MHP'nin geçmişe göre ne kadar değiştiği, ne kadar değişmediği merak ediliyor. Bu yüzden MHP sözcülerine sık sık 12 Eylül öncesi ile ilgili düşünceleri soruluyor. Örnek olarak Abdullah Çatlı'nın adı gündeme getiriliyor. Bu sorular karşısında MHP'li yetkililerin tavrı değişmiyor: 12 Eylül öncesine ilişkin bir özeleştiri yapmayı gereksiz görüyorlar. Abdullah Çatlı'dan söz edildiğinde, onun 12 Eylül sonrasındaki faaliyetlerine olmasa da 12 Eylül öncesi kimliğine sahip çıkıyorlar.
Bu tavır, Parti'nin daha önceki Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in ölümüne yakın yıllarda aldığı tavırdan farklı... Alparslan Türkeş, partisini, 12 Eylül öncesinin kimi görüntülerinden ayırmaya çalışıyordu son dönemde... Ölümüne yakın aylarda Kanal 7'de Zahit Akman'la yaptığı bir röportajda bu konuda çok açık mesajlar vermişti. Bakınız 15 Ocak 1977'de Kanal 7'de yayınlanan röportajda neler söylüyor Türkeş:
(Banttan aynen alınmıştır)
Zahit Akman: "Devletin 12 Eylül öncesinde bazı kişileri kullandığı... Özellikle ülkücü kesimden Abdullah Çatlı'nın MİT tarafından kullanıldığı iddiaları konusunda ne düşünüyorsunuz?"
Alparslan Türkeş: "Bu mesele, üzerinde durulacak mesele... Son zamanlarda ortaya dökülen bilgiler, birçok kimselerin, Abdullah Çatlı da dahil olmak üzere, hatta bugün parti başkanlığı yapan kimselerin dahi 12 Eylül'den önce MİT tarafından görevlendirildiği ve onların hesabına çalıştıkları konusu ortaya dökülmüş bulunmaktadır. Bunu hem onların yakınları söylemektedir, hem de MİT'de görev yapmış yetkili kimseler söylemektedir. İşte bu bizim 12 Eylül'den önceki sıkıntılarımızın açıklamasıdır bir bakıma..."
Türkeş, bugünkü yönetimin aksine, 12 Eylül öncesine eleştirel bir gözle bakmaktaydı son yıllarında...
Hayat dersi
Yalnız kişisel nitelikli amaçlara yönelmiş bir hayat büyük ihtimalle, er ya da geç, çekilmez derecede ıstırap verici olacaktır. Hayatın trajik yanlarına ancak daha geniş ve daha az korkunç dünyalara açılan pencereler sayesinde dayanılabilir.
Bertrand Russell
Düzeltme
Bu sütunda birkaç gün önce
Bahriye Üçok'un 1981 yılındaki bir yazısını yayımlamıştık.
Bahriye Üçok o yazısında 12 Eylül döneminin Milli Eğitim Bakanı'nın Diyanet'ten fetva istediğini ve imam hatip liselerinde kızların başının bu fetva uyarınca kapatıldığını yazıyordu.
Diyanet kayıtlarında ise fetva isteyenin Devlet Bakanı
Mehmet Özgüneş olduğu belirtiliyordu.
12 Eylül döneminin Milli Eğitim Bakanı
Hasan Sağlam bu konuda bir açıklama yaparak dedi ki:
- O dönemde imam hatip liselerinde başların giderek daha çok örtüldüğünü gözlüyorduk. Bunun üzerine bir Hükümet Kararnamesi çıkararak bu liselerde kızların yalnızca Kuran'ı Kerim derslerinde başlarını kapatmalarını, diğer derslere başı açık girmelerini istedik. Karar bu yönde uygulandı.
Mehmet Özgüneş'in istediği fetvanın uygulanması söz konusu olmadı.
Çeyrek asır
İstanbul Tıp Fakültesi 1974 yılı mezunları, 25'inci mezuniyet yılı için 12 Haziran'da biraraya geliyor... Gümüş yıl kutlamasına katılmak isteyenleri Profesör
Güzin Özarmağan 0212 653 29 39 no:lu telefonda bekliyor.
Nerede o Meclis!
Başka hiçbir sorunumuz yokmuş gibi, günlerdir aynı soruyla yatıyor, aynı soruyla kalkıyoruz:
Merve Kavakçı türbanıyla yemin edebilir mi, edemez mi?..
Koskoca bir ülkenin, koskoca Meclis'i bu konuya kilitlenmiş durumda... Hal - i pür melalimiz, tıpkı Osmanlı ordusu İstanbul'u kuşatmışken, içeride, meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans... diyor ve geliyoruz bugünkü Meclisimizin ilk yıllarında yaşadığı benzer bir olayda takındığı tutuma, sergilediği tavra...
Nurzen Amuran'ın önceki akşam TRT - 1'de yayınlanan
"Dosya" adlı programından aktarıyoruz:
Tarih 28 Nisan 1920... Meclis açılalı henüz 5 gün olmuştur... O günkü oturumda milletvekillerinin ant içmelerinin gerekli olduğu vurgulanır... Bu konuda iki önerge verilir... Önergelerin ilki Komisyon'a gider, ant içme metninin nasıl olacağı şöyle belirlenir:
"Hilafet ve Saltanat ve vatan ve milletin kurtuluşu ve bağımsızlığından başka bir amaç izlemeyeceğime ant içerim. "Açılan görüşmede, Sivas milletvekili
Mustafa Taki Efendi, "Kurtuluşu" sözcüğünden önce
"Din" sözcüğünün eklenmesini ister. Erzurum milletvekili
Celalettin Arif Bey, din aleyhinde söz söyleyen hiçbir müslümanın tasavvur edilemeyeceğini vurgular. Söz sırası Karahisari milletvekili
İsmail Şükrü Efendi'ye gelir.
İsmail Şükrü Efendi, kürsüye çıkar, bugünkü kimi efendilere! ders olacak şu konuşmayı yapar:
"Burada bizim düşüncemiz, neyi kaybettikse onu bulmaktır. Bizim kaybettiğimiz vatan ve bağımsızlıktır. Dinimizi kaybetmedik. Dinimiz sağlam, imanımız güçlüdür."Sonuçta, yemin
İsmail Şükrü Efendi'nin önerdiği şekilde, metinde
"din" sözcüğü olmadan edilir.
O tarihlerdeki Meclis'in son zamanlardaki Meclis'ten farkı yalnızca bu mudur? Buyrun bir örneğe daha... TBMM'nin ilk dönemlerinde, ülke içerden ve dışardan ateş çemberiyle çevriliyken milletvekillerinin verdikleri yasa önerilerinden bazıları şunlardır:
. Düğünlerde savurganlığın yasaklanması.
. Suistimallerin önlenmesi ve bu şekilde biriken servetlerin geri alınması.
. Camilerde okunan hutbelerde, hatiplerin Türkçe açıklama yapmaları.
. Öğretmen ve tabiplerin 50 yaşına kadar kamu kurumlarında zorunlu olarak çalıştırılmaları.
. Halk ve avam gazetelerinin çıkarılması.
. Lakaplar ve büyüklük gösterisi sözcüklerin kaldırılması.
. Günlük gazete ve dergilere ayet ve hadis konulmaması.
. Meclis toplantı salonunda sigara içilmemesi.
Canınızı daha fazla sıkmamak için dilerseniz önergeleri burada keselim ve
"Nerede o eski bayramlar" misali hayıflanalım:
"Nerede o eski Meclis'ler!.."Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr