Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Arnavutluk Devlet Başkanı Sali Berişa, 1994 yılında İngiltere'yi ziyaret ediyor. Bu ziyarette Kraliçe'ye gümüş bir kutu hediye ediyor. Başbakan Major'a bir çakmaklı tabanca, Tarım Bakanı Hogg'a da bir benzeri Topkapı Sarayı'nda bulunan işlemeli bir hançer...
Sali Berişa'nın verdiği üç armağan da Osmanlı döneminden kalma nadide parçalar...
O günden bu yana bir kuşku giderek artıyor...
Ve nihayet İşçi Partisi'nden Denis Mc Shane'in verdiği bir soru önergesiyle konu İngiltere'de tartışma gündemine giriyor.
- Acaba Muhafazakar Parti Arnavutluk Rejimi'ni aldığı armağanlar hatırına mı bu kadar yürekten destekliyor? diye soran İngiliz milletvekili ekliyor:
- Ayrıca bu armağanların Arnavutluk'ta müzelerden çalınmış parçalar olması kuvvetle muhtemeldir. Eğer öyleyse bunlar geri verilmelidir...
Arnavutluk Devlet Başkanı, İngiliz yöneticilere gerçekten çalıntı tarihi eserleri mi armağan etmiştir?
Arnavutluk'ta Arkeoloji Müzesi'nin eski müdürü olup halen muhalefet lideri konumundaki Neritan Ceka:
- Bu eserlerin müzeden çıkarılmış olması çok muhtemeldir. Ancak daha önce görmemiz lazım,
diye konuşuyor.
Arnavutluk'ta pek çok müzenin son yıllarda yağmalandığını çeşitli kaynaklar doğruluyor. Onlar da bizim gibi... Liberalizmi "bir toplumun kendi ülkesini yağmalaması" gibi algılamış. Ülkede yağmalayacak mal kalmayınca birbirlerini soyma ve birbirlerini yeme aşamasına geçmişler.
Şimdi o aşamadalar.
İngilizlere gelince.... Bakalım hediye niyetine aldıkları çalıntı eserleri geri verecekler mi?..


Yolsuzluk hangi "iklim" de yeşerir, hangi ortamda "dal budak" salar?..
İdare Hukuku Profesörü Turgut Tan, bir toplantıda bu soruya yanıt olarak Fransız siyaset bilimcisi J. Meny'nin "Altı altın kural" ını aktardı...
İşte Meny'nin 6 madde halinde sıraladığı "yolsuzluklara elverişli iklimi" yaratan koşullar listesi:
1- Ulusal ve yerel düzeyde karar yetkilerinin belli kişilerin elinde toplanması.. Bu kişilerin "karar" almak için bir takım disiplinlere uymayı "rahatsız edici ve engelleyici" görmeye başlamaları. Ve kimi "by pass"lar yapma yoluna gitmeleri...
2- "İşbitirici" yönetici tipinin ortaya çıkması.. Kurallara uygun davranma endişesi taşımayan, sadece elde edilecek sonuçlara önem veren "işadamı" tipli yöneticilerin makbul hale gelmesi.. Bunların hukuk kuralları ve hükümlerini "ayakbağı" olarak görmeye başlamaları..
3- Katılımcı ve şeffaf olmayan yönetim biçimi.. Özellikle kamu ihalelerinde şeffaflığın tartışılır hale gelmesi..
4- Kamu görevlilerinin ehliyet ve liyakat ilkelerine göre değil, siyasal yakınlıklara göre işe alınmaları..
5- İdare içi ve dışı denetim mekanizmalarının zayıflığı.. Özellikle mali yönetim ve denetim konusunda idarenin tabi olduğu genel kuralların bir engel olarak görülüp, bunların dışına kaçma yöntemleri... (Türkiye'de: Genel bütçe dışında "fon" uygulamalarında olduğu gibi...)
6- Kamu yararının özel yararlar karşısında gerilemesi... Parasal değerlerin etik ve sembolik değerlerin önüne geçmesi...
***
Bu altın kurallar bize hiç de yabancı gelmiyor.. Sahi, biz bu kuralları harfiyen uyguladık değil mi... Turgut Özal döneminin anayasası idi bu... Ve Türkiye'nin bugünlere gelmesine yol açtı... Liberalizm adı altında kayıt dışı ekonomiye geçişimiz, kara paranın büyümesi, gayrimeşru kazanç yollarının açılmasıdır bugünkü çeteleri, mafyaları falan yaratan... Bakalım buradan "normal"e nasıl döneceğiz...


Yeni Yüzyıl gazetesi Meclis muhabiri Mehmet Çetingüleç, geçtiğimiz Sevgililer Günü'nde parayı bastırdı, eşi Tülay Çetingüleç için gazetesine minik bir sevgi ilanı verdi:
"Tülay, seni tam sayfa ilan verecek kadar seviyorum ama param yok!
Memo."

Bizim Mehmet, ilanın yayınlanmasından iki gün sonra Sabah gazetesinde, tiryakisi olduğu Selahattin Duman'ın yazısını okuyordu ki, gözleri birden faltaşı gibi açıldı...
Selahattin Duman kardeşimiz, Sevgililer Günü dolayısıyla gazetelerde yer alan sevgi ilanlarını konu aldığı yazısının bir yerinde, Mehmet'in verdiği ilana da değiniyor ve şöyle diyordu:
"... `Memo' mahlaslı başka bir aşık ise Yeni Yüzyıl'a iki santimlik bir ilan verip, `Seni tam sayfa ilan verecek kadar seviyorum ama param yok...' diye yazmış... Bak şimdi işe...Hem züğürt, hem de kızın başını yakmaya kararlı... Ulan kerhaneci, paran yoksa kıza niye balta oluyorsun?.."
Mehmet Çetingüleç,
iki gündür fellik fellik arkadaşı Selahattin Duman'ı arıyor, sekreterine sürekli not bırakıyor. Kendisini "kerhaneci" yaparak arkadaşları arasındaki itibarını bir anda duman eden Selahattin Duman'a söyleyecek bir - iki lafı var, bizden duyurması...