Uğur Mumcu'yu ölümünün 6'ıncı yıldönümünde her zamanki gibi hatta daha da çok takdir ve saygıyla anıyoruz. Türkiye'yi bugünlere getiren uğursuzlukları durup dinlenmeden yazdığı, ülkesini ve halkını uyarmak için canını dişine taktığı... Ve gerçekleri anlatmayı kendi yaşamından daha önemli saydığı için...
Uğur Mumcu bugün yazıları, sözleri, düşünceleriyle yaşıyor... Türkiye bugün de aynı bayağılığın, caniliğin, çetelerin, yalanın, talanın, hırsızlığın pençesinde yaşadığı için... Uğur Mumcu'nun dün söyledikleri bugün geçerliğini koruyor. Örneğin 28 Mayıs 1978'de yazdığı yazıdan bir pasaj:
"Milliyetçiliği ve Atatürkçülüğü sömürdükleri yetmedi. Şimdi de "bayrak" edebiyatına başladılar. Sanki Türk Bayrağı bu efendilerin tapulu mallarıdır! Hangi onurlu kavgada Türk bayrağını yüce doruklara çektiler?.. Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal'in dalgalandırdığı Türk bayrağına, siyaset sahnesine çok yıldızlı Amerikan bayrağı önünde Johnson ile kolkola çektirdiği fotoğrafları dağıtarak fırlayan Demirel mi sahip çıkacak?.. Sen bayrağını Türkiye'deki Amerikan üslerine
UPİ ajansı abonelerine 14 Ocak 1999 günü şu haberi geçti:
"Washington - ABD yetkilileri, Pentagon'un, Kuzey Irak'taki hava savunma üslerine karşı büyük bir bombardıman kampanyası planladığını bildirdiler. Bilindiği gibi bu üslerden Amerikan uçaklarına karşı üç gün üstüste ateş açıldı.. Yetkililer bombardımanın Ramazan bayramından hemen sonra başlayabileceğini eklediler..."
Bu bombardımanın haklı bir gerekçesi var mı?
Newyork'taki Uluslararası Eylem Merkezi'nin (İnternational Action Center) web sayfasını (www.iacenter.org) açar ve şöyle bir gözden geçirirseniz... Bu Merkez'in koordinatörü Sara Flounders'in şu sözlerini okuyabilirsiniz:
- Uçuşa kapalı bölge ABD ve İngiltere'nin yapay icadıdır. Birleşmiş Milletler veya benzeri bir uluslararası organın izniyle kurulmamıştır. Bu yüzden Birleşmiş Milletler beyannamesi ve uluslararası hukuka aykırıdır. Bu bölge üzerinde uçuş yapmak bir savaş eylemidir. Irak'ın hava sahası egemenliğini açıkça ihlal etmektir. ABD sonuçta Irak'ın kendi
Galatasaray geçen pazar günü Antalya'da Borussia Dortmund'la, önceki akşam İstanbul'da Feyenoord'la oynadı. Bu maçlarda ortaya bir kupa konulmuştu: "Gazi Kupası"... Gazi denilince çoğu kişi turnuvanın Mustafa Kemal adına düzenlendiğini düşündü. Ne var ki maçları nakleden spikerler turnuvanın "Gazi" adlı bir firma tarafından düzenlendiğini belirtti de durum aydınlandı. Peki bu gazi firması ne iş yapar, ne üretir, ne satar? Ne televizyon spikerleri, ne gazetelerin spor sayfaları bu konuya ilişkin tek satır laf etmediler. Meraklanıp soruşturduk. Meğer bu "Gazi" firması Almanya merkezliymiş. Beyaz peynir ve kaşar ile yoğurt ve ayran üretip satarmış. Reklamlarında sürekli Türk futbolcuları ve Türk Milli Takımını kullanır, zaman zaman Almanya'daki Türk sporcularına (genellikle boksörlere) sponsorluk yapar, bu şekilde gurbetçi Türklerle sıcak bir diyaloğu sürdürürmüş. Son zamanlarda Almanların Metro gibi büyük mağazalarına girmeyi başarmış, Alman müşteriye de hitap ediyormuş artık.
Hangi becerikli Türk işadamının eseri bu Gazi firması diye sorarsanız...
Efendim
Medya organlarının "hazırlık soruşturması"nı yayınlaması yasalara aykırı olduğu gibi gazetecinin sorumluluklarını da ters düşer...
Ne var ki basın ve televizyonlarımız bu kurala hemen hiç uymuyor.
Anımsayacaksınız... Geçen yıl Şemdin Sakık'ın itirafları adı altında büyük gazetelerde bazı sözler yayınlandı. Bu ifadeler doğrultusunda kimi gazeteciler işten atılırken İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal da hedef gösterildi. Ve vuruldu.
Geçenlerde iki televizyon kanalı ve iki büyük gazete, Ömer Lütfü Topal'ın kuryesi Aliye Kara adlı kadının soruşturma ifadesini yayınladı. Korel Göymen'den Halit Dağlı'ya kadar bir yığın siyasetçi ve bürokrat bu ifadeler sonucu suçlama altında kaldı.
Aliye Kara üç gün sonra bu ifadeyi baskı altında verdiğini söyledi.
Suçlanan insanlar suçlandıklarıyla kaldı.
Son günlerde de Haluk Kırcı'nın Emniyet ve DGM ifadesi adı altında kimi beyanlar yayınlanıyor. Medya
Neredee o eski ramazanlar iç çekişi bu zamana mahsus değil... Ahmet Rasim, 1920'lerdeki yazılarında aynı özlemi dile getirir... Gelen her yeni ramazan eski ramazanları aratır... Çünkü zaman hızlandıkça ramazan keyfine ve kültürüne ayrılan vakit azalır...
Ahmet Rasim, "Ramazan Karşılaması" adıyla yayımlanan yazılarında (Arba Yayınları) hoş öyküler anlatır. İşte bir tanesi...
Adamcağızın biri evlenmeye niyet etmiş, niyet etmekle beraber bir eve lazım olan şeker, pirinç, yağ, soğan, tuz, kahve velhasıl boğaz nevalesi türünden bir haylisini almış. Nika olup bitmiş, üçüncü günü mesela beş okka şeker getirmiş. Kadın, gayet saf, her sözü manası masaf, her sözü manası manasına anlarmış demiş ki:
- Efendi, kilerde daha okkalarca şeker var idi. Neye aldın?
- Ramazan için...
Ertesi gün bir okka kahve getirmiş kadın yine:
- Daha iki üç okka kahvemiz var idi...
İnterbank'ın Sigorta Fonu tarafından devralınmadan önce içinin boşaltıldığı, devlete 1 - 1,5 milyar arasında yük yüklendiği yazılıp çizilirken, sorumlu Bakan Güneş Taner'e ve Başbakan Mesut Yılmaz'a ısrarla şu sorular soruluyor:
- İnterbank'ın giderayak yüksek faizle para toplanmasına neden göz yumdunuz?
- Bankanın iyi yolda olmadığına ilişkin raporları neden görmezden geldiniz?
- Bankanın devlete devrini neden geciktirdiniz?
- Bu şekilde içinin boşaltılmasına ve halkın zararının katmerlenmesine neden izin verdiniz?
Demokrasilerde bir siyasetçi halkın 1 kuruşunu ziyan eder veya etmekle suçlanırsa bunun hesabını derhal vermek zorundadır.
Halkın 1,5 milyar dolarını bir işadamının cebine aktarmakla suçlanan Güneş Taner ve Mesut Yılmaz beyler ise günlerdir bu konuda tek söz söylemiyor. Puronun faydalarına veya Galatasaraylı Hakan'ın Juventus'e transferine ilişkin soru sorsanız yarım saat konuşurlar.
Ben, bakanların bakanıyım!.."
Lafın sahibi, Maliye eski Bakanı İsmet Attila... Neden mi bakanların bakanıymış?..
- Ben, Maliye Bakanı olduğumda Gelirler Genel Müdürüm Zekeriya Temizel'di. İlk icraatım, onu bu görevden almak oldu. Yerine Hasan Basri Aktan'ı getirdim. Peki Zekeriya Bey'i bu görevden aldım da ne oldu? Kısa bir süre sonra siyasete atıldı, önce milletvekili, ardından bakan oldu... Hem de Maliye Bakanı... Yani, görevden almasaydım belki bugün hala o koltukta oturuyor olacaktı.
Zekeriya Bey Maliye Bakanı olur olmaz ne yaptı? Benim getirdiğim Gelirler Genel Müdürü Hasan Basri Aktan'ı görevden aldı, kızağa çekti. Çekti de ne oldu? Hasan Basri Aktan da bakan oldu, kendisini görevden alan kişiyle aynı kabinede yer aldı. Kısacası, ben bugünkü kabinede görev yapan iki bakanın da bakanıyım...
Galatasaray kulübü 3,5 milyon dolara muhtaç durumda... 3,5 milyon dolar için sezon ortasında takımın en iyi oyuncularından biri olan Filipescu'yu sattılar. Bu futbolcunun yerine
Sonunda beklenen oldu ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, bedelli askerlik uygulamasından sahte belgeler düzenleyerek yararlandığı gerekçesiyle DYP Bilecik milletvekili Bahattin Şeker'in askere alınmasını kararlaştırdı. Şeker'in dün bu nedenle düzenlediği ve milletvekilliğinden istifa ettiğini açıkladığı basın toplantısında arkadaşımız Fahrettin Fidan kendisine sordu:
- Siz, sahte belgeler düzenlemediğinizi ve Ürdün'de gerçekten çalıştığınızı söylüyorsunuz, değil mi?
- Evet, ithalat - ihracat işiyle uğraştım.
- Bu ülkede toplam olarak kaç yıl çalıştınız efendim?
- Üç yıl.
- Bir insanın, bu kadar süre yaşadığı bir Arap ülkesinde Arapça'yı dört dörtlük öğrenmesi mümkün olmayabilir ama siz de takdir edersiniz ki bazı temel şeylerin Arapçasını öğrenememiş olması kabul edilemez. Örneğin, ekmek, su, kalem, kalem, kitap... Bu sözcüklerin Arapçasını söyleyebilir misiniz acaba? Şeker bir süre düşündükten sonra soruyu şöyle yanıtladı:
&nb