Ara ara uğradığım bir plakçı var. Doğu Londra’da Shoreditch’teki “Stranger Than Paradise”. Burada son çıkan ve ana akım olmayan bir sürü grubun plağını bulabiliyorum. Bunun da ötesinde bir sürü farklı ülkenin bağımsız küçük firmalarıyla iş birliği yapan bir yer burası ve bu label’ların yayınları da raflarda yer alıyor. Çok daha meşhur, çok daha fazla çeşit sunan plakçılar da var Londra’da. Neticede burası dünyanın plak merkezlerinden biri ama buradakiler daha bir bana hitap ediyor sanki.
Çoğu zaman İstanbul’daki plakçıları hatırlamak için giriyorum böyle yerlere ve ilginçtir, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, plak dükkânlarının ortak bir atmosferi, enerjisi var. Tanışmasanız da hep aynı dili konuşabiliyorsunuz içeridekilerle.
Amerika’da yaşayan bir arkadaşımız İstanbul’u özlediğinde Ikea’ya gittiğini söylemişti. Ikea’lar her yerde aynı olduğundan Türkiye’deki Ikea’da gibi hayal ediyormuş kendini.
O kadar mantıklı ki. Ben de Londra’da çoğu zaman kebapçılar yerine Caffe Nero’ya gidince mesela kendimi Moda’daki Caffe Nero’da gibi hissediyorum. Aynı dekor, aynı renkler, aynı masa. Sadece baristalar o kadar tanıdık değil. Moda’dakine gidince günaydın der demez double espresso’mu yapardı Ali. Şu “konfor alanı” dedikleri şeyin aslında ne olduğunu ben burada daha iyi anladım.
Aynı şekilde, plakçıların da böyle bir tanıdık gelme hissi var. Ikea, Caffe Nero ve plakçıların ortak yönü var mı diye sorarlarsa bir gün, açıklamalı yanıtım hazır. Kadıköy’de sevgili dostum Mete Avunduk’un Vintage’ına gidemediğimden buradaki plakçılara gidiyorum, bir nebze de olsa iyi geliyor anlayacağınız. “Plak almak sadece plak almak değildir.” Ya da öyle bir şeyler.
Geçenlerde Stranger Than Paradise’a uğradığımda başköşeye asılı bir Barış Manço plağı gördüm. Tabii hemen Barış Manço ve Türkçe müzik sohbeti açıldı. Bu bir seri. İspanyol Guerssen firması tarafından üretilmiş. Guerssen, Manço’nun 10 kadar albümünü plak olarak basmış. Bunun yanında Erkin Koray, Moğollar, hatta Makas gibi pek az bilinen saykodelik rock ekiplerinin plakları da var kataloglarında. Türkiye’nin dünyaca tanınan ve saygı duyulan nesi var diye sorup durulur. Türkçe Rock, Anadolu Pop, Turkish Psychedelic, adı çeşit çeşit ama işte dönüp dolaşıyor yollar hep aynı yere çıkıyor. İyi müziğin, ayaklarını güçlü bir zemine basan müziğin yeri, zamanı, modası, trendi yok. Evrensellik nedir bir kere daha öğrendim Doğu Londra’da.
“Hafta sonu ne yapacağız?” Özellikle küçük çocuklular için zor bir soru. Londra’da bu soruya yanıt olarak bir sürü ücretsiz faaliyet var. Leyla ne zamandır dinozorlara meraklı. Dinozor da dinozor. Karantina bitince derhal yerimizi ayırttık ve soluğu Güney Kensington’daki Doğa Tarihi Müzesi’nde (National History Museum) aldık. İçeride yeryüzünde yaşayan canlıların tarihi ve dinozorlar hakkında özellikle çocuklar için şahane bilgiler ve sergiler var. Hafta sonu çocuğunuzla yarım gününüzü geçirmek için çok güzel bir ortam. Ücretsiz olan bu tip müzeler insanlara hafta sonu çocuğu alıp AVM’ye gitmekten başka seçenekler de sunması bakımından çok önemli. Bu tip ücretsiz, hesaplı bir kafesi ve çocuklar için muhtelif oyun köşeleri olan müzeler Londra’da o kadar çok ki. Mesela, National History Museum’un hemen yanında Science Museum (Bilim Müzesi) var. Güzel sanatlar, resim ve heykel müzeleri de aynı şekilde hep çocuk dostu yerler olarak tasarlanmış. National Gallery’de mesela her pazar çocuklara özel bir sergi gezme faaliyeti yapılıyor. Tabloların önünde gitar çalarak tabloların hikâyelerini anlatan bir sanatçı oluyor bu turlarda. Tamamen ücretsiz bu etkinlikler. Çocuklu etkinlikleri anlatmaya devam edeceğim haftaya.