Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Galatasaray geçen pazar günü Antalya'da Borussia Dortmund'la, önceki akşam İstanbul'da Feyenoord'la oynadı. Bu maçlarda ortaya bir kupa konulmuştu: "Gazi Kupası"... Gazi denilince çoğu kişi turnuvanın Mustafa Kemal adına düzenlendiğini düşündü. Ne var ki maçları nakleden spikerler turnuvanın "Gazi" adlı bir firma tarafından düzenlendiğini belirtti de durum aydınlandı. Peki bu gazi firması ne iş yapar, ne üretir, ne satar? Ne televizyon spikerleri, ne gazetelerin spor sayfaları bu konuya ilişkin tek satır laf etmediler. Meraklanıp soruşturduk. Meğer bu "Gazi" firması Almanya merkezliymiş. Beyaz peynir ve kaşar ile yoğurt ve ayran üretip satarmış. Reklamlarında sürekli Türk futbolcuları ve Türk Milli Takımını kullanır, zaman zaman Almanya'daki Türk sporcularına (genellikle boksörlere) sponsorluk yapar, bu şekilde gurbetçi Türklerle sıcak bir diyaloğu sürdürürmüş. Son zamanlarda Almanların Metro gibi büyük mağazalarına girmeyi başarmış, Alman müşteriye de hitap ediyormuş artık.
Hangi becerikli Türk işadamının eseri bu Gazi firması diye sorarsanız...
Efendim Türk değil... Eduardo Garcia adlı bir İspanyol imiş sahibi...
25 yıl önce Stuttgart'ta arkadaş olduğu Türklerin peynir ve yoğurda olan merakını gören Eduardo Garcia, Türkiye'den peynir ustaları getirtmiş. Ufak ufak peynir üretimine başlamış. Giderek işi büyütmüş. Şimdi kocaman bir şirket olmuş... Ustaları Türk ama yöneticileri ve satış elemanları Alman imiş. Almanya'daki Türk gazetelerine en çok ilan veren firmalardan da biriymiş artık. Bize bu bilgileri veren Milliyet'in Almanya Bürosu İlan Müdürü Mesut Çakar:
- Ben ve tanıdıklarım Gazi ürünlerini yiyoruz, dedi, Türkiye'deki peyniri ve yoğurdu aratmadığı gibi bizim birçok üründen daha kaliteli. Ve temiz...
Bu Eduardo Garcia yaman bir işadamına benziyor...
Gazi ürünlerini yakında Türkiye'de görürsek şaşmayalım...

FP adayı olarak Eminönü Belediye Başkanlığına hazırlanan Selim Devlioğlu, Yalçın Bayer'le yaptığı konuşmada diyor ki:
- Ahmet Çetinsaya'nın başkanı olduğu Eminönü Hizmet Vakfı'nın kasasında 2,8 trilyon liralık kaynak mevcuttur. Bu para belediye kasasına girmesi gereken paradır. Çünkü bu paranın kaynağı kaçak yapılardan vakfa bağış olarak kesilen ancak Encümen'e sokulmayan cezalardır... Ayrıca belediyenin gayrimenkulleri otopark olarak Hizmet Vakfı'na cüzi miktarla kiraya verilmiş, bu yolla vakfa büyük bir kaynak aktarımı sağlanmıştır... Ahmet Çetinsaya belediyenin olması gereken bu parayı şimdi seçim kampanyasında kendi adına kullanacakır.
***
Ahmet Çetinsaya birkaç gün önce İSTEK adlı televizyon kanalında:
- Yeniden seçilemezseniz Vakfın başkanlığını bırakacak mısınız?
sorusuna:
- Hayır bırakmayacağım, yanıtını verdi.
***
Eminöne'ne hizmet amacıyla toplanan paranın, Eminönü'ne pek hayrının dokunmayacağı anlaşılıyor.

Duvar yazısı
Herşeyi bildiklerini sanan ukalalar, bizim gibi herşeyi bilen kişilerin sinirini bozuyor.
***
Erkeksiz bir kadın şemsiyesiz balığa benzer...
***
İntihar özeleştirinin en samimi ve mert biçimidir...
***
Kapıyı kapasana salak. Size değil komutanım.

Birine bir armağan verip ya da bir yardımda bulunup karşılığında birşey bekliyorsak bunun adı yardım değil ticarettir.
(Her ramazan orta yere kocaman iftar çadırları kurup oy umuduyla yardım gösterisi yapan belediye başkanlarının dikkatine)
***
Bütün uygar ülkelerde devleti savunması en az silahlı kuvvetlerin olduğu öğretmenlerindir de...
Bertrand Russell
***
Kişinin duyguları bildikleri ile ters orantılı olarak değişir - ne kadar az bilirsen - o kadar çok kafan kızar
Bertrand Russell
***
Birşeyi iyi yapmanın ödülü onu iyi yapmış olmaktır.
Emerson

Avrupa'da bir kişiye üç, Türkiye'de dört kişiye bir diş fırçası düşüyormuş...
Ama Türkiye'de de bir kişi günde en az dört kişiye fırça atabiliyor, n'abeer!..

Etimesut'dan Zühtü:
- Rüyamda Başbakanlık Binası'nda çaycıyım...
Yeni başbakanımız Bülent Ecevit, yaşından beklenmeyecek derecede çalışkan bir insan... Hergün sabahın erken saatlerinde makama gelip gecenin geç saatlerine kadar devlet işleriyle meşgul oluyor...
O gün, yine sabahın körü... Bülent Bey'in çay servisini yaparken dayanamayıp bu konuyu açıyorum:
"Sayın Ecevit, ben bugüne kadar çok başbakan gördüm, ama sizin kadar çalışkanını görmedim... Mesaiye bu kadar erken başlamanıza gerek var mı?" diyorum...
Bülent Bey, kibar... Çaycı maycı demeyip sorumu dürüstçe yanıtlıyor:
"Ne yapayım? Zühtü Bey..." diyor, "şunun şurasında üç ay başbakanlık yapacağım... Doğal olarak bu sürenin her saniyesini keyifle yaşamalıyım... Bakarsın böyle kısmet bir daha ayağa gelmez..."
Durumu anlayışla karşılıyorum... Selamımı verip makamdan ayrılacağım esnada Bülent Bey tekrar sesleniyor:
"Bir dakika Sayın Zühtü Bey" diyor, "hazır sizi yakalamışken son tasarruf genelgesiyle ilgili görüşlerinizi almak isterim... Nasıl buldunuz önlemleri?.."
Hiç çekinmeden yanıtlıyorum:
"Fena değil ama..." diyorum, "biraz eksik kalmış..."
"Ne gibi?.."
"Örneğin, personelin günde bir bardaktan fazla çay içmesi de yasaklanabilirdi..."
Başbakan elini masaya vuruyor:
"Çok doğru... Bunu nasıl unuttuk biz..." diyerek daktilonun başına geçiyor... Önerimi kağıda döktükten sonra:
"Başka?.. Başka ne yapabiliriz?.." diye soruyor.
"Memurlar..." diyorum. "memurlara maaş vermeyelim, onlar işlerini bilirler..."
Bu öneriyi de benimsiyor Başbakan:
"Başka?.. Başka var mı?.."
Kafayı kurcalıyorum... Ve son önerimi yapıyorum.
"Devleti soyanlardan, çaldıklarını geri alın... O zaman bu önlemlere gerek kalmaz... Zaten bu önlemleri alma gereği hissetmemizin nedeni de onlar..." diyorum..
Sesi çıkmıyor Ecevit'in... Mırıldanarak:
"Onu yaparsam bana güvenoyu veren Sayın Çiller ve Sayın Yılmaz"ın güvenlerini kötüye kullanmış olurum. O takdirde başbakanlığım üç aydan da kısa sürer..." diyor. İzin isteyip makamdan ayrılıyorum...
YORUMU: Sen bu rüyayı uykuda gördüğüne emin misin Zühtü?..



Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr