Siyasi itfaiye...

8 Mart 1997

ANAP bünyesinde genç "girişimci" ve "politikacı adaylarını" biraraya getiren Arı Grubu'nun Ceylan İntercontinental Otel'de düzenlediği geceye katılanlar arasında İstanbul eski İtfaiye Müdürü Abdurrahman Kılıç da vardı. Ayaküstü sohbet sırasında konu, 2 itfaiye erinin ölümü, 21 erin de yaralanmasıyla sonuçlanan Tuzla yangınına geldi. Abdurrahman Kılıç arkadaşımız Aydın Arıcıoğlu'na dedi ki:
- RP'li Belediye, itfaiyeyi siyasal baskı altına aldı ve mahvetti. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde hiç görülmedik bir kıyım yaşandı itfaiyede. Teknik eğitim yerine din eğitimi başlatıldı. Personele öncelikle ilkyardım ve risk durumları, müdahale teknikleri öğretilmesi gerekirken ahlak dersleri kondu. Onbaşı olmak için sınava giren bir itfaiye erine, "Cuma namazı en az kaç kişiyle kılınır?" diye sorarsanız ve bu yolla terfi ettirirseniz o itfaiyeden başarı beklemeniz mümkün değildir. Daha da vahimi, irtica nedeniyle ordudan atılan subaylara itfaiyede görev verilmesidir. İtfaiye müdür yardımcıları; ordudan atılan subaylar, İlahiyat ve Yüksek İslam Enstitüsü mezunları arasından seçilmektedir, ki.. bunlar hayatında hiç yangın görmemiş kişilerdir. İtfaiyenin tarihi boyunca, ne Osmanlı'da, ne yakın

Yazının Devamı

Bu nesil de bizim

7 Mart 1997

Milli Güvenlik Kurulu'nun 9 saat süren toplantısında İmam Hatip okulları uzun tartışmalara konu oldu. Çünkü bu okulların laik ve demokratik cumhuriyete bağlı gençler yerine Refah Partisi görüşü doğrultusunda nesiller yetiştirdiği yönünde yaygın bir kanı var. Necmettin Erbakan da zaman zaman bu kanıyı güçlendiren sözler sarfediyor; örneğin 13 Ekim 1966'da Ankara'da yapılan RP Büyük Kongresi'nde aynen şöyle diyor:
"...Biz bugünlere nasıl geldik?.. 27 yıllık mücadeleyi bu noktaya nasıl getirdik?.. Zaman zaman yaşadığımız iktidar dönemlerinde tam 350 İmam Hatip Lisesi, 10 Yüksek İslam Enstitüsü ve 3 bin Kur'an kursu açtık... Bugünkü imanlı nesiller böyle yetişti..." İmam Hatip liselerinin bina inşaat masrafını genellikle okul yaptırma dernekleri ya da vakıfları karşılıyor. Ancak tedrisata geçildikten sonra öğretmen ve eğitim masrafları diğer okullar gibi bütçeden, sizin bizim vergilerimizle karşılanıyor. Ayrıca kimin parasıyla yetiştiği bir yana... Bu çocuklar da bizim çocuklarımız. Ülkenin yarınını emanet edeceğimiz çocuklar. Nasıl bir eğitimden geçirildikleri hepimizi en çok o yönden ilgilendiriyor... Acaba bu okullarda hangi tip insan yetiştiriliyor?
TÜSİAD Raporunu hazırlayan

Yazının Devamı

Örnek bir sendikacı...

6 Mart 1997

Son haftalarda, laikliğe sahip çıkma sürecinde bir isim özellikle dikati çekiyor: DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak... Budak, Türk - İş Başkanı Bayram Meral , TESK Başkanı Derviş Günday ve diğer demokratik kuruluşlarn liderleriyle birlikte, MGK toplantısının çok öncesinde siyasi liderleri dolaşmaya, laik demokrasiyi korumak üzere onları hareketlendirmeye çalışıyordu. CHP ve DSP liderleri bir tek kez DİSK'in kapısından içeri girmemiş de olsa, Budak ve Meral alıngan davranmadılar, bu partilerin kapısını çaldılar, liderleriyle görüştüler. Onları demokratik laik rejime sahip çıkmaya çağırdılar. Bu süreçte Rıdvan Budak'ın sözcükleri çok özenle seçerek özlü konuşmalar yaptığını gözledik. Örneğin, kavram kargaşaları arasında çoğu kişi "şeriat"ın karşıt kavramı olarak "laikliği" dile getirirken Rıdvan Budak bu hataya düşmüyor... Şeriatın karşısına kavram olarak "demokrasi" yi koyuyor. Gerçekten de şeriat düzeni yalnız laikliği ortadan kaldırmayı hedeflemiyor. Laiklik demokrasinin ayaklarından biri sadece. Şeriat, tümüyle "demokrasi" yi ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Rıdvan Budak konuşmalarında bu "doğru" nun üzerine ısrarla basıyor. Diğer sözleri de yerli yerine oturuyor. Kulağımıza yalnız

Yazının Devamı

Rüya tabirleri

5 Mart 1997

Sık sık olduğu gibi rüyamda yine Amerika'dayım. CIA Genel Merkezi'nin koridorlarında dolaşırken Paul Henze adlı biriyle tanışıyorum. Uzun yıllar ülkemizde bulunmuş. Türk insanına karşı her zaman büyük bir yakınlık duyduğunu, tel kadayıfın lezzetini hala unutamadığını söylüyor. Koluma girip beni kafeteryaya götürüyor. Hamburgerlerimizi yerken Türkiye'nin bugünkü durumu hakkında sohbete koyuluyoruz. Bir ara soruyorum. "Yahu Mr. Paul , bizim memleketi ne zaman rahat bırakacaksınız İsa aşkına?.."
Hamburgeri ağzında geveledikten sonra "Bizim sizi rahat bırakmamız, çapkın erkeklerin güzel kadınları rahat bırakmasına benzer, dostum" diyor ve ekliyor. "Türkiye gibi potansiyeli güçlü ve güzel bir ülke rahat bırakılır mı hiç.."
Geçmişi düşünüyorum. "Eskiden bizim ülkeyi karıştırmak için, komunizmi kullanırdınız" diyorum. "Doğu Bloku çökünce bu silah elinizden gitti... Sonra Kürtler olayını getirdiniz gündeme. Tutmadı... Şimdi de din işine el atıyorsunuz. Peki bu vakayı da kazasız belasız atlatırsak ne yapacaksınız?"
Cebinden bir kağıt çıkarıyor Mr. Paul. "Futbol var..." diyor. "Ayrı takımları tutan milyonlarca fanatik taraftarın birbiriyle kanlı bıçaklı olduğunu bir düşünsene..."
YORUMU: Bu

Yazının Devamı

Medya takıntısı...

4 Mart 1997

Başbakan Necmettin Erbakan, dün Meclis'te DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit' le yaptığı görüşme sonrası düzenlediği basın toplantısında kendi değerlendirmesini yapmış, sıra sorulara gelmişti. Ardarda gelen soruların hiçbirini beğenmeyen Erbakan, sonunda dayanamadı, kendisine çok yakışan! ancak bir Başbakana hiç yakışmayan üslupla meslekdaşlarımızı eleştirmeye başladı:
"Bakıyorum da hiç müsbet soru yöneltmiyorsunuz...Sorularınız hep menfi...Acaba ters birşey bulur muyuz diye, orasından burasından didikliyorsunuz. Ama bu niye böyle oluyor, biliyorum. Bunu yapan bir kısım medya mensubu...Onlara bunu yaptıran da patronları....Menfi soru soracaklar ki, patronlarının hoşuna gidecekler, gözüne girecekler."
Milliyet yazarları olarak 10 ay önce Erbakan'la görüşmeye gittiğimizde Hazret'in ilk sözü yine bu mealde olmuştu:
- Sizi buraya patronunuz göndermiştir, demişti Erbakan, ağzımızdan laf alacaksınız onlara yetiştireceksiniz...Erbakan anlaşılan gazetelerin Refah Partisi gibi yönetildiğini sanıyor. Gazetelerin halkın sesini dile getirdikleri ve halkla bütünleştikleri ölçüde ayakta durduklarını ve başarılı olduklarını hiç aklına getirmiyor. Aklına "medya"yı takmış. Medyada 3 gazete ve 3

Yazının Devamı

Hüsmen Aga...

2 Mart 1997

Eski okuyucularımız Hüsmen Aga' yı mutlaka hatırlayacaklardır. 1980'li yılların sonunda, Todor Jivkov' un asilimasyon politikasına başlaması üzerine Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç eden bu şirin ihtiyar, Şumnu' da bıraktığı yeğeni Rüstem' e yazdığı mektuplarıyla uzun süre köşemizde yer almış, daha sonra ise sesi - soluğu kesilmişti. Hüsmen Aga, geçen akşam, televizyonda haberleri izliyordu ki, telefonu çaldı.
- Alooo ben Rüstem' imdır, siz kimsinız?
- Ne o, alamadın mı sesimı kapçık aazlı yigenım?
-Hah, şimdı almışımdır dayıcıımm...Nasılsın, iyı misın, isla misın, ne yapar, ne edersın?
- Ne yapacam be kızanım? Almışımdır rakıcazımı, geçmişımdır televizanın karşısına, hem inlerım, hem dinlerım...
- Kimı dinlersın, niçın inlersın be dayıcıımm?
- Vardır ya bizım bir acı kaderimız; Sülüman Bey, onu dinlerım...Layıklık üzerine kunuşur...Sülediklerınden anlarım ki, vaziyet karışıktır, paçaları fena halde tutuşur.

Yazının Devamı

Ali Desidero...

1 Mart 1997

- Siyaset bize ters iş abi.
- Dediler konu DYP, sana uyar.
- Dedim hoooppp! DYP bize uymaz.
- Dediler abi yanlış anladın, konu hükümet.
- Ee, n'olmuş yani dedim.
- Dediler, Abi, koalisyon batakta.
- İnanamadım, atladım gittim Meclis'e...

Yazının Devamı

İki ucu pis değnek

28 Şubat 1997

Askeri komutanlar... Cumhurbaşkanı... Sendika liderleri...Muhalefet liderleri.. Sivil kuruluşlar... Vatandaşlar... Ülkenin yüzde 80'inini oluşturan çoğunluk hep bir ağızdan aynı düşünceyi seslendiriyor:
- Refah Partisi "laik demokratik cumhuriyeti" dine dayalı bir devlet düzenine doğru götürüyor, bu yoldan vazgeçin, diye bar bar bağırıyor...
Refah tarafı hiç oralı değil... Necmettin Erbakan ayağını frene dokundurmaya bile gerek görmüyor. Aklıbaşında insanlar tabii ki Erbakan'ın hangi hesap ve mantıkla hareket ettiğini anlamakta zorlanıyor... Tahminlere gelince... Bir fantezi tahmin şu:
- Refah Partisi icraatla oyunu yüzde 30'ların üzerine çıkarmaktan umudu kesti. Bir ordu darbesiyle mazlum duruma düştükten sonra yeniden demokrasiye geçilirken oy patlaması yapabileceğini hesaplıyor. Askeri yönetim sürecinde iyi örgütlenmiş kadrolarıyla ve " Memleketi tam düzeltecektik ordu engel oldu" propagandasıyla daha hızlı büyüyeceğini düşünüyor...Normal mantığın kabul etmeyeceği bu mantığı RP'liler ciddi ciddi benimsemiş olabilir mi?Oğuzhan Asiltürk'ün önceki gün sarfettiği:
"160 milletvekiliyle gider 360 milletvekiliyle geliriz" sözlerinin altında bu hesap mı var?
Bilinmez.. Ancak RP'liler

Yazının Devamı