Dilek Türker'in sahneleyeceği "Kuvayı Milliye Kadınları" adlı tek kişilik müzikli oyunun tanıtımı önceki akşam Çırağan Sarayı'nda yapıldı. Zübeyde Hanım'ın, Halide Edip'in ve Kurtuluş Savaşı'na katılmış çok sayıda "isimsiz" Anadolu kadınının öyküsünü sahneye taşıyacak olan oyunun yazarı Nezihe Araz'la arkadaşımız Aydın Arıcıoğlu konuşuyor:
- Ne zamandır bu oyunun üzerinde çalışıyorsunuz?. - 7 yıldır. "Kuvayı Milliye Kadınları" o dönemin gazetelerinin, kitapların, mektupların, Mustafa Kemal'in bu isimsiz kadınlara çektiği telgrafların taranması sonucu oluştu. 30 kadının hayatını toplayabildim bu süre içinde; oyunda 8'inin öyküsü var. Gönül isterdi ki, okullarda okutulan kitaplarda da bu kadınlardan hiç olmazsa birkaçının adı geçsin, öyküleri anlatılsın...
- "İnsansız" resmi tarihte "isimsiz" kahramanların bulunmaması normal değil mi?..
- Maalesef normal görünüyor. Ama bir yandan da "Bugünkü kuşaklar Cumhuriyet'in oluşum mücadelesini bilmiyor, Atatürk'ü anlamıyor!" diye yakınıyoruz. Yalnızca "Atatürk büyüktür!" demekle ne geçmişi, ne de bugün yaşadıklarımızı anlayabiliriz. Çoğu Türk genci bugün İsmet Paşa'nın İnönü zaferi öncesi Atatürk'e gidip, "Savaşta bazen öyle bunalıyorum ki,
Yargıtay üyesi Şevket Gökkaya güncel tartışmaların kendisine hatırlattığı bir anısını nakletti...
Yıllar önce Avrupa'da "evlat edinme" ile ilgili uluslararası bir hukuk kongresine katılmış Şevket Gökkaya... Oturum aralarında yargıçlar birbiriyle sohbet ederken Lübnan'lı bir hukukçu şu ilginç gözlemini aktarmış:
- Lübnan'da yaklaşık 11 ayrı dinsel cemaat vardır. Her cemaate kendi hukuku uygulanır. Bu konuda karşımıza fazla sorun çıkmaz. Ancak çoğu zaman da iki ayrı hukuka bağlı kişi arasında sorun çıkıyor. İşte o zaman şaşırıp kalıyoruz. O takdirde hangisinin hukukunu uygulayacaksınız? Büyük bir çıkmaza giriyoruz... İşte o zaman düşünüyoruz ki...- Ne düşünüyorsunuz
- Bizim ülkemizden de bir Atatürk'ün geçmesi lazımmış...Fıkra değil, yaşanmış olay...Mesut Yılmaz' ın kardeşi Turgut Yılmaz geçenlerde Cavit Çağlar' ın televizyonu NTV'de anlattı...
"İki erkek çocuğum var, bir de erkek çocuğumuzun olmasını eşim de ben de çok istiyoruz. Derken, eşim hamile kaldı...Doğum yapmasına saatler var, ağabeyim de İstanbul'da, bizim yanımızda...Ama ani bir işi çıktı, Ankara'ya dönmesi gerekti.Hanım, doğum yaptı...Bir erkek çocuğumuz olmuştu, çok mutluyduk. Akşam ağabeyim telefonla aradı,-Ne haber
Cumartesi annelerinin kayıplarını bulmaya yardımcı olmak için geçen Cumartesi günü dertli annelerin toplandıkları yere polis otosu gönderildi. Ama kimse polisten yardım istemedi. Durumu izleyen muhabirimiz yaşlı bir anneye sordu:
- Neden yardım istemiyorsunuz?
Kadın dedi ki:
- Kendi kayıp müdürünü veya evli kadını kaçıran arkadaşlarını bulamayan polis benim oğlumu nasıl bulacak? Sonra da halk ağzıyla mırıldandı:
- Kelin merhemi olsa kendi başına sürer?Nazım Hikmet'in ünlü dizeleri bir zamanların ünlü sloganıydı:
"Sen yanmasam, ben yanmasam, o yanmasa, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..."
Yılar geçti... Ve slogan bugün:
Aşağıdaki kedi hakları bildirgesini bir ilkokul öğrencisi oda kapısına asmış. Babası da pek beğenmiş, bir kopyasını bize yollamış.
1) Bütün kediler özgür ve eşit haklara sahip olarak doğarlar ve daima öyle yaşarlar. Ciğercinin kedisi ile sokak kedisi arasındaki farklar, kedilerin sahiplerinden ya da sahipsizliklerinden doğan farklardır. Hiçbir kedi sahibinin yukarıda belirtilen özgürlüğe aykırı bir şekilde kendisinden kayıtsız itaat bekleme hakkı yoktur.
2) Sahibinin kediye bağımlılığı, kedinin, nankörlük olarak adlandırılsa bile bağımsızlığını zedeleyecek bir karşılıklılık için gerekçe olarak kullanılamaz.
3) Her kedinin ve kedi topluluğunun doğal ve zaman aşımına uğramaz hakları, hürriyet, zürriyet, güvenlik ve zulme karşı direnmedir. Bu haklardan sadece zürriyet koşullara bağlı olarak ve veteriner aracılığıyla kısıtlanabilir.
4) Bir tür hayvan olan insan, bir başka tür hayvan olan kedinin hayvanlığına, varoluşuna ve haklarına saygı duymak zorundadır.
5) İnsanın kendi türüne reva gördüğü aşağılayıcı ve kötü davranışlar, kedi - insan ilişkisi için şu veya bu şekilde bir ölçüt olarak kullanılamaz.
6) Bir kedinin öldürülmesi, "blocide", yani yaşama karşı işlenmiş bir suçtur. İster
Mustafa Kemal'li yıllarda kendimize, ulusumuza güvenir, geleceğe inançla bakardık. "Muasır medeniyet" seviyesine ulaşmak temel hedefti ve yürekten inanırdık ki; o hedef ellerimizi uzatsak yakalayabileceğimiz kadar yakındı...
Paramız "pul" değil paraydı. İnsanımız "parya" değil, başı dik yurttaştı.
Aradan yıllar geçti; geldik bugüne. Manzarayı uzun boylu anlatmaya gerek var mı?. Bu noktada.. Türkiye Sorunları dizisinin son sayısından Mustafa Gazalcı imzalı makaleyi özetle aktarıyoruz. Nereden nereye geldiğimizin belgesi olarak...
Önce.. 2 Eylül 1925 ve 19 Şubat 1932 tarihleri arasındaki kısacık dönemde atılan "çağdaşlık" adımlarına bakalım. Gazalcı sıralıyor:
2 Eylül 1925 - Tekke ve Zaviyelerin kapatılması.5 Kasım 1925 - Ankara Hukuk Fakültesi'nin kurulması.4 Ekim 1926 - Türk Yurttaşlık Yasası'nın kabulü.10 Nisan 1928 - Anayasa'dan "Devletin dini İslam'dır" ilkesinin kaldırılması.1 Kasım 1928 - Yeni Türk harflerinin kabulü.1 Ocak 1929 - Millet Mektepleri'nin açılması ve okuma - yazma seferberliği.26 Eylül 1932 - Türk Dil Kurumu'nun açılışı.19 Şubat 1932 - Halkevleri'nin açılışı...Ve gelelim.. Çok partili düzene geçtiğimiz 1950'den sonra aynı alanlarda atılan "adım"lara:
1950 - Ezanı
Bir adı "Şaibe Hanım" ise, diğer adı da "Cahile Hanım"... Kitap yazmadan profesör olmayı, çalışmadan trilyoner olmayı, siyaset kavramlarını bilmeden parti lideri, hatta başbakan olmayı becerdi. Ama en basit kavramlarda yanlışa düşmemeyi beceremiyor. Son incisi dünkü gazetelerde yer aldı:
- Din üzerinden siyaset yapmayalım, ama laiklik üzerinden de siyaset yapmayalım. Laikliği siyasallaştırmayalım... Sanki iki lafın biri, "Ezan - bayrak" edebiyatı yapan o değil. Ramazanda iftar şovlarında iki elini göğe açarak poz veren de o değil. Hele şu lafa ne buyrulur:
- Laikliği siyasallaştırmayalım!.. Cahile Hanım anlaşılan laikliğin anayasada ve siyasi parti programlarında yer alan, "dinin siyasete karıştırılmasını önleyen" başlıbaşına siyasal bir kavram olduğundan habersiz... Söylediği "demokrasiyi siyasete karıştırmayalım" ya da "siyasi partileri siyasete bulaştırmayalım" türünden bir tutarsızlık komiği... Üstelik 1994 yılında Taksim'de "Laiklik mitingi" yapan da Cahile Hanım'ın bizzat kendisi...
Bırakınız bir siyasetçiyi, bir emlakçı bile bu kavramları karıştırmaz. Böylesi hataya düşmez. Cahile Hanım da meslek itibarıyla "emlakçı" sayılır. Ama kültür düzeyi zayıf bir emlakçı...
Afganistan'
"Aydınlık Türkiye için 1 dakika karanlık" eylemine pek sıcak bakmadığı anlaşılan televizyon kanalında akşam haberleri.. Spikerin okuduğu haber gerçekten ilginç:
"Siz her akşam saat 21'de evinizin ışıklarını yakıp söndürerek ne yaptığınızı biliyor musunuz? Bu yakıp söndürme eylemine katılım ülke çapında yüzde 20 düzeyine ulaşacak olursa; santraller devre dışı kalır, elektrik sistemimiz tümüyle çöker, ülke karanlığa gömülür!.."
Ve arkasından "liberal" yorumcumuz, görüşünü açıklıyor:
- Elektrik sistemi çöker mi, bilemem. Ama bence bu tür eylemler, sokağa taşarsa siyasal sistem tehlikeye girer. Yapmayın, etmeyin! "Işık söndürenler - söndürmeyenler" diye karşı karşıya gelmeyin. Üç askeri darbe gördük, yeter artık!..
"Aydınlık Türkiye" eyleminde somutlanan özlemlerin "kirlenmiş" siyasal sistemin temizlenmesine ne ölçüde katkıda bulunacağını elbette zaman gösterecek. Biz işin "teknik" tarafını araştırmak üzere Elektrik Mühendisleri Odası yöneticisi Hüseyin Yeşil'e danışıyoruz:
- Gerçekten de bu "yakıp söndürme" eylemi, yüzde 20 katılımla elektrik sistemimizin iflası sonucu mu doğurur?. - Kesinlikle hayır. Bakınız; Türkiye'de tüketilen enerjinin yüzde 20'si konutların aydınlatmasında
Arnavutluk Devlet Başkanı Sali Berişa, 1994 yılında İngiltere'yi ziyaret ediyor. Bu ziyarette Kraliçe'ye gümüş bir kutu hediye ediyor. Başbakan Major'a bir çakmaklı tabanca, Tarım Bakanı Hogg'a da bir benzeri Topkapı Sarayı'nda bulunan işlemeli bir hançer...
Sali Berişa'nın verdiği üç armağan da Osmanlı döneminden kalma nadide parçalar...
O günden bu yana bir kuşku giderek artıyor...
Ve nihayet İşçi Partisi'nden Denis Mc Shane'in verdiği bir soru önergesiyle konu İngiltere'de tartışma gündemine giriyor.
- Acaba Muhafazakar Parti Arnavutluk Rejimi'ni aldığı armağanlar hatırına mı bu kadar yürekten destekliyor? diye soran İngiliz milletvekili ekliyor:
- Ayrıca bu armağanların Arnavutluk'ta müzelerden çalınmış parçalar olması kuvvetle muhtemeldir. Eğer öyleyse bunlar geri verilmelidir...Arnavutluk Devlet Başkanı, İngiliz yöneticilere gerçekten çalıntı tarihi eserleri mi armağan etmiştir?
Arnavutluk'ta Arkeoloji Müzesi'nin eski müdürü olup halen muhalefet lideri konumundaki Neritan Ceka:- Bu eserlerin müzeden çıkarılmış olması çok muhtemeldir. Ancak daha önce görmemiz lazım, diye konuşuyor.