Aragones takımın gol bölgesine hızla gitmesini istiyor. Orta sahada topu eveleyip gevelemeden... Rakip yerleşmeden, savunma pozisyonunu almadan o bölgeye gidilsin istiyor.
Bu Abdullah Avcı’nın istediğinden biraz farklı bir anlayış. Zico’nun planınınsa tam tersi.
Bu oyunda uzun ve ters toplar elzem. Bu topları atabilecek oyuncu sayısı da fazla. Ve böyle oynanacaksa Güiza bu topları yakalama özelliğiyle bu sisteminin vazgeçilmezi. Arkasında Semih’in oynaması da doğru. Oyunun ilerdeki merkezi rolü için burası Semih için daha doğru. Burada sorun, önce Semih’in Alex’e (yeni yeri nedeniyle) uzak kalması.
Ve Deivid’in yokluğu ve Gökhan’ın oyunundaki duraklamanın da buna eklenmesiyle Fenerbahçe’nin topu gerekli olduğu zamanlarda bile ayağında tutamayışı. Sağ açık pozisyonunun muhteşem yeteneklerine rağmen bunları göstermeden övünmek peşindeki, 2 gence Burak ve Kazım’a emanet olmasını da buna ekleyin.
Fenerbahçe dün Aragones’in planı sayesinde rakip 11 kişiyken de çok pozisyon buldu. Ancak rakip 9 kişiyken de
İki 90 dakikanın sonucunda iki takımı karşılaştırsak herhalde çok büyük bir farktan bahsedemeyiz. Bir tarafta kendisini ispat etmiş yaşını başını almış önemli oyuncularla Galatasaray, diğer tarafta Rumen milli oyuncuların etrafına serpiştirilmiş, dünya futbolunda az tanınan kendisini, ispat etme peşindeki Steaua. Oynanan futbol çok farklı değil.
Bütün bu tabloda garip olan daha tecrübesiz olan tarafın yapması muhtemel sakarlıkları özellikle ilk maçta Galatasaray’ın yapmış olması.
Yardımcı hakemin golde ofsaytı ıskalaması, Kewell’ın direkten dönen topu gruplara devam edecek takımı değiştirebilirdi belki, ama bütün bu yatırımın sonunda Galatasaray’ın bu kadar rakibinden farksız olması gerçeği değişmeyecekti.
Bu bir sorun. Galatasaray’ın elindeki kadronun bu durumu hak etmediğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu teknik direktör performasını da.
Galatasaray elindeki oyuncuların sahada ne verecekse onu verdiği, takımın yönlendirilmediği bir takım gibi şu anda. Bu açıdan bu kadar iyi ve önemli oyuncu transfer edilmesi iyi. Ancak bundan daha az
Taraftar takımı her hafta kazansa sıkılmaz. Hep kazansın ister. Bir kez kaybetti mi dünya başına yıkılır. Peki ya mesleği-işi oyunun analizi olanlar aynı taraftar gibi davranırsa...
Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor’un ligi oynayıp bitirdiğini sandım, dinlerken ve okurken.
1-Galatasaray çok da iyi oynamamasına rağmen şampiyon olmuş,
2- Beşiktaş son düzlükte kendisini Şampiyonlar Ligi’ne atmış,
3-Trabzon umut veren bir sezonun sonunda UEFA’yı yakalamış.
4-Fenerbahçe küme düşmüş sanki...
Peki aynı tabloya şöyle bakabilir miyiz?
Bu kadar sıkı bir kadronun bu kadar eksik oynayışını nasıl yorumlamak lazım?
Eksik kaldıkları 46’ıncı dakikaya kadar öyle sert filan değil, standart savunma yapan Denizli’yi hiç eksik yakalayamayışına bakmalı önce. 5-6 kişiyle savunmasını da öne çıkararak çıkmaya çalışan yeşil-siyahlıları dönüşlerde savunmada neredeyse hiç eksik yakalayamadılar. İki sebeple:
1-Dönen toplar, ribauntlar ne derseniz büyük bir yüzdeyle Denizlililer tarafından alındı.
2-Galatasaray, Denizlinin çıkışlarında, onlar dönmeden arkaya hiç uzun top atmadı. Halbuki Euro 08’in en önemli dersi buydu.
‘Herkes savunmayı biliyor ve rakibi aşmak için o kalabalık savunmanın üzerine topla tüfekle gideceğine, onlar yerleşmeden 3 kişiyle git yeter’. Ders bu ama Galatasaray bunu hiç denemiyor.
Bunun sonucu hem rakibi eksik yakalayamamaları oldu, hem de rakip savunmayı çok yoramamaları. Yavaş ve biraz kekeme çıkışlar, topu illa çok pasla ileri çıkarma çabaları, Denizli eksik kaldığında bile ve 2-1’e kadar rakibe
Hiperaktif bir çocuğun enerjisini doğru yönlendirmek size tarihin en büyük olimpiyat başarılarından birini getirebilir. Tüm dünyanın konuştuğu bir kahramana dönüşebilir. Ama kabul edelim ki, bu düşük bir ihtimaldir. Bundan daha önemlisi ve muhtemel olan bu yönlendirmeyle toplumun başına bela olması kesin olan bir çocuğun tehlike olmaktan çıkartılabilmesidir.
Phelps’e ortaokuldaki İngilizce öğretmeni ‘Sen tam bir loser(kaybeden - ezik) olacaksın’ demiş zamanında. ‘Şimdi ona gülüyorum’ diyor Michael. Kafasında bu sözler öylesine yer etmiş ki, dünya 8 altın için ayağa kalkmış onu alkışlarken Phelps aslında belki de sadece öğretmenini yendiğini düşünüyordu. Halbuki öğretmenin tespitinde yanlış olan bir şey yok. Başka bir yerde doğmuş olsa ya da ailesi duruma uyanmasa öyle olacaktı. Bu daha muhtemeldi. Belki de daha acayibi öğretmeni bunu söylemese Phelps için hayatı en önemli meselesi olmayacaktı.
Bugün boynunda 8 altın olan çocuk dev cüssesiyle okuyamayan ve
Belli ki hazırlık maçlarının oynanmasının sebebi, hele de büyük turnuvalara böyle uzak bir dönemdeyse, maçtan çok kamplar. Hoca oyuncuları tanısın, herkes birbirine ısınsın vs...
O yüzden, hem de Fatih Terim tam da ‘Aragones’i eleştirmek benim haddim değil’ yani ‘beni eleştirmek de sizin haddiniz değil’ demişken dikkat çeken oyunculara bakalım sadece.
Servet’in Servetleşmesindeki macerayı Gökhan Zan da mı yaşasa acaba? Büyük takımdan yollanma, hataları bir gözden geçirme, kendine gelme ve dünya çapında bir adama dönüşme! Bülent Uygun ne der!
Selçuk İnan artık büyük takım topçusu olmanın da ötesinde büyük takımı taşıması gereken adam. Bunu kaldırabileceğine dair sinyalleri görmemiz için yılda 6 maç oynayan adam olmaktan çıkıp Trabzonspor’da ve milli takımda büyümesi şart. Bunun sinyallerini henüz göremedik.
Kendinden kaybediyor
Tuncay burada böyleyse yurtdışında, hem de Anglo-Sakson eğitiminden sonra kim bilir ne olur diye
Bir sporun ilgi çekmesi, medyanın onun üzerine çullanması, ancak ulusal kahramanların çıkmasıyla mümkün.
Eğer Olimpiyat gibi, Dünya ve Avrupa Şampiyonaları gibi organizasyonlarda parlayan bir sporcunuz yoksa o sporu medya satamaz. Bu mümkün değil.
Bu ülkede futbol ve güreş dışındaki oyunların, misal basketbolun, misal voleybolun, halterin sayfalarda TV’lerde yer bulması ancak böyle oldu.
Bu Türkiye’ye özgü bir şey değil.
98’de Dünya Kupası’nı kazanmadan önce Fransa’da futbol bir numara değildi.
Hâlâ İngiltere’deki yıllık spor takvimlerine basketbol girmiyor.
Bisiklet, ABD’de bir Avrupa sporu olmaktan Armstrong sayesinde çıktı.
Kayserispor’un buralara kadar gelmesinde Mehmet Topuz’un payı çok büyük. Ancak bundan daha ileri gidememesinin ilk sebebi de o olabilir. Yeteneklerine ve çalışkanlığına hayran olduğum bu genç adam sonsuz inisiyatif kullanmanın da ötesinde bir tavır sergiliyor. Her şeyi tek başına yapmak, maçı kazanmak kaleye geçip golü kurtarmak, Kayseri’nin kanalizasyon sorununu da halletmek istiyor sanki. Bu yeteneğin biraz soğukkanlılık nakline ihtiyacı var. Süpermen olmadığını anlaması lazım. Daha büyük olmak her şeyi tek başına yapmaktan geçmiyor zira. Eğer yardımlaşmayı, etrafına biraz bakabilmeyi, takımda başka serbest vuruş atabilecek adamların da (misal Toledo) olduğunu düşünebilmeyi becerebilse, Galatasaray’ın fazlasıyla durgun olduğu ilk yarıda takımına avantaj sağlayabilirdi.
Mehmet Topuz’un bir numara büyüğü ise Hasan Şaş. O tabii ki daha görmüş geçirmişi Topuz’un. İkinci yarıda Galatasaray oyun merkezini biraz daha öne taşımayı başarınca Hasan Şaş’ın, kısa deparlar, çalımlar ve gol yollarını dolduran diğer işleri