Yaratılan havaya kapılırsan.. Harekat merkezinde çekilip medyaya verilen Amerikanvari fotoğraflara bakarsan.. Üst üste verilen demeçlere kulak kabartırsan.. Askerlerin bir tepeye bayrak dikme görüntülerini dikkate alırsan.. Hele hele gelişmeleri iktidarcı kanallardan takip edersen..
Zannedersin ki; askerlerimiz Suriye’ye girdi.. Bir bölgeyi IŞİD’den temizledi.. IŞİD’i söktü attı.. Oradaki
insanları kurtardı..
Aslında olan bitenin özeti şu; Süleyman Şah Karakolunu terk ettik.. O bölgeyi IŞİD’e bıraktık..
39 tank, 57 zırhlı araç, 572 personelin katıldığı operasyon geri çekilme operasyonudur..
Tahliye operasyonudur..
*
Bir süredir sessizdi, konuş-muyordu.. Siyasetle ilgili demeç vermekten kaçınıyordu..
Onun da bardağı taşmış olacak ki..
Sus, sus nereye kadar demiş olacak ki..
Cuma namazı çıkışı konuştu..
İki önemli konunun üstünde durdu.. Biri İç Güvenlik Paketi, öteki başkanlık sistemiydi..
Kısaca; güvenlik paketine karşı çıktı, polise aşırı yetki verirken dikkatli olunması gerektiğini belirtti.. Polisin geçmişte telefon dinleme konusunda yetkilerini istismar ettiğini hatırlattı..
Başkanlık sistemine gelince.. Gül parlamenter sistemi savunuyor ama herhalde Beştepe’nin bu konudaki ısrarı, Beştepe’nin bastırması karşısında pes etmiş olmalı!.. Bu sefer başkanlık sistemine toptan karşı çıkmadı.. Sadece Türk usulü olmasın uyarısı yaptı.. ‘ABD’de olduğu gibi kuvvetler ayrılığı açık seçik bir şekilde yazılırsa, hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistem olursa şüphesiz ki demokratik bir sistemdir’ demekle yetindi..
Geçen gün değindim.. İktidar sabah akşam paralele çakıyor.. Hemen her olayı paralele bağlıyor.. Paralel aşağı, paralel yukarı..
Her gün bir operasyona tanık oluyoruz.. Dinlemeci olduğu söylenen polisler gözaltına alınıyor.. Kimi tutuklanıyor, kimi serbest bırakılıyor..
Ama bir dakika, paralel, polisten ibaret değil ki..
-
Mafya ile kabadayı düzeninin farkını düşünün.. Kabadayı gözü karadır, mahallesini zapturapt altında tutar, istediğini yaptırır ama devlete karşı boynu kıldan incedir..
Tek başına olmasa bile küçük çaplı çetedir.. Polisle işbirliği yapan, polisin kolladığı kabadayılar yok değil.. Bu çeşidi de var..
-
Meclis’te arbede çıkması.. Yumrukların konuşması.. Tokmaklı saldırı yaşanması normal..
Niye mi normal..
Polis devletini meşrulaştırmayı amaçlayan yasanın savunulacak tarafı yok da ondan..
Bu sebeple yumruklar konuşuyor..
Bu sebeple iktidar kapalı oturum istiyor..
-
İktidarın milletvekilleri yine de sahip çıkıyor çıkmasına ama Beştepe istediği için sahip çıkıyor..
Yeni bir suç değil.. Üst üste tutuklamalar olunca yeniden gündeme geldi.. Ceza kanununda hakaret suçu var.. Ayrıca cumhurbaşkanına hakaret suçu da var..
Hakaret altı aydan iki yıla kadar hapis cezasını öngörüyor..
Cumhurbaşkanına hakaret bir yıldan dört yıla kadar..
-
Hakaretin tanımı var mı? Hangi sözler hakarete girer? Ölçüsü ne?
Yok.. Yargıtay Ceza Genel Kurulu kapsamını öyle genişletti ki; cumhurbaşkanına yönelik her söz her eleştiri biraz esnetilirse hakaret suçu kapsamına sokulabilir..
Şöyle ki; Abdurrahman Dilipak’ın 10. Cumhurbaşkanı Sezer için kaleme aldığı yazı dava konusu oldu..
Sadece sıkılmadık, yorulduk da.. Bir yıldır sabah akşam aynı lafları duymaktan usandık.. Haber kanallarını açıyorsun.. Ya Cumhurbaşkanı konuşuyor ya Başbakan..
Paralel dedikleri yapıya verip veriştiriyorlar.. Hep aynı laflar, hep aynı cümleler..
Onlar susuyor, bakanlar konuşuyor.. Bakanlar susuyor, iktidar yanlıları ekranları kaplıyor..
Ağızlarda klişe sözler..
Paralel ihanet..
Gezi provokasyonu..
17-24 Aralık darbe girişimi..
Meclis’in gündeminde feci bir yasa var.. Bu hafta ele alınması bekleniyor.. Defalarca yazdım, televizyonlarda defalarca söyledim..
Bu yasa, polis devletini meşrulaştırma yasasıdır..
Bu yasa, otoriter devletin temel harcıdır..
Bu yasa Türkiye’yi..
‘Sık ulan sık’tan..
‘Vur ulan vur’ felaketine geçirecek yasadır..
Bugün.. Biber gazı sıkmak olağan hale getirildiyse, biber gazı sıkan tabancaların tetiği ilk tedbir olarak çekiliyorsa..
Deniz çağırdı herhalde.. Başka olamaz.. Yaptığımız akıllıca bir iş değildi çünkü.. Türkiye’nin dört bir yanını kar kış kaplamış.. Fırtına baş edilemez hale gelmiş, biz güneye indik..
Denizi görmeye.. Cuma günü Ölüdeniz’de denizle buluştuk.. Güneş hoş geldiniz demek için başını uzatmıştı.. Hava pırıl pırıldı.. Deniz ışıl ışıl..
Paçaları sıvadık, denizle hasret giderdik.. O an aklıma Sunay Akın’ın Kafa dergisine yazdığı bir öykü geldi..
(Burada bir parantez açayım.. Kafa dergisi kısa sürede olgunlaştı, (daha altıncı sayısı) dergi gibi dergi oldu.. Şubat sayısı harika.. Tavsiye ederim.. Sizi yakalayan çok sayıda yazı bulacaksınız)
*
Dönelim öykümüze.. Şöyle:
“Tarla eteğindeymiş dağın. Adam, yürümeyi yeni öğrenen oğlunu da çalışmaya giderken yanında götürmeye başlamış. Çocuk, ağacın gölgesinde otururken tarlada çalışan babasını izliyormuş gün boyu. Babanın umudu, oğlunun büyüdüğünde evin tek geçim kaynağı olan tarlayı biçmesiymiş. O da aynı ağacın gölgesinde otururken, babasını gözlemleyerek öğrenmiş bu işleri. Çocuk konuşmayı öğrendiğinde, su içmek için ağacın gölgesine gelen babasına sormuş bir gün: