Marx Londra’ ya 1849’da taşındı. Memleketinden sürülmüştü. 31 yaşındaydı. Soho’da, 28, Dean Street’te iki odalı bir ikinci kat tuttular. Ön taraf mutfak ve oturma odası, arkada taraf yatak odası.
Bütün aile çoluk çocuk burada yaşamış. Karısı Jenny Marx burayı insanın yaşama sevincini çalan bir yer olarak tarif ediyor. Marx, Kapital’in ilk cildini yazmaya burada başlamış. Daha sonra ofis olarak kullanacağı bir oda daha kiralamış. Burası berbat bir evdi belki ama araştırmalarını sürdürdüğü British Museum’a yakındı. Siyasi olarak aktif bir dönemindeydi ve tam olarak hareketin merkezindeydi burada.
1856’da biraz kuzeye, Kentish Town’a taşındılar. 1883’te ölene kadar Marx burada yaşadı. Daha sonra Highgate Mezarlığı’na gömüldü. Highgate pek çok ünlü ismin gömülü olduğu, her yıl ziyaretçi akınına uğrayan bir yer. Ancak elbette asıl Marx’ın adıyla anılıyor. Anısına bir de anıt var. Ana kapıdan girip aşağı doğru yürürken yol ikiye ayrıldığında sağdan devam ederseniz kendinizi
En son mart ayında bir konsere gittim. Birinci dalga, ikinci dalga derken, konser artık hafızalarda uzak bir anı. İnsanlar eve kapandığından, yaygın konser deneyimiyse online konserler.
Onlin konser salgınla birlikte hayatımıza giren bir yenilik değil. Festivallerden Arena konserlerine canlı yayınlar daha önce de defalarca yapıldı. Ama sanırım online performanslar artık yeni bir döneme doğru gitmeye başladı.
Cuma gecesi Royal Albert Hall’dan yapılan Dua Lipa konseri yayını bunun güzel bir örneğiydi.
Dua Lipa’nın canlı performansı bir konserin canlı yayınlanması şeklinde gelişmedi. Tam da yeni nesil canlı konser yayını ruhuna uygun bir şekilde danslar, koreografiler, farklı sahne dekor ve odalarda farklı hikâyeler anlatan, özel konuklarla renklenen bambaşka bir stüdyo deneyimiydi.
Dua Lipa bu konser için “Studio 2054” adında bir konsept hazırlamıştı. 70’lerin ve 80’lerin eğlence ruhunu en iyi yansıtmış mekânlardan New York’taki Stüdyo 54’e referansla hazırlanan bu çerçeve aslında Dua Lipa’nın 27 Mart’ta yayınlanan “Future Nostalgia” adlı
Zeynep Bastık ile Anıl Piyancı, Sinan Akçıl, Gökhan Türkmen Pera, Ressira, yeni çalışmalarıyla gündemde; Mert Demir de “Kimim Lan Ben?”in ikinci bölümüyle orijinal bir albüme imza atıyor. Ve geçtiğimiz haftaların en fazla izlenenleri arasında iki şarkı sürpriz yaptı: Turgut Raviş’ten “Seviyorum Desem” ile Berfin Mis&Enfo’ya ait “Hepimizi Tanır İstanbul”Ezhel’in, Kelvyn Colt ile düeti “Link Up” geçen haftanın en popüler yeni şarkılarındandı. Hem Türkiye hem Almanya hem de Avrupa çapında çok sayıda dinleyicisi olan Ezhel’in etki alanını Türkiye dışına taşıma çalışmalarına bir süredir tanıklık ediyoruz. Devamı da gelecek. Bu şarkıda Ezhel, daha önce hiç olmadığı kadar İngilizce rap yapıyor. Şarkının nakaratı Türkçe oldukça sanırım Türk dinleyiciyi de çok fazla küstürmez.
Zeynep Bastık ile Anıl Piyancı, bir yıl kadar önce ilkini yaptıkları “Bırakman Doğru Mu” düetine bir devam şarkısı hazırladı. Videosuyla gelen şarkıda iki
'Müzisyenler 10 aydır alkış alamıyorlar. Sahne ve alkış yasağı adil olmalı. Alkışlandığımızda maddi gelirimiz olabiliyor ancak. Maaşla çalışanlardan değiliz.'
Bu sözleri dün Cahit Abi (Berkay) Twitter hesabında paylaştı. Pandeminin başından bu yana, özellikle ikinci dalgayla birlikte müzisyenlerin durumu çok ama çok zorlaştı. Şu anda sosyal medyada timeline’ımda bu tip mesajlar o kadar fazla ki. İsyan edenler, müziği bırakma noktasına gelenler, kiramızı ödeyemiyoruz diyenler. Bırakın gönülden bağlı oldukları sanatlarını icra edememeyi, çoğu müzisyen artık hayatta kalmakta güçlük çekiyor. Bunu hâlâ birinci dünya problemi
ya da daha sonra ilgilenilecek ikincil bir sorun olarak görenlerin olduğunu biliyorum ama durum hiç de böyle değil. Müzisyenleri kaybedersek bu sadece manevi değil maddi bir kayıp olur. Sadece müzik değil bütün toplum kaybeder, yoksullaşır. Her anlamda.
Müzik emekçileri bütün dünyada zor durumda. Ancak hükümetler bu durumun farkında ve destek paketleri
Üç yıl önce Mart 2017’de kimse gelecek koronavirüs salgınını tahmin dahi edemezdi. O yüzden kimse artık normal olanın evden çalışmak olacağını da bilemezdi. Hepimiz evlere kapanacağız, ofisler boşalacak, salonun bir köşesi ya da evin bir odası ofise dönüştürülecek. Kravatlar, ceketler, gömlekler dolaplarda duracak, tişört, swaetshirt günlük iş görüşmelerinin vazgeçilmezleri olacak. Görüntülü görüşmeler mesainin temelini oluşturacak...
Bunları henüz bilemediğimiz için Mart 2017’de canlı yayında BBC’ye yorum yapan Robert Kelly’nin çalışma odasının kapısı açılıp önce ilk çocuğu, ardından da ikincisi odaya dalınca çok gülmüştük. Kelly utanıp sıkınıyor gülmekten de kendini alamıyor. Ardından karısı içeri dalıp çocukları toparlıyor. Defalarca izlemiştik bu tatlı görüntüleri. Olan biteni nadir ve hoş bir yayın kazası olarak görmüştük. Ayrıca, bir hoca olan yorumcunun üniversitedeki odasından falan bağlanmadığını
Türk müziğinin sorunu genel anlamda konuşursak Türkiye sınırları dışında herhangi bir insana mesaj verememesi, o insanı ele geçirememesi. Belki Ezhel kapıyı açar da diğerleri peşinden gider.
Ezhel’in yeni şarkısının adı “Link Up.” Şarkı, İngilizce, Almanca ve Türkçe… Bazıları, “Ezhel neden Türkçe rap yapmıyor; neden İngilizce, Almanca, İspanyolca rap’e girişti?” gibi sorular soruyor. Öncelikle “Size ne?” demek gerekir. Picasso’ya, misal “Bu aralar kırmızıyı çok kullanıyorsun acaba neden?” diye sormak ne kadar absürtse bu da o kadar absürt!
Adam sokağı anlatır, “Neden anlattın?” Kendini anlatır, “Neden anlattın?” Ankara’yı anlatır, Berlin’i, Amsterdam’ı anlatır; “Neden anlattın? Neden Türkçe anlatmadın?”
Ezhel, Berlin’e giderek sınırlarını, ufkunu genişletti. Yeni sanatçılarla tanıştı. Bunlar arasında Türk asıllı olanların yanı sıra başka kökenlerden gelen insanlar da var. Dilini geliştiriyor, Türkiye dışında da bir dünya olduğunu
“Bir Başkadır” ile ilgili o kadar çok yorum okudum ki bir tane daha yoruma, analize gerek var mı cidden emin değilim. Ama yazan çizen herkes böyle düşünseydi ortaya ne bir yazı, ne bir kitap çıkardı. Okuyacak bir şey de kalmazdı. İki çift laf edeceğim sanırım. Çünkü “Bir Başkadır” insan iki çift laf etmeden bırakmıyor. Aynı Meryem gibi kimseyle konuşamadığımız şeyleri bir vesileye konuşmaya başlamaya benziyor sanırım “Bir Başkadır”ın insanlar üzerindeki etkisi.
“Bir Başkadır” Türk insanını ve toplumunu çarpıcı, gerçek ve olabildiğince adil ve üst düzey empatiyle ele almaya çalışan ilk yapım değil. Yeşilçam’dan günümüze önemli bir gelenek bu. Hatta daha yakın sayılabilecek dönemlerde “Çoğunluk” filmini ya da Krek ekibinin mesela “Güzel Şeyler Bizim Tarafta” oyununu izleme fırsatı bulduysanız “Bir Başkadır”a da aşina başlıyorsunuz.
Dizi baştan sona bir görme ve görülme şöleni. Kim kimi nasıl görüyor, hangi mesaj kime,
Esenyurt’ta Miss Uganda Güzellik Yarışması düzenlenmiş. Katılımcılar salgından korunma kurallarını hiçe saymışlar. Cam bardakta alkol içmişler. Saatlerce dans etmişler. Vakaların arttığı şu günlerde kurallara uymamak olur muymuş. Bu ne sorumsuzca hareketmiş. Ugandalı güzeller podyumda yürürken seyirciler kuralları hiçe saymışlar falan. Haberde bir de cam bardakta alkol içtiler detayı var.
Anlaşılan konu siyasi partiler olunca toplanıp bir arada durulabiliyor. Konu siyasilerin düğünleri olunca bir araya gelinebiliyor ve kurallar unutulabiliyor. Kimse “Cam bardakta çay içtiler” diye haber de yapmıyor. Ama konu Uganda Güzellik Yarışması olunca herkes “cık cık cık, oldu mu şimdi” tadında. Neyse bunları geçelim, asıl takıldığım şey başka.
Benim anlamadığım, kimsenin olayın Esenyurt’taki Uganda Güzellik Yarışması kısmına ilgi göstermemiş olması. Ugandalılar neden Esneyurt’ta güzellik yarışması düzenliyor kimse merak etmemiş mi acaba?
İstanbul’daki Afrikalıların son yıllarda Beylikdüzü, Avcılar gibi