Birinci sanayi devrimi üretimi su buharının gücüyle gerçekleşiyordu. İkinci sanayi devrimi elektrik enerjisine dayalıydı. Üçüncü sanayi devrimi her şeyin temeline informatik yani bilgisayarları koydu. Dördüncü sanayi devrimiyse üçüncünün üzerine dijitali ekliyor. Fizik, biyoloji ve dijitalleşme birbiriyle bütünleşiyor.
20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren başladığı kabul edilen dijital dönüşüme dayalı dördüncü sanayii devrimi bugün yaşadığımız salgınla hızlandı. Belki 10 yıllar sürecek bir dönem iki belki üç yıl gibi kısa bir sürede tamamlanacak gibi duruyor.
Artık eskisi gibi işe gitmeler bitiyor. Salgın yüzünden her şeyi evden halletmeye alışan ve bunu benimseyen iş dünyası salgın sonrasında topyekûn ofise geriye mi dönecek? Hayır. İşini gücünü dijitale taşımayanı, dijitale uyarlamayan herkesi kaçınılmaz bir son bekliyor. İflas.
İki kız babası Nathan Apodaca’nın kaykayın üzerinde Fleetwood Mac’in “Dreams”ini dinleyip eşlik ederek çektiği birkaç saniyelik video, Tik Tok’ta kısa sürede 50 milyon izlenmeye ulaştı. Nathan’ın 15 dakikalık ünü yok olup gitmeden bakalım daha neler olacak?37 yaşındaki iki kız babası Nathan Apodaca, Idaho’da elektriği ve suyu olmayan bir karavanda kalıyordu. Meksikalı bir baba ile Arapaho kızılderilisi bir anneden doğmuştu ve Amerikan rüyasını yaşadığı pek söylenemezdi. O sabah karavanından dışarı çıktı. Telefonunu açtı ve bir video kaydetmeye başladı. Bir yandan yolda kaykayın üzerinde bir sağa bir sola geziniyor, bir yandan elindeki ahududu şişesinden bir yudum alıyor, bir yandan da Fleetwood Mac’in “Dreams”ini dinliyor ve eşlik ediyordu. Birkaç saniyelik bu videoyu Tik Tok’a koydu. Ve viral oldu. Dünyanın dört bir yanından kaykayla gezip “Dreams” dinleyen ve ahududu suyu içen insanların videoları sosyal medyaya düşmeye başladı. Video kısa sürede 50 milyon izlenmeye ulaştı.
Bu arada Fleetwood Mac’in
Bulduğu her fırsatta soluğu yurt dışında alan bir arkadaşım bugünlerde Anadolu yollarının tadını çıkarıyor. Bodrum, Kuzey Ege falan değil. İç Anadolu. Long weekend’ler yaratıp Avrupa şehirlerine uçmak artık karantina kuralları gereği imkânsız olduğundan zaten başka bir çare de yok. Belki de Kovid’in tarihe geçecek en iyi yanı bu olacak; insana kendi memleketini, şehrini keşif imkânı sağlamak.
Yeni nesil gezip tozmak yaşadığın yerin farkına varmakla ilgili. Biz gezmeyi hep çok uzaklara gidip görmekle eş değer tuttuk. Ama gariptir ki en uzağa bile gitsek aynı dükkânları, restoranları dolaşıp geldik. Neticede elimizde kalan “Evet gidip gördüm, her yer aynı” hissi hafiften.
Kovid sonrası insanların yaşadıkları çevreye bakışlarının değiştiğini düşünüyorum.
Bugünlerde milli parklardan uçsuz bucaksız güney sahillerine, dağ köylerinden orman kulübelerine, eskiden burun kıvrılan, Londra, Paris, Amsterdam’la yarışta hep ikinci, üçüncü sırada kalan yerler artık değerli. Hatta artık hiç
Şarj edilebilir hibrit bir araç satın almamızla David Attenborough’nun “A Life On A Planet” adlı filmini (kitabı da şu an İngiltere’de belli başlı bütün kitapçılarda) izlememiz aynı döneme denk geldi. Netflix’te yer alan bu belgeseli izlemeniz lazım, ben sadece bir iki cümleyle özet geçmeye çalışacağım.
Böyle giderse, 100 yıla kalmadan dünyanın sonu gelecek. Yaşanmaz bir iklim, felaketler, yaşam alanını, gıda kaynaklarını kaybeden insanoğlu ve öngörülemeyen daha nice olumsuzluk. 100 yıl demek torunlarımız demek. Torunlarımızın başına gelecek şeylerden bahsediyoruz.
“Yenilenebilir”, “sürdürülebilir”. Gelecekte kilit sözcükler bunlar. “Sürdürülebilir” kavramına insan varlığını da ekleyelim. Nüfus bu hızlı artmaya devam ederse, herhangi bir kontrol bilinci yerleşmezse, ne yaparsanız yapın dünya yaşanacak bir yer olmaktan çıkıyor. İnsan varlığının sürdürülebilmesi dönüp dolaşıp nüfusa bağlanıyor. Nüfus ve doğum oranlarının kontrol altına
Aspova, Ahiyan, Ezhel, AC/DC, Aya Nakamura ve diğerleri. Geçen haftalardan aklımda kalan yeni şarkılar
Aspova’dan geçen hafta gelen “Çok Özledim” sıradan bir rap şarkısından çok daha fazlasına sahip. Gerek vokaller gerek beat çok ilgi çekici. Trending olma yolunda.
Ahiyan, 2021’de adını daha fazla duyacağımız bir isim. Ara ara internete koyduğu şarkıları merakla izliyordum. En son gelen parçanın adı “İstemem”. Açıkçası bu parçadaki piyanoyu, beat’i, fondaki gitarın yarattığı blues etkisini en az rap’i kadar beğendim. Ahiyan, rap’i arabeskle harmanlarken global bir sound yakalamaya doğru hamle yapıyor. Albüm pek yakında piyasada olacak. Devamı böyle gelirse başarı kaçınılmaz.
Duvar bahçelerini ilk günden beri eleştirenlerden biriyim. Duvarları yeşillendirmenin ne İstanbul’a ne vatandaşa faydası var. Sürdürülebilir bir yeşillendirme değil. Duvara oturup piknik yapamazsınız, duvar saksısının altında güneşten korunup serinleyemezsiniz, yağmurdan kaçamazsınız. Duvar bahçesinde çocuğunuzu gezdirmezsiniz. Duvar bahçesinde sevgilinizle kol kola yürüyemezsiniz. Duvar bahçesi binlerce plastik saksıdan ibaret, kimseye faydası dokunmayan, pahalı bir görüntüdür sadece. Öte yandan, eğer arabanızla işe gidip geliyorsanız bazı yerlerde (mesela Söğütlüçeşme-Acıbadem arasında) saksı değişimi günlerinde yolun tek şeride indirildiğini ve bu uygulamanın yarattığı trafiği de bilirsiniz.
İstanbul’un yeşile ve oyun alanlarına ihtiyacı var. Pahalı, devamlı bakım isteyen saksılı duvarlara değil. Buraya ayrılan bütçeyle şimdi yeşil alanlar çoğaltılacak. Şehre yeni parklar kazandırılacak. Konu burada graffiti değildir. Graffiti’lerin güzel olup olmaması
ya da İstanbul’a yakışıp yakışmaması da değildir. Bu
İngiltere’de yeteri kadar zaman geçirmeyen ve burada yaşamayan biri için pub’ların işlevini günlük hayattaki yerini anlamak çok zor. Birahane değil, restoran değil, kafe değil. Belki bizdeki eski tip “mahalle kahvesi”nin içki içilen, yemek yenen versiyonu gibi bir şey.
Neredeyse her mahallede birkaç tane pub var. Pek çok pub artık ünlenip zamanla turistik yerler haline geldiklerinden menülerini ve işletme anlayışlarını çağa uydurmuş modern işletmeler. Thai menüsü olan var, sağlıklı ürünlere odaklananlar var, şarap kültürüne girip kav oluşturanlar ve buna uygun tadım menüleri verenler var. Ancak turistik haritaların ve rotaların dışında kalan pub’lar, işte onlar gerçek İngiltere’yi yaşatıyor. Bu tip geleneksel pub’lar bugün büyük zincirlere dahil olsalar da hepsinin kendine has içecekleri menüleri müdavimleri ve muhabbetleri var.
Benim yaşadığım St. Albans tüm Birleşik Krallık’ta nüfusa oranla en fazla pub olan yer. Kişi başına düşen pub sayısı diye bir istatistik
Günümüzün pop müziğinde Nijerya’nın hiç azımsanmayacak bir yeri olduğunu biliyor muydunuz? Afrobeat, Afro-caz gibi daha dar kitleye hitap eden müziklerden ve onların popa etkisinden de bahsedebilirim ama kastettiğim o değilGeçenlerde öğle yemeği için gittiğim Soho’daki restoranda, barın bir köşesine yerleştirilmiş bir pikaptan ortama yayılan reggae müziği çok hoşuma gitmişti. Pikabın yanına istiflenmiş dub, reggae, afrobeat, caz plaklarından başka buranın müzik anlayışına dair gözüme çarpan diğer obje, duvara seloteyple yapıştırılmış A4 büyüklüğündeki bir Fela Kuti resmiydi. Belli ki buranın müziklerine karar veren kişi dünya müziklerine ve özellikle de Afrika müziğiyle ilgiliydi (ve resimleri çerçeveletmeyi sevmiyordu). Bu görüntüyü not defterime yazmışım. Geçenlerde karıştırırken karşıma çıktı. Nijerya’dan çıkan en önemli müzisyenlerden biri olan Fela Kuti ve afrobeat hakkında internette dolaşmaya başladım. Bir yandan da bir afrobeat listesi çalmaya