Cumartesi annelerinin kayıplarını bulmaya yardımcı olmak için geçen Cumartesi günü dertli annelerin toplandıkları yere polis otosu gönderildi. Ama kimse polisten yardım istemedi. Durumu izleyen muhabirimiz yaşlı bir anneye sordu:
- Neden yardım istemiyorsunuz?
Kadın dedi ki:
- Kendi kayıp müdürünü veya evli kadını kaçıran arkadaşlarını bulamayan polis benim oğlumu nasıl bulacak?
Sonra da halk ağzıyla mırıldandı:
- Kelin merhemi olsa kendi başına sürer?
Nazım Hikmet'in ünlü dizeleri bir zamanların ünlü sloganıydı:
"Sen yanmasam, ben yanmasam, o yanmasa, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..."
Yılar geçti... Ve slogan bugün:
"Sen söndürmesen, ben söndürmesem, o söndürmese, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" oldu...
Peki ama... Şubat sonunda 1 dakika karanlık eylemi biterse yalnızlığımızı nasıl gidereceğiz? Tanımadığımız komşularla, sürücülerle, caddeden el çırparak geçen yayalarla, yanıp sönen ışıklar ve kornalar aracılığıyla kurduğumuz yürek birliği öylesine sardı ki ruhumuzu... Bir büyük yalnızlık ve ayrılık doğacak sanki... Zaten gelen mesajlara bakılırsa... Halkın da eylemi ay sonunda bırakacağı yok gibi... Hele bir mesaj var ki gelen... Hepsinden duygulu: "Karanlık sönmesin"...
Ankara'da İngilizce olarak yayınlanan Daily News gazetesinin ufak tefek sevimli Genel Yayın Müdürü İlnur Çevik, gelen giden liderlere yakınlığıyla tanınır. Turgut Özal'ın "Ben onun danışmanıyım" diyecek kadar yakınındaydı. Süleyman Demirel iktidara gelince Baba'yla bütünleşti. Bir Washington ziyaretinde Baba'nın şapkasını tutarken fotoğrafları bile yayınlandı. Şimdilerde ise sıkı bir Erbakan yandaşı.
Türk Amerikan Konseyi'nin Washington toplantıları sırasında bu yakınlık heyetteki bürokratlardan birinin dikkatini çekmiş:
- Siz, demiş, Demirel'in yanındaydınız. Şimdi Erbakan'ı tutuyorsunuz. Büyük bir değişim değil mi?
- Yok, demiş İlnur Çevik, gitti şapka geldi takke...O kadar...
Gezip görenler bilir... Göreme, Ürgüp ve Ihlara Vadisi kışın, kar altındayken bir başka güzeldir... Yolu Kapadokya'ya hiç düşmemiş olanlar da fotoğraflardan tanır; bembeyaz örtünün üzerinde boy veren eşsiz peribacaları görüntüsünü... Ama anlaşılıyor ki, bu gidişle... peribacalarını bir "fotoğraf karesi"nin dört köşesi içine oturtmak, öyle pek kolay olmayacak!.. Şu yandaki fotoğraf bunun kanıtı... Fonda peribacaları ancak bir "silüet" olarak kalmış... "Manzara"nın hakim unsuru ise, naylon barakalar... Köylüler, turistlere hediyelik eşya satışı yapıyor bu derme çatma barakalarda...
Bu pejmürdeliği görünce sormadan edemiyor insan: Nevşehir ve Göreme Belediyeleri bölgedeki müzelere giriş ücreti olarak topladıkları paralarla ne yaparlar?.. Bu gelirlerin çok küçük bir bölümüyle.. Uygun yerlere, silüeti bozmayan hediyelik satış yerleri yapılamaz mı?.. Çok mu zor bunu düşünmek... ve uygulamak?..
Okurumuz Saffet Kahraman, RP'li Bahri Zengin'in "Lakliği tartışmalıyız" sözleri üzerine kendisine bir mektup yazmış. Sütünumuz aracılığıyla kendisine ulaştırmamızı istiyor. Özetleyerek yayınlıyoruz:
"Sayın Bahri Zengin,
Dünkü gazetede "Laikliği tartışmalıyız" sözlerinizi okudum. Sizi uzaktan da olsa tanıyor, uygar kişiliğinize güveniyorum. Ancak böyle de olsa sizinle laikliği tartışmam. Çünkü bir konu: o konuyu irdelemek ve olumlu katkılar sağlamak üzere tartışılır. Siz ise (veya en azından sözcülüğünü yaptığınız kesim) laikliğin tümüne karşıdır. Ortadan kalkmasını istemektedir. Tartışmalarınız laikliği yıpratarak zayıflatmaya yöneliktir. Bu oyuna son yıllarda özel televizyonlar düştü. Abdurrahman Dilipak gibi isimleri dinsel çevrenin demokrat sözcüsü gibi takdim ederek onların eleştirilerini laikliğe katkıymış gibi sundular. Geçenlerde Abdurrahman Bey baklayı dilinin altından çıkardı. Laikliğe tümden karşı olduğunu Fransız Le Figaro gazetesine açıkladı. Düşünce ve inanç olarak laikliğe karşı olabilirsiniz. Bunu savunmaya hakkınız da vardır. Ancak bu konumda laikliği eleştirmek, sanki daha düzgün ve mükemmel bir laiklik talep eder gibi bu kavramı orasından burasından çekiştirmek, "şurası sakat, burası aksak" gibi mütlaa vermek dürüstlüğe sığmaz.
Eğer içinde yer aldığınız partiden farklı bir laiklik görüşüne sahip iseniz... Bu durumda da tartışmaya, kendi partinizde laikliğe tümden karşı olan görüşleri eleştirerek başlamanız doğru olmaz mı?"
Uzun süredir Danimarka'da yaşayan bir eski dost, Zeynel Kozanoğlu, "Hırsızlar bizim bürokrasiden hızlı çalışıyor" başlıklı bir haber gönderdi. Birlikte okuyalım:
"...Ocak ayının 23. günü Kastamonu'nun Merkez Kasaba Köyü'nde bulunan tarihi Mahmutbey Camii'nin kapısı çalındı. Hırsızlar Şubat ayının ilk haftası içinde kapının bir fotografını Danimarka'nın başkenti Kopenhag'ta bulunan ve Kuzey Avrupa'nın en büyük İslami Eserleri Müzesi olan David's Samling'in yöneticilerine yolladılar ve bu kapıyı satın alıp almayacaklarını sordular.
"Bu ne sürat?" diye siz de bizim gibi şaştınız mı?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, iki milletvekili hakkındaki "Dokunulmazlık Fezlekesi"ni bir kaç haftada İstanbul'dan TBMM'ye ulaştıramıyorken, bu hırsızların çabukluğuna şaşmamak elde mi?
Hatta şaşmaktan da öte, insanın "Bizi biraz da bunlar yönetse", diyesi geliyor. Baksanıza bunlar da zaten camiden uzak insanlar değiller."