında nüfusunun üçte birini göçe vermişti. Doğu’da nüfus kaybeden tek il Erzincan değildi. Aynı yıllarda Erzurum, Malatya ve Bitlis ve Ardahan da yüzde 15’ten fazla küçüldüler. Daha az göç veren başka iller de var. Ama Erzincan en çok göç veren ilden iki misli daha fazla göç vermiş.
Neden, bu kadar kısa bir sürede her üç Erzincanlıdan biri memleketini terk etmişti?
Konuştuğum bir gazeteci, memleketine gelme nedenimi duyunca güldü.
“Kimsenin bir yere gittiği yok” dedi. “Geçen sayımında nüfusu şişirilmişti. Biliyorsunuz, her il nüfusuna göre bütçeden oy alır. Ölüleri ve doğmayanları bile kaydettiler. İş sıkı tutulunca rakam düştü.”
Daha da ilginç
Eğer doğruysa bu daha da ilginç. Eğer gerçekten