Şarj edilebilir hibrit bir araç satın almamızla David Attenborough’nun “A Life On A Planet” adlı filmini (kitabı da şu an İngiltere’de belli başlı bütün kitapçılarda) izlememiz aynı döneme denk geldi. Netflix’te yer alan bu belgeseli izlemeniz lazım, ben sadece bir iki cümleyle özet geçmeye çalışacağım.
Böyle giderse, 100 yıla kalmadan dünyanın sonu gelecek. Yaşanmaz bir iklim, felaketler, yaşam alanını, gıda kaynaklarını kaybeden insanoğlu ve öngörülemeyen daha nice olumsuzluk. 100 yıl demek torunlarımız demek. Torunlarımızın başına gelecek şeylerden bahsediyoruz.
“Yenilenebilir”, “sürdürülebilir”. Gelecekte kilit sözcükler bunlar. “Sürdürülebilir” kavramına insan varlığını da ekleyelim. Nüfus bu hızlı artmaya devam ederse, herhangi bir kontrol bilinci yerleşmezse, ne yaparsanız yapın dünya yaşanacak bir yer olmaktan çıkıyor. İnsan varlığının sürdürülebilmesi dönüp dolaşıp nüfusa bağlanıyor. Nüfus ve doğum oranlarının kontrol altına alınmadığı her senaryonun sonu felaket.
Bunlar Türkiye gibi daha kendi varoluşsal problemlerini çözememiş ülkeler için “birinci dünya problemleri” kapsamında görünse de değil. Pek çok şey yapılabilir ama “Bizim daha önemli ve öncelikli sorunlarımız var” mantığı hep temel sorunların çözümünü belirsiz bir geleceğe öteliyor. Halbuki acil çözüm bekleyen daha önemli bir sorun yok şu ara dünyada.
Geleyim elektrikli araca. Elektrikli araçların sayısı İngiltere’de ve dünyanın pek çok ülkesinde giderek artıyor. İstisnasız bütün markalar 5-10 yıl içinde ürün gamlarının büyük bölümünü oluşturacak elektrikli, çevre dostu, ekonomik, yenilenebilir enerjiyle çalışan araçların tasarımıyla meşgul. Bugün piyasada olan elektrikli, hibrit ya da plug in (kabloyla kaynaktan şarj edilebilir) araçların sayısı da giderek arttı. İngiltere’de özellikle Londra’da ve diğer şehir merkezlerinde artık sayıları çok fazla.
Hayatımda ilk kez bir araç alırken önceliğim tasarım, motor hacmi gibi özellikler değildi. Ne kadar ekonomi yaptığına ve doğaya ne kadar iz bıraktığına odaklandım.
Bu perspektiften bakınca, tamamen farklı bir dünyanın kapıları açılıyor.
İngiltere’de elektrikli araçları teşvik etmek için pek çok uygulama var. Markalar, sıfır elektrikli araçlara indirim uyguluyor. Bizdeki gibi benzinli ya da dizel araçlardan bile yüksek tonlarca vergi yüklemiyorlar. Elektrikli araçlar için binlerce şarj istasyonu çoktan yaygın bir şekilde açıldı. Markalar, hatta BP gibi akaryakıt firmaları da bu yeni enerji alanına yatırım yapıyor. Aracınızı şarj edeceğiniz park noktaları aynı zamanda size ücretsiz park olanağı tanıyor. Aracınızın karbon dioksit salınımı çok düşük olduğundan, Londra’nın merkezine girişte “congestion charge” yani trafik vergisi ödemiyorsunuz. Londra örneği büyük şehirlerin gelecekteki işleyişini anlamak için güncel bir model. 10 yıl içinde Londra’ya elektrikli araç dışındaki araçların girişi kademeli olarak yasaklanacak. Bu dönüşümü bütün büyük şehirlerin yapacağını düşünüyorum.
Plug in araçlar ev istasyonlarında şarj edilebiliyor. Normal bir prize takılan şarj kablosu bunun için yeterli. Buna “slow charge” deniyor. Çünkü istasyonlardan daha uzun sürede şarj tamamlanıyor.
Hızlı şarj için evinize bir şarj istasyonu kurabiliyorsunuz. Makul bir ücrete gelip uygun yere yerleştiriyorlar. Bundan sonra benzine ücret ödemeye son.
Evde şarjda kilometre başına düşen ücret, benzinli bir motorunkinden 15 kat daha ucuz.
İstasyonlarda, ki buna “public charge” deniyor, hızla şarj edebiliyorsunuz aracınızı. Bunun için seçtiğiniz istasyon ağına üye olmak ve bir manyetik kart çıkartmak yeterli. Akıllı telefonla da halletmek mümkün. Çoğu istasyon şu an altı ay ya da bir yıla kadar ücretsiz şarj kampanyaları yapıyor.
Elektrikli araçların menzili şu anda bazı modellerde 550 kilometreye kadar çıkmış durumda. “Extender” denen menzil uzatan eklemeler yapılabiliyor. Ayrıca elektrikli akü teknolojisi çok hızlı ilerliyor. Her yeni sürüm ve modelde menzil daha da uzuyor.
Hibrit araçlar ise hem elektrik hem benzinli motoru yola ve hıza en uygun şekilde kullanıyor. Benzinli motor aracın aküsünü şarj ediyor. Çoğu modelde hem hibrit motor hem de plug in özelliği var. Sanırım bu bir geçiş dönemi uygulaması. Gelecekte tamamen elektriğe geçileceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Greenpeace, elektrikli araçların karbon ayak izi konusunda mükemmel olmadığını ancak otomotivde elektriğe geçişin zorunlu bir adım olduğunu söylüyor. Pek çok başka kuruluş ve çevrenin de paylaştığı bu eleştirel ve şüpheci görüşü de burada belirtmiş olayım. Otomotiv endüstrisinin dünyaya bıraktığı iz ve tahribat kolay silinecek gibi değil. Ancak elektrikli araçlar bir başlangıç. Makul bir adım. Bu makul adım genel anlamda taşımacılık, toplu ulaşım gibi konuların da yeniden düşünülmesi ve tasarlanmasıyla bir bütünün bir parçası olarak işlediğinde anlamlı elbette.
Bir otomobil yazarı ve uzmanı elbette bu konuları daha iyi kaleme alır, anlatır ve muhakkak bu alanda uzman arkadaşlarımız bu tip konulara değinmişlerdir. Ben sadece bizzat yaşadığım tecrübeyi paylaşmak istedim.