Müzisyenlerin ülkemizi yönetenlerin gözünde hiçbir değerinin olmadığı zaten uzun zamandır bilinen bir gerçek. Uzun zaman derken, ben kendimi bildim bileli demek istiyorum.
Müzikle azıcık uğraşmış, bir enstrümana merak sarmış, bir grupta çalmış, iki şarkı söylemiş birisi ne demek istediğimi zaten biliyor. Müziğe bu tarafından değil sadece dinleyici olarak yaklaşanlar, müzik dünyasına yakından bakma fırsatı bulanlar da gayet iyi biliyorlar ki müzisyenlik fuzuli, yapmasan daha iyi olabilecek bir şey olarak görülür. En fazla “gençken yapsın çocuklar”dır.
Müzisyen olarak anne babalarından destek görenlerin de bir noktada gelip tosladığı toplumsal - psikolojik bir duvar bu. Bu psikolojik duvar, işler memlekette sarpa sarmaya başladığında hemen gerçek beton duvara dönüşüyor.
En ufak bir sıkıntıda, toplumca yaşadığımız zorluklarda bedeli hemen müzisyenler ödüyor. Terör azdı, “Konser vermeyin!”. Ekonomi berbat, “Sponsorlukları kesin, konserleri durdurun!” Bu hep böyledir. 2000’lerin ilk
Türkiye’de müzisyenlerin durumu hâlâ kimsenin umurunda değilken, her yerde organizasyonlar yavaş yavaş geri dönüyor. Eğlenceye ve dansa dönüşte nostaljik rüzgârların etkisi altındayız
Kovid sonrası dönemin yaz hit’leri Kovid’den öncekilere benzemeyecek. Nitekim sene başında gelen bazı adaylara baktığımda değişikliği hemen fark ediyorum. Tema genellikle eğlenceye ve dansa dönüş. Çoğu şarkı nostalji unsurları üzerinde duruyor: “Eskiden her şey ne kadar güzeldi”. “Değerini bilememişiz.” Nostaljik dans şarkıları bu yazın temelini oluşturacak. Eskisi gibi bağlamsız ya da İngilizcede kullanıldığı gibi “no context” vur patlasın çal oynasın yok.
Fred Again ve The Blessed Madonna’dan “Marea (We’ve Lost Dancing)” böyle bir şarkı. Şarkı gece hayatının, kalabalıklar halinde bir araya gelip dans etmenin özlemiyle ilgili. The Blessed Madonna’nın şarkıda sample olarak kullanılan sözleri pandemi sürecinde müziğin durumunu anlatıyor. Dans etmenin kaybedilmesinden, insan insana temasın bitmesinden
Marmara Denizi’ndeki müsilaj dünya basınında da kendine geniş yer bulmaya başladı. Bir denizin ölümü elbette sırtımızı dönüp hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam edeceğimiz bir hadise değil. Hele İstanbul gibi denizin içinde bir şehirde yaşıyorsanız. Hele ki bu şehrin kültürü, mutfağı, günlük yaşamı her türlü denizin içindeyse.
Hele ki her gün işe gidip gelirken bile dünyanın en güzel toplu taşıması vapur kullanılıyorsa.
Marmara Denizi’ndeki hayatın nasıl öldüğünü uzmanlardan okurken, gözüm evdeki kütüphanede yıllardır el sürmediğim bazı kitapları aramaya girişti.
On kadar kitap indirdim raflardan. Aydın Boysan’ın, Ahmet Rasim’in, Salah Birsel’in anıları, hikâyeleri bir yanda, Kadıköy tarihini anlatan kitaplar bir yanda, Polonyalı Simeon’un “16. Asır Türkiyesi” kitabından İstanbul ve Marmara bölümleri bir yanda, bir denizin tarihinin izini sürdüm.
Ama asıl aradığımı Ali Pasiner’in tuğla gibi “Balık ve
Ara ara uğradığım bir plakçı var. Doğu Londra’da Shoreditch’teki “Stranger Than Paradise”. Burada son çıkan ve ana akım olmayan bir sürü grubun plağını bulabiliyorum. Bunun da ötesinde bir sürü farklı ülkenin bağımsız küçük firmalarıyla iş birliği yapan bir yer burası ve bu label’ların yayınları da raflarda yer alıyor. Çok daha meşhur, çok daha fazla çeşit sunan plakçılar da var Londra’da. Neticede burası dünyanın plak merkezlerinden biri ama buradakiler daha bir bana hitap ediyor sanki.
Çoğu zaman İstanbul’daki plakçıları hatırlamak için giriyorum böyle yerlere ve ilginçtir, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, plak dükkânlarının ortak bir atmosferi, enerjisi var. Tanışmasanız da hep aynı dili konuşabiliyorsunuz içeridekilerle.
Amerika’da yaşayan bir arkadaşımız İstanbul’u özlediğinde Ikea’ya gittiğini söylemişti. Ikea’lar her yerde aynı olduğundan Türkiye’deki Ikea’da gibi hayal ediyormuş kendini.
O kadar mantıklı ki. Ben de Londra’da
Sertab Erener, Aya Nakamura, Lil Zey, Nova Norda, Kings Of Convenience, Bedo, Xir, Ufuk Beydemir, Ozbi, Oralet’ten yeni şarkı ve albümler...
Sertab Erener, 1992 tarihli “Sakin Ol”u trap altyapılarıyla yeniden düzenlemiş. Şarkıda rap yapılıyor diyeceğim ama bir şeye rap demek için pek çok özelliğin bir arada olması gerekiyor. Hızlı konuşulan bölümler var demekle yetineyim. Bu şarkı, sözleri itibarıyla ve zamanlaması itibarıyla “anlayana!” modunda olmuş. Erener yeni albümünü yıl içinde çıkaracak. Zaman zaman bu albümden parçalar yayınlayarak müzik gündeminde kalmayı hedefliyor anladığımız kadarıyla.
Mali asıllı Fransız sanatçı Aya Nakamura, günümüzde Afropopun popülerleşmesini sağlayan en önde gelen isim. Ne yapsa Fransa’da liste başı oluyor. Bu hafta yayınlanan “Bobo” isimli yeni romantik şarkısının da başarılı olacağına şüphe yok. Nakamura, dünya çapında da önde gelen isimler arasına girmeyi ve dinleyici kitlesini Fransızca konuşulan coğrafyanın dışına taşımayı başardı. “Bu yaz
Geçen cuma BTS yeni bir şarkı yayınladı: “Butter”. Şu anda YouTube’da 186 milyon izlenmede. Spotify’ın açıkladığına göre bu platformun tarihinin en iyi girişini yapmış şarkı. Bir günde 12 milyon kez stream edilmiş. BTS’in ilk rekoru da değil bu. Bundan önce defalarca en hızlı satan şarkı, listelere en iyi giriş, en fazla izlenen video ve daha bir sürü rekoru kırmış durumdalar. Beatles döneminden beri kırılamayan rekorları, satış rakamlarını yakaladılar.
BTS, K-Pop’un en büyük ve en ünlü ismi olabilir ama aynı başarıyı gösteren tek isim değil. Bir süre önce BLACKPINK neredeyse aynı türde bir başarıya imza attı. Ardından grup üyelerinden Rosé solo çalışmasıyla stream rekorları kırdı. Pek yakında grubun bir diğer üyesi Lisa sanırım herkesin konuşacağı ve yine dinlenme rekorları kıracak bir iş birliğiyle gelecek. Son 5-10 yılın en büyük hit şarkılarına imza atan DJ Snake Lisa ile bir parça hazırlıyor. Haberi bir de tadımlık video eşliğinde kendi hesaplarında paylaştı. TWICE bir başka K-Pop/J-Pop ekibi. Sanırım üç
Amerika ve Avrupa’daki geleneksel müzik ödül törenlerine ilginin giderek azaldığını biliyor muydunuz? MTV ödül töreni Brit’ler, Grammy’ler... Bunları izleyen merak eden insan giderek azalıyor. Peki, müzikte ilgi nereye kayıyor? Komik gelebilir ama Eurovision’a. Dün finali gerçekleşen Eurovision’la ilgili bugün muhtemelen dünya basınında pek çok renkli kare eşliğinde haberler çıkacak. Bu haberlerin nedeni gazetecilerin ya da editörlerin kişisel olarak Eurovision’a duydukları ilgi değil. Eurovision’a olan kitlesel ilginin dünyada giderek artması. Her yıl yaklaşık 200 milyon izleyiciyi ekran başına çeken, artık bizim katılmadığımız ve gündemimizde de olmayan bu yarışma dünyada giderek daha fazla ilgi çeken en büyük ekran etkinliklerinden biri. Eskiden sadece Avrupa’daki izleyiciden bahsediyorduk. Bugün ABD hatta Kanada ve Avustralya da işin içinde. Bu ülkelerde Eurovision’a inanılmaz bir ilgi artışı var.
Çok uluslu, giderek büyüyen bu seyirci kitlesi dünyadaki
Önceden birinci olmuş bir ülke olarak Eurovizyon’a neden katılmayalım ki! Homofobia ve genel olarak “özgürlük fobia”mızı yenersek çok eğlenebiliriz bence milletçe
Hatırlayan var mı? Yani Eurovizyon’u. Türkiye en son 2012’de 9 yıl önce Can Bonomo’yla Eurovizyon’a katılmıştı. 9 yıl... Bu hafta Eurovizyon finalleri var. Brit radyolarında bu konuda bir sürü magazin haberi çıkıyor. Konu büyük bir eğlenceyle işleniyor. İngiltere, Eurovizyon karnesi en berbat ülkelerden biri ama kimsenin işin bu tarafına takıldığı yok. Herkes bir tür dev magazin müzik festivaline gider gibi Eurovizyon’un peşinde. Geçen yıl salgın yüzünden ertelenen etkinliğin büyük finali bu yıl Rotterdam’da 39 ülkenin katılımıyla 22 Mayıs’ta (bu gece) düzenlenecek.
Biz; sözde puanlamayı beğenmedik, bize haksızlık ediliyor falan diye katılmayı bırakmıştık. “Şimdi onlar düşünsün” diyerek 2013’te Türkvizyon (mükemmel bir vizyon ve isim gerçekten) düzenlemeye başladık. Bir