Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Medya organlarının "hazırlık soruşturması"nı yayınlaması yasalara aykırı olduğu gibi gazetecinin sorumluluklarını da ters düşer...
       Ne var ki basın ve televizyonlarımız bu kurala hemen hiç uymuyor.
       Anımsayacaksınız... Geçen yıl Şemdin Sakık'ın itirafları adı altında büyük gazetelerde bazı sözler yayınlandı. Bu ifadeler doğrultusunda kimi gazeteciler işten atılırken İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal da hedef gösterildi. Ve vuruldu.
       Geçenlerde iki televizyon kanalı ve iki büyük gazete, Ömer Lütfü Topal'ın kuryesi Aliye Kara adlı kadının soruşturma ifadesini yayınladı. Korel Göymen'den Halit Dağlı'ya kadar bir yığın siyasetçi ve bürokrat bu ifadeler sonucu suçlama altında kaldı.
     ÂAliye Kara üç gün sonra bu ifadeyi baskı altında verdiÄŸini söyledi.
       Suçlanan insanlar suçlandıklarıyla kaldı.
       Son günlerde de Haluk Kırcı'nın Emniyet ve DGM ifadesi adı altında kimi beyanlar yayınlanıyor. Medya aldığı bütün derslere rağmen hazırlık ifadesinin çekiciliğinden kendini kurtaramıyor.
       Ne zaman kurtarabilir... Kendi üzerine çamur sıçrarsa...
       Malumunuz Hürriyet gazetesi eline geçen telefon bantlarını gönül rahatlığıyla yayınlıyordu. Ne zaman ki kendi genel yayın müdürlerinin dinleme bandı ortaya çıktı. O zaman aniden bunun anayasa suçu oluduğunu farkettiler.
       Bir medya yetkilisi bir "hazırlık soruşturması"nda suçlama altına girerse...
       Eminiz o zaman hazırlık soruşturmasının yayınlanmasının ne kadar büyük suç olduğu da medyamızca birden farkedilecek, sorumlular şiddetle kınanacaktır.

     ÂAydın Boysan anlattı...
       Lisede erkek öğretmenlerden biri sınavda sormuş:
     Â- YaÅŸantınızda istediÄŸiniz en güzel ÅŸey nedir?
       Öğrenciler futbol, şiir, üniversite bitirmek gibi yanıtlar yazmış.
       Öğrencinin biri de demiş ki:
     Â- Benim için en güzel ÅŸey yatakta bir kadınla beraber yatmaktır...
       Öğretmen kağıtları okuyup bitirince bu öğrenciyi çağırmış:
     Â- Yarın sabah babanla birlikte gel, demiÅŸ, onunla görüşeceÄŸim...
       Delikanlı ertesi sabah yalnız gelmiş. Öğretmenin sorması üzerine demiş ki:
     Â- Babam selam söyledi, kendisi de benimle aynı fikirdeymiÅŸ. Ayrıca "EÄŸer öğretmenin bizimle aynı fikirde deÄŸilse onunla fazla samimi olma" diye tembihledi...

       Karı koca sinema dönüşü bir bara gitmişler. Masaya oturur oturmaz kadının gözü barda tek başına içen adama ilişmiş. Biraz dikkatli bakınca:
       - Aaa o!.. deyivermiş...
       Kocası meraklanmış:
     Â- Kim o?
       - Seninle evlenmeden önce çıktığım çocuk. Biliyor musun ayrılırken onu yine burada bırakmıştım. Demek 7 yıldır aynı yerde içiyor...
       Adam başını sallamış:
     Â- Onu anlıyorum, demiÅŸ, ama bu olay, bu kadar uzun zaman kutlanmaz ki...

     ÂAhh, ahhh!" diye iç geçirip anlatılan o eski Ramazan ve bayram öykülerinden... 1843 - 1893 arasında yaÅŸamış gazeteci - yazar Mehmet Tevfik'in kaleminden... Gerçi Mehmet Tevfik de, kendi ramazanlarını anlatırken "eskilerin" kulağını çınlatmadan edemiyor! Ama biz onun bizzat görüp yaÅŸadıklarına bakalım:
       "..Meyhanecilerin senede bir kere akşamcılarına bir ziyafetleri vardır ki, ramazan bayramının ilk gününe rastlar. Fakat meyhanede değil, evde!.. Şöyle ki; meyhaneciler, ramazanda bir ay devamdan feragat etmiş olan akşamcılarına `Bizi unutmasınlar' diye bayramın birinci günü birer tabak uskumru dolması veyahut midye dolması gönderirler..."
       Sonra... Envai çeşit ramazan eğlencesi... Mesela...
       "..Ramazanda eğlence mi ararsın?.. Akşam ezanından bir iki saat önce caddelerde, cami avlularında dolaş. Elbette bir kavgaya tesadüf edersin. Ramazan kavgası eğlencelerin en alasıdır. Ama tahammül edip karışmamalı, uzaktan seyirci olmalı. İncir çekirdeğini doldurmaz bir söz yüzünden öyle kavgalar, gürültüler çıkar ki adam gülmekten kırılır. Hem bu kavgalar kadınlar hamamı kavgası gibi bulaşıcıdır. Mesela iki kişi arasında bir ağız kavgası başlar, derhal etraftan öteki beriki müdahale eder. O onunla, beriki ötekiyle tutuşup kavgaya başlar. İlk kavgaya tutuşanlar barışırlar. İşlerine güçlerine, belki akşam evlerine giderler, kavganın teferruatı ise hala baki...
       ...Ramazan geceleri fişek atmak çocuklara mahsus bir eğlencedir. Vaktiyle bir çocuk, gece patlatmak için on paraya bir fişek alıp evine getirir. Minderin üzerine bırakır. Meğer pederi afyonu fındık kadar yutan tiryakilerden imiş! Akşam üzeri tiryaki gözünü açamayacak bir hale gelir. Afyonu çıkarıp minderin üzerine bırakır, iftar saatini beklemeye koyulur. Top atılır atılmaz da afyona uzanır. Ama eline yanlışlıkla toprak fişek gelir. Afyon diye fişeği yutar. Bekler, bekler neşe yok. Tiryaki fena bir hal içinde bunun aslını düşünmekteyken çocuk gelir. Fişeği arar, bulamaz. Başlar ağlamaya. Tiryaki işi anlar. Afyon yerine bana fişeği yutturdu, ya midemde patlarsa diye de söylenir. Evin içinde bir kıyamettir kopar... Bu fişek patlatmak adeti tiryakiler için büyük endişedir. Herifler fişek patlatıldıkça korkularından sıçrar, afyonu tazelerler. Bu hal devam ederse hırslarından patlarlar!


       Can yoldaşı dostlar çekildi gittiler
       Ecel çiğnedi hepsini birer birer
       Yanyana oturmuştuk hayat sofrasına
       Bizden birkaç kadeh önce sızdı gittiler.
       Hayyam



Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr