Konserlerin, festivallerin yapılamaması dünya çapında yüz binlerce insanın işsiz kalmasına neden olmuştu. Bu yıl aşı haberiyle birlikte umutlar giderek artıyor2021 yazında festivaller yapılacak mı? Şu ara sektördeki en önemli soru bu. Yüz binlerce çalışanın kaderi buna bağlı. Glastonbury Festivali yönetimi, henüz aşı müjdesi ve iyimserliği ortamlara yayılmadan 26 Ekim’de avukatları aracılığıyla bir açıklama yaparak, 2021’de festivalin yapılacağını, hazırlıkların buna göre devam ettiğini duyurmuştu. 2020’de 50’nci yılını kutlayacaktı festival ve efsane bir kadroyla festival tarihinin en büyük, en görkemli kutlamalarından biri olacaktı. Pandemi işi bozunca her şey bu yıla kaldı. İkinci dalgayla birlikte yine soru işaretleri belirirken gelen bu açıklama moralleri düzeltici nitelikteydi.
Herkesin kafasında şu soru var: Acaba normal bir yıl yaşayabilecek miyiz? Bundan bir yıl önce her şey normal olsun diye hayaller kurmak akla gelmezdi. Herkes mükemmelin peşindeydi. Şimdi yeni mükemmel eşittir normal.
Glastonbury 23-27 Haziran tarihlerinde düzenlenecek
Eskiden duyardım, söylerlerdi ama çok anlamazdım. Hatta garip gelirdi. Yurt dışında yaşayanların Türk dizilerine ve Türk yapımlarına düşkünlüğünün doğasını anlamak için birkaç sene yurt dışında oturmak gerekiyormuş.
Televizyon seyretmeyi yıllar önce bıraktım. Netflix, Amazon Prime ve zaman zaman girip birkaç ay kullandıktan sonra üyeliğe ara verdiğim Now TV gibi bazı platformlardaki yapımları izlemeyi seviyorum. Teknik olarak her şeye düşkün değilim. Yani ekran karşısında oturup o güne ne varsa bir şeyler izlemek hoşuma gitmiyor. İlgimi çeken bir şeyler varsa izlemeyi tercih ediyorum.
“Ben sadece belgesel izliyorum”culardan hiç değilim. Çünkü bir defa bunu söylemem yalancılık olur. Ayrıca belgeselleri sevdiğimi söyleyemem. Yani izleyemiyorum değil bilerek izlemiyorum çoğunu çünkü belgeselciliğin günümüzde evrildiği yeri sevmiyorum. Belgeselcilik heyecanlı, dramlı, içinde cinayet falan da işlenen bazı görüntülerle oluşturulmuş sürükleyici ekran yapımları gibi bir
Geçen hafta ABD başkanlık seçimleri sonuçlanırken, sosyal medyada çok enteresan bir gelişmeye tanık olduk. Belki seçimlerin kendisinden daha önemli ve yakın gelecekte dünya siyasetinde somut sonuçları olacak bir gelişmeydi bu.
Twitter, ABD Başkanı Trump’ın kişisel hesabı da dâhil olmak üzere bazı hesaplardaki bazı tweet’leri bir uyarı mesajıyla birlikte blokladı. Bu mesajda “Bu tweet’teki bilgilerden bazıları ya da tamamı tartışmalıdır. Seçimler ve seçimlere dair diğer konularda yanıltıcı ve manipüle edici olabilir” yazmaktaydı.
Aslında tam olarak içeriği ulaşılmaz hale getirmiyordu bu uygulama. Çünkü bu uyarıya rağmen girip okumak isterseniz okuyabiliyordunuz ama elbette artık farklı bir gözle.
Twitter bu uygulamayı açıklamak için aynı uyarıya bir de link koymuş. Tıkladığınızda daha geniş bir metne ulaşıyorsunuz. Burada, İngilizce açıklamada kullanılan “civic” kelimesi özellikle açıklanmış. “Hükümet ve onun ilgili organları tarafından yönetilen, seçimlere dair geniş
Bu hafta James Blake ile tanışma fırsatı var; Roisin Murphy her zamankinden daha iyi; Bright Eyes projesinden “Down in the Weeds, Where the World Was Once” harika bir hafta sonu albümü; Filipin asıllı genç sanatçı Beatrice Laus (Beabadoobee) şu ara radyoların çalmaktan çekinmediği isimlerdenLondra çıkışlı şarkıcı ve müzisyen, prodüktör James Blake’in “Before” isimli EP albümü 14 Ekim’de yayınlanmıştı. Bu dört şarkılık EP’de türler arası geçişler, şahane melodiler, elektronik müziğin imkanları kullanılarak yaratılan dramatik dünya ve Blake’in etkileyici vokalleri bir arada. Blake’in müziğiyle tanışmak için iyi bir fırsat.
Roisin Murphy’yi elbette Moloko’yla tanıyıp sevdi müzik dinleyicisi. Moloko’nun müziği rock, pop, elektronik ve disco’nun kendine has bir karışımıydı. Roisin Murphy yoluna solo albümlerle devam ederken sınırlarını zorlamayı, denemelere girişmeyi hiç ihmal etmedi. Bugün 47 yaşında, beşinci solo albümü “Roisin Machine”i yayınlarken her
"Piyano çaldığım zamanlarda hafızam iyi. Her şeyi hatırlıyorum."
Eski müzik öğretmeni Paul Barnes 80 yaşında ve demans hastası. Hafızasını giderek kaybediyor. Yaptıklarını hatırlamıyor, çoğu zaman bir sis perdesinin ardındaymış gibi yaşıyor. Ama piyano çalarken başka. O zaman anıları canlanıyor. Paul piyano çalarken her şeyi, kim olduğunu hatırlıyor.
Kısa bir video sayesinde bugün İngiltere’de herkes Paul Barnes’ı tanıyor artık. Videoda, piyanosunun başında oturan Paul’e oğlu tarafından dört nota veriliyor ve bu dört notadan hareket ederek bir şeyler çalması isteniyor. Çünkü Paul önceden çalabildiği pek çok parçayı hatırlamıyor. Ona ancak bazı notalar verildiğinde onlar üzerinden doğaçlayarak çalabiliyor. Paul bu notalardan hemen doğaçlama bir beste yapıyor. İki dakikalık video oğul tarafından Twitter’a konunca işler değişiyor.
Şarkı önce BBC’de pazar sabahları yayınlanan “Broadcasting House” programında çalındı. O kadar çok mesaj ve olumlu tepki aldı ki bir anda BBC Filarmoni Orkestrası
Geçenlerde Londra’nın kuzeyinde yer alan Warner Bros. stüdyolarını dolaşma fırsatımız oldu. Burası Harry Potter filmlerinin çekildiği yer. Stüdyoya adım attığınız andan itibaren gördüğünüz her şey filmde kullanılan objeler, dekorlar, kostümler ve mekânlar. Her şey olduğu gibi korunmuş. Filmde yer alan oyuncular dışında her şey burada tutuluyor.
Açıkçası, üzerinden yıllar geçmesine rağmen Kovid döneminde bile hayli ilgi var buraya. Kapıda upuzun bir kuyruk vardı. Sosyal mesafe kurallarına uyuluyor ancak yine de bitmeyen Harry Potter çılgınlığı şaşırttı.
Ama asıl ilgi çekici olan ne dekorlar ne de burada yer alan yüzlerce, binlerce ilginç nesneydi. İlgimi çeken şey, bu stüdyoların sekiz filmin çekildiği 10 yıl boyunca başrol oyuncularına ev olmasıydı. Daniel Radcliffe, Emma Watson, Rupert Grint film çekilmeye başladığında 12, 11 ve 13 yaşındaydılar. Film bittiğinde yetişkin olmuşlardı. 10 yıl boyunca bu stüdyolarda yaşadılar. Doğum günlerini burada kutladılar, burada yiyip içtiler, burada okula gittiler ve hayatlarının en
Gaye Su Akyol, Pentagram, Mero, Arctic Monkeys, Rage Against the Machine, Headie One, Sam Smith, Ariana Grande, Adele, The Avalanches’dan son haberlerTürk asıllı Alman rap, bütün Avrupa’da esmeye devam ediyor. Bu sahnenin en popüler isimlerinden biri Mero, bu hafta yeni bir şarkıyla geldi. “Ben Elimi Sana Verdim”, Türk dinleyicisine hazırlanmış bir şarkı. Mero bir süre önce çoğunluğu Almanca şarkılardan oluşan “UNIKAT” adlı bir albüm yayınlamıştı. Bu albümden pek çok şarkı 2019 ve 2020’de Almanya, Avusturya, İsviçre gibi ülkelerde bir numaraya oturdu. Bakalım bu şarkı geçen yıl “Olabilir”in Türkiye’de yakaladığı başarıya ulaşabilecek mi? Pentagram, uzunca bir süre sonra ilk kez yeni şarkıyla karşımızda bu hafta. “Bu Düzen Yıkılsın” özlenen Pentagram sound’uyla geldi. Yeni şarkılar ve yeni albüm de yolda. Rock ve metal sahnesinde çok az hareket var şu aralar. Pentagram umarım biraz olsun havayı ısıtır.
Heyecanlı bir macera
Gaye Su Akyol,“Yort Savul: İsyan Manifestosu” adlı üç
Yurt dışında yaşıyorsanız ve küçük çocuğunuz varsa karşılaşabileceğiniz sorunlardan biri Türkçe kitap bulmadaki zorluklar. Salgından önce Türkiye’ye daha sık gidip geldiğimden sorun olmuyordu. Her gelişte valizde bir yeri kızıma okumak için aldığım kitaplara ayırıyordum. İnanın Türkiye eğer çocuğunuza kitap okumak istiyorsanız harika bir yer. Evet, her zaman daha iyi olabilir, daha fazla kitaba her şekilde ihtiyaç var ama Türkçe çocuk kitaplarının çeşitleri, hem çeviriler hem de orijinal kitaplar bakımından gayet yeterli. İngiltere’de çocuk yayıncılığı çok büyük ve çok çeşit var ama Türkçe kitap -elbette ki- yok.
Bizim Türkçe yayınlara baktığımda çeviri kitapların yurt dışındaki belli başlı yayınlardan, yazar ve çizerlerden özenle seçilmiş olduğunu görebiliyorum. Çok iyi derlenmiş kitaplarımız var. Yani memlekette hepsi yok ama belli başlıları ve sanırım en iyileri Türkçe olarak var. Bundan başka yerli çocuk hikâye yazarlarında da artış ve