Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yargıtay üyesi Şevket Gökkaya güncel tartışmaların kendisine hatırlattığı bir anısını nakletti...
Yıllar önce Avrupa'da "evlat edinme" ile ilgili uluslararası bir hukuk kongresine katılmış Şevket Gökkaya... Oturum aralarında yargıçlar birbiriyle sohbet ederken Lübnan'lı bir hukukçu şu ilginç gözlemini aktarmış:
- Lübnan'da yaklaşık 11 ayrı dinsel cemaat vardır. Her cemaate kendi hukuku uygulanır. Bu konuda karşımıza fazla sorun çıkmaz. Ancak çoğu zaman da iki ayrı hukuka bağlı kişi arasında sorun çıkıyor. İşte o zaman şaşırıp kalıyoruz. O takdirde hangisinin hukukunu uygulayacaksınız? Büyük bir çıkmaza giriyoruz... İşte o zaman düşünüyoruz ki...
- Ne düşünüyorsunuz
- Bizim ülkemizden de bir Atatürk'ün geçmesi lazımmış...

Fıkra değil, yaşanmış olay...Mesut Yılmaz' ın kardeşi Turgut Yılmaz geçenlerde Cavit Çağlar' ın televizyonu NTV'de anlattı...
"İki erkek çocuğum var, bir de erkek çocuğumuzun olmasını eşim de ben de çok istiyoruz. Derken, eşim hamile kaldı...Doğum yapmasına saatler var, ağabeyim de İstanbul'da, bizim yanımızda...Ama ani bir işi çıktı, Ankara'ya dönmesi gerekti.
Hanım, doğum yaptı...Bir erkek çocuğumuz olmuştu, çok mutluyduk. Akşam ağabeyim telefonla aradı,
-Ne haber Turgut?
-İyiyim abi, sağol.
-İşler yolunda mı?
-Yolunda abi.
-Eşin nasıl?
-İyidir abi.
Görüşmemiz bu minval üzre devam ediyor ama abim, israrla doğan çocuğumun kız mı yoksa erkek mi olduğunu sormuyor. Ben de inat ettim, söylemiyorum. Baktım ki, görüşme neredeyse bitiyor, abimin sorduğu yok, dayanamadım:
-Adını ne koyayım abi?
Abim'den cevap geldi:
- Yüksel koy, kıza da uyar, oğlana da...
"
Programın sonunu kaçırdığımız için Turgut Yılmaz' ın bu olayı niye anlattığını öğrenemedik. Vardı bir sebebi herhalde...


İngiltere'de birkaç gün kalıp dönen bir dostumuz izlenimlerini Açık Pencere'ye göndermiş. Okuyalım:
...Londra'da yaklaşık bir hafta kaldım dostum... Doğrusu sarmadı. O toplumlar bize uymuyor. Yani ters geliyor. Bir kere trafikte korna sesi duyamıyorsun. Yollarda sıkıcı bir sessizlik hüküm sürüyor. Ayrıca İngilizler trafik kurallarına harfiyen uydukları için trafikte heyecan da yok. Yolda giderken sağından solundan araçlar vınlamıyor, sürücüler ani fren yapma zevkinden mahrum yaşıyor. İngilizler araçları sadece bir yerden bir yere gitmek için veya yük taşımak için kullanıyor. Direksiyon bir kompleks giderme ve ruhsal tatmin aracı olmaktan çıkınca trafiğin heyecanı da doğrusu kalmıyor.

Bir başka tatsızlık da televizyonlarda... Kan, şiddet, ağlayan insanlar, cinayetler, çeteler falan hak getire... O yüzden İngilizler ekran başında sıkıntıdan patlıyor. Video piyasası o yüzden hala canlı. Biz oradayken 13 yaşında bir kız çocuğu dövülerek öldürüldü. Ne çocuğun kanlı fotoğrafını yayınladılar, ne ana - babasının gözleri yaşlı, iç gıcıklayan görüntülerini.
Anladık ki "reyting" becerileri sıfır. Bir Reha Muhtar'ları bile yok. Kenan Paşa'nın deyimiyle "Ne yapayım ben böyle televizyonculuğu..."

Bir kötü yanları da metro ve diğer taşıt araçlarında sadece ellerindeki gazete ve kitaba bakmaları.. Ve de kimsenin yüksek sesle konuşmaması... Biz de ister istemez elimize bir kitap aldık, okur gibi yaptık. Enayi miyiz boşuna gözlerimizi yoralım. Bizim otobüslerde, vapurlarda böyle mi? Yolculuk boyunca birbirimizle ilgilenir, karşımızdakini tepeden tırnağa ve tırnaktan tepeye süzer, iyi bir muhabbet bulduk mu içine dalar, vaktin nasıl geçtiğini anlamayız... Hay gözünü sevdiğimin memleketi...
Bu İngilizlerin yaşamasını bildikleri de söylenemez... Gece saat 9 - 10 oldu mu sokaklarda adam kalmıyor. Birçok İngiliz anlaşılan o saatte tavuk gibi yatağa dalıyor. Çünkü adam yarın sabah erken kalkıp işine gidecek. Anladık ki İngilizlerin çoğunluğu kendine "bol paralı az zahmetli" iş ayarlamakta beceriksiz. Pub'lar da saat 11'de kapanmıyor mu? O saatten sonra yapacak iş de kalmıyor. Bizde öyle mi? Saat 11:00'de canın mı sıkıldı. At çoluğu çocuğu kayınvalideyi arabaya, gez Boğaz'ı, uğra Vafa'ya ya da Moda'ya ... Çek ailece birer büyük boza... "Ohh dünya varmış" dersin, keyiften delirirsin...
Sonuç: Anladım ki dostum... Bu İngilizler adam olmayacak...

Biz bu eyeleme alıştık nasıl bırakacağız, diye hayıflanan "1 dakika karanlık" dostlarına Dr. Faruk Bayülkem'in bir önerisi var... Diyor ki:
- Eğer ışık söndürme eylemi biterse eyleme sigaralarımızı söndürerek devam edelim. Yalnız saat 21:00'de değil her saat başı sigaramızı söndürerek "temiz havalı toplum" yaratmaya katkıda bulunalım.
Öneri yerindedir...

Zaman zaman laiklikle ilgili ekran tartışmalarında izlediğimiz Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı Profesör Ahmet Arslan'la sohbet ediyorduk. Söz laiklikle şeriatçılık arasında bir uzlaşma noktası arayanların çabasına geldi. Profesör Ahmet Arslan bu noktada çarpıcı bir çelişkiye dikkati çekerek bakınız ne dedi:
- Son zamanlarda deniyor ki, "Ey laikler! Siz biraz laiklikten taviz verin ve çok katı olmayın!.." Şeriatçılara da, "Siz de biraz şeriattan taviz verin, orta yerde buluşulsun!" deniyor... Böyle saçmalık olmaz. Laiklik zaten bizzat "uzlaşma"nın adı!.. Bütün dinleri birarada uzlaştırmanın adı... Laiklik, kendi içinde herhangi bir dinin, ya da farklı dinlerin mensuplarının dinlerini yaşamasına imkan veren bir rejim...
Dolayısıyla laiklikten taviz vererek "uzlaşma" yapamazsınız. İnsanları, dinleri, mezhepleri uzlaştırmak ancak "laiklikte" mümkün çünkü. Laiklik nötr bir kelimedir, uzlaşmayı ifade eden bir kelimedir. Dolayısıyla... "Hadi siz ordan, biz burdan taviz verelim, `orta yerde' buluşalım!" diye bir kavram getirilemez... Laiklik, o "orta yer" dir zaten...