Semih, Almancı olsaydı

22 Temmuz 2008

Semih tam 9 yıldır Fenerbahçe’de. 16 yaşından 25 yaşına kadar Fenerbahçe gibi bir kulüpte kalabilmek zaten bir iş. Bir yıllık İzmirspor arası dışında beklemeyi kendine yedirmek bambaşka bir iş.
Anelkaları, Van Hooijdonkları, Nobreleri, Washingtonları görüp her birinden bir şeyler öğrenebilmek bir iş. Ben böyle bir takımda nasılsa oynayamam ruh haline kendini kaptırmamak, yılmamak başka bir iş...
Semih 17 yaşındayken ‘İşte Fenerbahçe’nin geleceği’ denen oyunculardan değildi.
20’li yaşlarına geldiğinde bile ‘Fenerbahçe’de yedek olabilmek için bile yetersiz’di.
Fena olmayan bir yedek oldu önce.
Sonra yedek golcü oldu.
Ardından ‘Eldeki kadroda, oynanması istenen sistemde tek seçenek’ dendi. Tabii bazılarımız tarafından. Bazıları da dalga geçti.

Yazının Devamı

Bir o yana bir bu yana

18 Temmuz 2008

Aziz Yıldırım, Joachim Löw sonrası futbolun tekniğinden inceliklerinden anlayan bir teknik adamı takımın başına getirmek istemişti. Terim o döneme damgasını vuruyor ve Fenerbahçe de kendi Terimini yaratmak istiyordu. Çok büyük bir heyecanla Rıdvan Dilmen’i takımın başına getirdiler. Heyecan sadece yönetimde değil herkesteydi. Taraftarda da.
Fenerbahçe’nin karakterine uygun teknik ve artistik bir futbol isteniyordu.
Bu aşk uzun sürmedi. Rıdvan Dilmen görevinden ayrıldı ve karar verildi:
‘Fenerbahçe’nin aslında ihtiyacı olan biraz disiplin yüksek fizik kondisyon dolayısıyla ağır antrenmanlardı.’ 
Bu yüzden de bu işi yapabilecek o dönemin en sıkı hocalarından biri geldi. Zdenak Zeman.
Bitabi ki olmadı. Fazla geldi. Fazla disiplin, fazla çalışma. Yıldızlar rahatsızdı, taraftar rahatsızdı. Sergen’i hatırlayın sadece yeter.
Olmadı nitekim... Kısa bir Turan Sofuoğlu döneminin ardından başa dönüldü...

Yazının Devamı

Burası Katar mı?

15 Temmuz 2008

Transferden sorumlu olanlar bir oyuncu buluyor. Tanıdık bir menajere bağlı bir Doğu Avrupalı ya da Güney Amerikalı diyelim...
Oyuncunun bir önceki transferine baktığınızda bonservis bedelinin 500 bin euro civarında olduğunu görüyorsunuz. Oyuncu da yılda o kadar kazanıyor. Kulübü tarafından satışa çıkarılmış ya da alıcı çıkarsa verilmesinde bir engel yok.
Peki söz konusu futbolcu piyasada ne kadar istenen bir oyuncu? Başka hangi ülkelerden hangi takımlar istiyor diye bakıyorsunuz. Öyle aman aman bir rekabet yok. Hatta çoğunda oyuncu ya klasman düşecek ya da aynı klasmanda kalacak. Hani çok ihtiyacı olan alır ve ne bonservisi ne de yıllık geliri artar cinsinden. Çünkü bir aşama kaydetmemiş.
Sonra Türkiye’ye transfer olan bu oyuncunun bonservisinin 4 milyon, oyuncunun yıllık gelirinin ise 1 milyon euro olacağını öğreniyorsunuz. Tamam. Türkiye için fiyatlar farklılaşıyor doğru. Ama bu, temelde oyuncu maaşları için geçerli. Kulüp niye zaten elden çıkarma konusunda sıkıntı yaşadığı ya da bir sorun görmediği bir oyuncuya hazır alıcı

Yazının Devamı

Daha iyi tanımadığıma...

8 Temmuz 2008



Hasan Doğan’ı daha yakından tanımamış olmak iyi benim için. Daha yakından tanısam vefatı daha da korkunç bir yıkım olurdu biliyorum.
Allah ailesine, yakınlarına sabır versin. Çünkü biliyorum ki kayıpları, bir babayı, bir eşi, bir arkadaşı yitirmekten de daha büyük. Saf akıl, çok iyi bir adam çıkıp gitti hayatlarından. Allah rahmet eylesin...  
Kendisiyle çok az zaman geçirmiş olmama rağmen hiç duraksamadan söyleyebilirim ki, hayatımda bu kadar aklı başında bir futbol adamı görmedim. Kimse kırılmasın... Bu vefat eden birisinin arkasından laf olsun diye söylenmiş bir lakırdı değil...
Herkesin biraz çatlak olduğu bu spor dünyasında bu kadar bulaşıcı bir soğukkanlı akıl hiç görmemiştim. İçine girdiği her topluluğu etkileyen bir beyin ve tavırdı onunki. Herkese mantık bulaştıran bir dev adamdı.
Ben bu işe bulaşanların biraz deli olduklarını düşünürüm. Birçoğu da başka hiçbir işte dikiş tutturamayan baba parası yiyenler. Özellikle bizim topraklarda akıllı ve başka seçeneği olan adamların yapacağı

Yazının Devamı

Aslında ne oldu?

4 Temmuz 2008

Fatih Terim’in yardımcıları ona fikir vermiyor, müdahale ya da itiraz edemiyor, dolayısıyla fikir gelişmiyor.
Bu doğru mu?
Peki, İsviçre karşısına çıkan, hani Gökdenizli, Tümerli kadroyu Terim değil yardımcıları yaptı desem. Fatih Terim’in Portekiz maçından sonra rakibin analizini yapmakla görevlendirdiği Metin Tekin, Oğuz Çetin ikilisinin İsviçre’nin kalabalık çıkışlarda savunma kanatlarında boşluklar bıraktığını, bunu değerlendirmenin yolunun ise Arda, Tuncay ama öncelikle Gökdeniz Karadeniz’i sahaya sürmek olduğunu Terim’e ilettiklerini söylesem.  Tabii Emre Belözoğlu’nun yokluğunda Tümer Metin’in de mutlaka oynaması gerektiğinin söylendiğini.
Ve bu planın kafasına yatıp Terim’in de ‘tamam’ dediğini.
Nereden mi biliyorum? Siz tersi olduğunu nereden biliyorsunuz?
Yine yardımcıların Terim’in ABD’den getirttiği fizyoterapist (eski bir futbolcu ve Alman Milli Takımı’nın 2006’daki fizik seviyesinin yaratıcısı) Scott Piri’ye karşı çıktıklarını, açık bir dille bunu

Yazının Devamı

Şahsi ‘en’ler

1 Temmuz 2008

Şampiyonanın takımı: İspanya. Şampiyonayı zaten klasik olan, yani Almanya kazansaydı bu unvanı Türkiye ve Rusya arasında bölüştürmek gerekecekti. Ancak dünyanın 2 büyük liginden birine, asrın takımına, en az onun kadar büyük bir ezeli rakibe sahip olmasına rağmen milli takımlar düzeyinde Danimarka’nın bile gerisinde olan bir ülke şampiyon olunca iş değişti. Hep favori gelip, hep kaybeden, iyi oynayan, ama sonuç alamayan, bu kez başından sonuna kadar dik durdu. Hem korkutucu bir hücumla, hem de gruplar sonrası gol yemeyen bir savunmayla hak ettiklerini aldılar. İspanya artık çok daha saygın.
Oyuncusu: Villa, Arda, Archavin vs. Bu kez genelin çok ötesinde çok yıldızlı bir şampiyona oldu. Bunların arasında sivrilen ise hem lider hem de oyuncu özellikleriyle en çok kendini gösterendi. Iker Casillas 28 yaşında, ama 35 yaşın tecrübesiyle sahaya çıkıyor. Bernabeu’da 11 yaşında top toplayıcılıkla başlayan kariyer 17 yıl sonra bir dünya devine dönüştü. O artık Zamora’yla ve Arconada’nın çok önünde anılacak

Yazının Devamı

Acımızı hafifleten şampiyon

30 Haziran 2008

İspanyolların etkili, disiplinli ve pozisyonlu oyununu ikinci yarıda takip ederken ve ikinci gol de bir türlü gelmezken, sanırım herkesin aklına gelen benim de kafamdaydı. Hani ‘futbol sonunda hep Almanların kazandığı oyun’.
Son 20 yılda alt yaş gruplarının dünya yüzündeki belki de en başarılı ülke olan İspanya, 24 yıl sonra oynadığı ilk finalde bunu yıktı. Hem kendi lanetlerini hem de rakibin ne olursa olsun kazanma geleneğini.
Tam 44 yıl sonra hem de bu kez dışarıda kazandı. Ve sanırım bu bizim acımızı hafifletecek olan tek sonuçtu. Almanlardan intikam aldıkları için değil, gerçekten hak eden kazandığı için. Arkalarında Alman tarihinin en çok kaybeden ve belki de tek ’hep kaybeden kahramanını’ bırakarak. 2001’de Leverkusen’le Real Madrid’e kaybeden 2002 Dünya Kupası Finali’nde oynayamayan, geçen ay Moskova’da Manchester’a boyun eğen Ballack bu Adidas Finali’nde de mağlup ayrıldı.

Korkunç atak!
Aragones’in takımını en iyi anlatan bu maçtan önce Joachim Löw olmuştu: ‘İyi bir kulüp takım

Yazının Devamı

Finalin favorisi İspanya

29 Haziran 2008

84’ten sonra ilk kez finali gören İspanya, turnuvanın en iyi oyunlarını üst üste oynamasına rağmen, kanımca 2008’in en büyük sürprizi... Çünkü en iyisini, en güzelini, en keyiflisini her şampiyonada ortaya koymalarına karşın lanetli kaderleri onları hep yarı yolda bırakırdı. Bu kez durum farklı.
İtalya’yı hem de penaltılarda geçmiş olmaları, üstüne şampiyonanın en renkli takımlarından Rusya’yı neredeyse pozisyon bile vermeden devre dışı bırakmaları, onları farklı kılıyor. Aragones’in bu yolda en çok övülmesi gereken yönü orta sahasını ekonomik kullanışı oldu. Iniesta, Xavi, Fabregas, Xabi Alonso ve Carzola’yı en üst fizik seviyede kullanmak için erken ve ikili değişiklikler yaptı. Bu alanı hep güçlü tutmayı başardı. Buradan Fenerbahçeliler de bir sonuç çıkaracaklardır; Alex ve Deivid’in, 70’lik İspanyol’un yönetiminde işleri hiç kolay olmayacak.
Bu orta sahayla sağlam savunmaları İspanya’yı ayakta tuttu. David Villa ve Silva’yla da rakibi karıştıran, bol

Yazının Devamı