Duvar bahçelerini ilk günden beri eleştirenlerden biriyim. Duvarları yeşillendirmenin ne İstanbul’a ne vatandaşa faydası var. Sürdürülebilir bir yeşillendirme değil. Duvara oturup piknik yapamazsınız, duvar saksısının altında güneşten korunup serinleyemezsiniz, yağmurdan kaçamazsınız. Duvar bahçesinde çocuğunuzu gezdirmezsiniz. Duvar bahçesinde sevgilinizle kol kola yürüyemezsiniz. Duvar bahçesi binlerce plastik saksıdan ibaret, kimseye faydası dokunmayan, pahalı bir görüntüdür sadece. Öte yandan, eğer arabanızla işe gidip geliyorsanız bazı yerlerde (mesela Söğütlüçeşme-Acıbadem arasında) saksı değişimi günlerinde yolun tek şeride indirildiğini ve bu uygulamanın yarattığı trafiği de bilirsiniz.
İstanbul’un yeşile ve oyun alanlarına ihtiyacı var. Pahalı, devamlı bakım isteyen saksılı duvarlara değil. Buraya ayrılan bütçeyle şimdi yeşil alanlar çoğaltılacak. Şehre yeni parklar kazandırılacak. Konu burada graffiti değildir. Graffiti’lerin güzel olup olmaması
ya da İstanbul’a yakışıp yakışmaması da değildir. Bu konuyu tartışmaya açanlar ve bu tartışmaya girenler sadece esası ıskalıyor. Konuyu saptırıyorlar. Konu şehrin ve insanların neye ihtiyacı olduğudur.
Öte yandan, graffiti ve duvar resimleri, daha doğrusu duvara işlenen sanat ilk kez Kadıköy’de uygulanmaya başlandı. Osmanağa ve Caferağa mahallelerinde yani Kadıköy Rıhtım, Rıhtım’ın üst tarafı, Yeldeğirmeni, Altıyol, Bahariye ve Moda civarında apartmanların boş duran yan cepheleri uluslararası sanatçılara imkân sağlanarak sanat eserleriyle dolduruldu. Bunlar çok olumlu tepkiler alınca ve halk bu uygulamayı sevip sahiplenince sanırım İBB otoyol kenarındaki alanları bu şekilde değerlendirmeye karar verdi. Graffiti ya da duvar resmi otoyol yanı duvarları değerlendirmenin en iyi yolu mudur? Bilemem. Otoyol kenarı beton duvarların nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda çeşitli fikirler olabilir. Bu çok doğal. Ancak kuru inat uğruna pahalı, faydasız duvar saksılarını savunmayın artık ne olur.
Rock ve futbol
Futbol denince aklıma, bitmeyen ergenlik dönemlerini hayat tarzına çevirmiş bir sürü çocuk/adam geliyor. Bu adamların çocukça tartışmaları, birbirlerine çemkirmeleri, efelenmeleri, dayılanmaları. Artı büyük sermaye, lobiler şunlar bunlar... Hiç bana göre değil. Ama amatör düzeyde, daha altlarda futbol hâlâ güzel bir şey. Benim gibi hiç futbolla alakası olmayan birinin bile için ısıtacak şeyler yaşanıyor.
Yaşadığım kasabanın takımı St. Albans FC bayağı başarısız bir takım. Ulusal Güney Lig’deyiz ve her sene düşmemeye oynuyoruz. En büyük vaat “Bu yıl da kümede kalacağız” oluyor. Yıl boyu düşme hattında takılıp sonra son haftalarda coşarak başarıyoruz bunu. National League South, altıncı küme demek. Aşağının da aşağısı.
Ama bu eğlenilmiyor anlamına gelmiyor. Takımın “Her türlü yanındayız” diyen taraftarları var. Mesela St. Albans’lı rock grubu Enter Shikari. Rock müzikle ilgiliyseniz grubu bilirsiniz. Enter Shikari bu yıl yeni St. Albans formasına sponsor oldu. Formayı kendisi de Enter Shikari dinleyicisi olan kaptan David Noble tasarladı ve sunumunda da konu mankeniydi.
Galiba bu sezon Clarence Park’a (bizim stat) daha fazla gidip takımı destekleyeceğim. Bu yıl da inşallah aslanlar gibi kümede kalacağız.