Mustafa Kemal'li yıllarda kendimize, ulusumuza güvenir, geleceğe inançla bakardık. "Muasır medeniyet" seviyesine ulaşmak temel hedefti ve yürekten inanırdık ki; o hedef ellerimizi uzatsak yakalayabileceğimiz kadar yakındı...
Paramız "pul" değil paraydı. İnsanımız "parya" değil, başı dik yurttaştı.
Aradan yıllar geçti; geldik bugüne. Manzarayı uzun boylu anlatmaya gerek var mı?. Bu noktada.. Türkiye Sorunları dizisinin son sayısından Mustafa Gazalcı imzalı makaleyi özetle aktarıyoruz. Nereden nereye geldiğimizin belgesi olarak...
Önce.. 2 Eylül 1925 ve 19 Şubat 1932 tarihleri arasındaki kısacık dönemde atılan "çağdaşlık" adımlarına bakalım. Gazalcı sıralıyor:
2 Eylül 1925 - Tekke ve Zaviyelerin kapatılması.
5 Kasım 1925 - Ankara Hukuk Fakültesi'nin kurulması.
4 Ekim 1926 - Türk Yurttaşlık Yasası'nın kabulü.
10 Nisan 1928 - Anayasa'dan "Devletin dini İslam'dır" ilkesinin kaldırılması.
1 Kasım 1928 - Yeni Türk harflerinin kabulü.
1 Ocak 1929 - Millet Mektepleri'nin açılması ve okuma - yazma seferberliği.
26 Eylül 1932 - Türk Dil Kurumu'nun açılışı.
19 Şubat 1932 - Halkevleri'nin açılışı...
Ve gelelim.. Çok partili düzene geçtiğimiz 1950'den sonra aynı alanlarda atılan "adım"lara:
1950 - Ezanın Arapça okunmasına geri dönüş.
1951 - Dört yıllık imam - hatip okullarının açılışı.
1951 - Halkevleri'nin kapatılması.
1954 - Köy Enstitülerinin İlköğretmen okullarına çevrilmesi.
1956 - Din öğretiminin ortaokullarda seçmeli ders oluşu.
1959 - Yüksek İslam Enstitüsü kurulması.
1967 - Din öğretiminin liselerde seçmeli ders oluşu.
1973 - İmam - hatip liselerinin üniversiteye eleman yetiştiren okullar olarak kabulü...
Bütün bunlardan sonra bugün geldiğimiz yer, kimileri için neden hala şaşırtıcı, neden hala anlaşılmaz.. Şaşırmadan edemiyor insan...
Faslı'nın biri, iş bulma umuduyla ABD'ye gitmiş. İş nerde?. Sonunda açlıktan nefesi kurumuş halde Beyaz Saray'ın önüne bağdaş kurup, çimleri yemeye başlamış. Yeşillikleri afiyetle "götürürken".. İşte tam o an.. Saray'a girmekte olan Başkan Clinton görmüş adamı.
- Haydaaa! demiş, bu Arap ne yapıyor burada?..
Korumalar, Faslı'yı yaka paça kaptıkları gibi Clinton'ın yanına getirmişler.
- Nedir mesele? Ne yapıyorsun burada?..
- Günlerdir açım efendim, beş kuruş param yok; çimenleri yiyorum.
Clinton, yoksul Faslı'nın haline çok üzülmüş; defterini çıkarıp 500 bin dolarlık bir çek yazmış..
Bir anda akıl almaz bir servetin sahibi olan Faslı, ilk uçağa atlayıp ülkesine dönmüş. Hikayeyi ballandıra ballandıra anlatmış hemşehrilerine. Bir arkadaşı,
- Vay anasını! demiş, ben de aynı numarayı yapayım bari!..
Elde avuçta ne varsa satıp, Washington'a uçak bileti almış. İnişte dosdoğru Beyaz Saray'ın önüne. Ve başlamış çimleri yolup yutmaya.. Raslantı bu ya.. O günlerde Fas Kralı 2'inci Hasan da resmi bir ziyaret için orada. Beyaz Saray'a girerken tam kapının önünde, giysilerinden Faslı olduğu kolayca anlaşılan adamı görünce şaşırmış Kral.. Yanına yaklaşıp sormuş:
- Derdin nedir hemşerim?..
- Param yok Sayın Kral. Sefil durumdayım, çaresiz çimenleri yiyorum...
Kral, elini cebine atıp defterini çıkarmış, yazmaya başlamış.. Uyanık Faslı, "Tamam, malı götürüyoruz" diye düşünürken Kral kağıdı uzatmış. Üzerinde şunlar yazılı:
- Be Allahın kulu! Koskoca Fas'ın çimleri yetmedi mi, geldin burada otluyorsun!..
Bütçe açık değil, fazla fazla veriyor... Kaynak paketlerinden maşallah trilyonlar fışkırıyor... Ancak her nedense bu bollukta dar gelirlinin cebine hiç bir şey damlamıyor. Dolar ve enflasyon tırmanmada... Zamlar zincirleniyor...
Bu koşullarda "Adil düzen" masallarıyla kandırdığınız milyonları uyutmaya nasıl devam edeceksiniz?.. O gariban kitlelerin din duygularını gıdıklamak için hergün yeni bir icatta bulunarak tabii... Son icat, "Ayasofya'yı cuma günü ziyaretlere kapatmak".. Bakalım bu basit numaralar hala adil düzen masalından medet uman garibanların karnını doyuracak mı?..
Avrupa'nın "dayatması" sayesinde.. Meclis'te "süratle" görüşülüp geçen "Kara paranın aklanmasının önlenmesine dair yasa", ihtiyaca yanıt verir cinsten mi?.. Profesör Osman Altuğ, geçenlerde bir toplantıda bu konu hakkında hayli ilginç noktalara dikkat çekti. Yasanın çıktığı "19 Kasım Salı" gününü "Ak Salı" olarak adlandıran Altuğ,
- Çünkü kara paranın aklanmasının önlenmesi konusu ilk defa mevzuatımıza giriyor. Bu çok sevindirici.. diye söze başladı. Ama bu iyimser girişten sonra eleştirilerini sıralamayı da ihmal etmedi. Altuğ'u dinleyelim:
- Bu kanunda ilginçtir kumar "kara para" sayılmamış. Türkiye'de kumar oynatılan ve "kara para"yla yakından ilgili olduğu bilinen çok çeşitli yerler var; yalnızca casinolar değil, büyük kumarların döndüğü lokaller, dernekler var. Bu işin cezası da şimdiki mevzuata göre sadece "286 bin lira".. Ayrıca.. Bu yasa rüşvet, zimmet, ihtilas (para aşırma), irtikap (yiyicilik, rüşvet alma), orman yağması, devlet arazisi yağması gibi fiilerden edinilen gelirleri "kara para" saymıyor. Yani zimmetinize istediğiniz kadar para geçirebilirsiniz, çünkü bu "kara para" olmuyor. Devletin arsasını yağmaladınız, ormanı yağmaladınız ve böylece çıkar sağladınız.. Yasaya göre (ya da "yasada olmadığı için") bunlar da "kara para" kapsamında şeyler değil. Oysa bu işleri yapanlar, bu sayede bir ekonomik menfaat ve değer elde ediyorlar. İstanbul'un etrafında orman yağması sonucu kazanılmış milyonlarca dolara satılan arsalar yok mu? Peki bunlar neden kanunda açıkça belirtilmedi?.. Bir başka nokta daha: Kara para kazanan ve aklayan insanlara, belirlenen çerçeve içinde ceza veriyorsunuz.. Peki ama.. Bunlara kamu hizmetinden men cezası, seçme - seçilme, iş yapma, meslekten men cezası neden getirmiyorsunuz?. Bu tür suçlarda hapis cezasının "para cezasına tahvil edilemeyeceği" hükmünü niçin getirmiyorsunuz?..