Önce şunu söyleyelim: Dün akşam Türkiye standartlarında bir hakem yönetimiyle ilk yarıda 10’a yakın sarı kart ve tabii kırmızı kart(lar) çıkardı. Hangisi standart doğrusu bilmiyorum. Ama açık seçik bir oyun yorumu farkı var. Ya bizimkiler yanlış ya dünkü Avusturyalı. Oyunun da en ilginç yönü bu aslında.
Aragones’in bir gün önce ‘Çok iyi kontratağa çıkıyorlar’ demesinden feyizle, ya da Şampiyonlar Ligi’nde genel kabul gören oyun tarzı oluşundan Kiev tam bir kontrol oyunuyla sahadaydı. Bu Fenerbahçe’nin işine geldi. Maldonado ve Selçuk’a baskı uygulamadılar. Geride kaldılar, Fenerbahçe’yi kendi sahalarında beklediler. Bu yarım saha alan savunması nedeniyle baskı yemeyince Fenerbahçe geçen seneki kadar olmasa da Türkiye Ligi’nden farklı bir oyun oynamayı başardı. Bu sene iyice açığa çıkan defolar böylece çok görünmez oldu. Kiev’in kontr girişimlerinde Fenerbahçe’nin geri 6’lısı iyi dönmeyi başarınca da az
Aziz Yıldırım neden sürekli yöntem/metot değiştiriyor? Avrupa piyasasına girmek isteyen hırslı hedefli bir teknik direktöre görevi verdikten 2 sene sonra, emekli olmak üzere olan ve zaten Avrupa’nın zirvesindeki teknik direktörü takımın başına getirmek nasıl değerlendirmeli? Yıldırım’ı en sağdan en sola götüren ne?
Zico’nun Fenerbahçe öncesi hayatı: Japonya’da hâlâ öğretebileceğin öğrenciler, hâlâ öğrenebileceğin şeyler varken çalışmak. Daha yolun başındayken.
Aragones’in Fenerbahçe öncesi hayatı: Sadece oyuncuları dizmek. Barça’dan, Real’den, Liverpool’dan gelmiş oyuncularla kolay bir hayat. Xavi ve Iniesta’yı çıkar, Xabi Alonso, Cazorla, Fabregas’tan ikisini oyuna sok. Yolun artık sonundayken...
Bu çok köklü bir değişiklik. Sadece bir teknik adam değişikliği değil, bir ideolojik değişiklik neredeyse. Peki bu kadar memnuniyetsiz miydi Aziz Yıldırım Zico’dan, onun tarzından. Zico’yla yollar ayrılırken bu kadar pişman mıydı?
Zico’yla anlaşılamamış
76. dakikada bir korner. Beşiktaş sağdan kullanıyor. Ön direkte iki Beşiktaşlı, Gökhan Zan ve Bobo yarım metre arayla topa zıplıyorlar rahat ve markajsız olarak. Gökhan vuruyor. Az farkla üstten aut.
Bu bir duran top. Ama yerleşik oyunda da Büyükşehir Belediye o kadar organizasyonsuz ki savunmaya kapanmalarına rağmen alan ya da adam savunması her ne yapıyorlarsa Beşiktaş’a hep açık veriyorlar.
1-1’in ardından tamamen savunmaya kapanmış durumda Belediye. İbrahim Akın’dan sonra Adriano’nun da yorulmasıyla kontr da yapamıyorlar.
Beşiktaş ise ikili, üçlü Bobo’nun da oyuna girmesiyle çok adamla istedikleri gibi pozisyona giriyorlar. 2 kez filelerle buluşan topları ise faul gerekçesiyle sayılmıyor. İlkinde faul değilse bile hakemin yanılması anlaşılabilir, ama ikincisinde eğer faul değilse bu pek anlaşılır değil. Pozisyon çok kritik, çalmak için faulden emin olmak lazım. Ben birkaç kez seyrettim ama emin olamadım. Tabii hakemin açısından da görmedim.
Belediye’yi ayakta tutan ise Efe’nin çabası sadece. Geçen yılın en
Alışveriş merkezleri şehrin göbeğine geliyor, statlar dışına çıkıyor. Üç büyüklerin kale arkası biletleri İngiltere, Almanya ve İtalya’daki statlardaki aynı yerlerden pahalı.
Bir cumartesi öğleden sonra sporu olan futbolun en parlak maçı Türkiye’de pazar akşamı oynanıyor. Ligin erken haftalarında 21.45’te hem deÖ.Gençlerin maça gitmesinin en zor olduğu gün ve saatte. Avrupa’Nın tüm büyük liglerinde koca koca takımlar gündüz oynarken biz gece oynuyoruz. Tamam tamam İspanya da gece oynuyor. Ama onlar akşam yemeğini de gece 11’de yiyor.
Bugün Fenerbahçe’nin rakibi Galatasaray, Galatasaray’ınki Beşiktaş değil. Bugün futbolun rakibi sinemalar, diziler, alışveriş merkezleri, konserler. Fenerbahçe - Galatasaray-Beşiktaş bir tarafta alışveriş merkezleri, TV dizileri, Avrupa ligleri diğer tarafta...
Futbolu kolay ulaşılabilir, rahat izlenir, konforlu bir oyun haline getirmek gerekirken olup biten bu.
Bütün gün Chelsea’yi, Manchester United’ı, Milan’ı, seyrettikten sonra tam bir eziyet
Skibbe bir rüyada gibi. Elinde sanırım Galatasaray’a imza attığında planlamadığı, hayal dahi etmediği bir kadro var şimdi.
Aslına bakarsanız bu kadroyu her hangi bir üst düzey hocanın önüne koysanız sadece bu bile onu ikna etmeye yetebilir. Avrupa futbolunun devlerini bir kenara koyun, kağıt üzerinde Avrupa’nın en değerli kadrolarından biri bu. Pozisyon pozisyon baktığınızda dengeli olup olmadığını tartışabiliriz ama genç oyuncuları, umut vaat eden tecrübelilerinin harika kariyerleriyle parıldayan bir ekip.
Ve bana kalırsa bu ekibin en parlak tarafı içinde yeni bir Hagi potansiyeli taşıyor oluşu. Harry Kewell’dan bahsediyorum. Avustralyalı Lincoln gibi sadece ismiyle, sadece ücretiyle burayı doldurmuyor. Bu kısa süreli vardiyasında oyuna, takımın taktik zenginliğine, yaratıcılığa, kilit açıcılığa yaptığı katkıyla ışıldıyor.
Galatasaray nihayet çevresinde takımı oluşturacağı temel direği bulmuş gibi. Bu tip oyuncular var olan bir takımın ortasına yerleştirilmezler, biraz onlar takımı oluşturur, biraz takım ona göre oluşturulur.
Kewell, yaptıklarıyla, yapacaklarıyla bu takımı bana
Galatasaray’ın hücum zenginliğini göstermek için ideal bir rakip vardı. Orta sahası lig standartlarında fazla yumuşak, savunması adam paylaşımında sürekli hata yapan, organizasyonu zayıf bir Kocaeli... Galatasaray, bu rakip karşısında sadece oyuncularının hücum becerileriyle oyunu farklı kazanmayı bildi. Ligde deplasmanda alınmış böylesine farklı bir galibiyet, herkese derin nefes aldıracaktır. Ancak Galatasaray’ın, biraz da eksikliklerden kaynaklanan orta saha kurgusu üzerinde durmak lazım. Kocaeli’nin, böylesine dezavantajlarla sahaya çıkmış takımına karşı önde basmayı başaramamaları önemli...
Kewell, Ayhan, Aydın, Lincoln dörtlüsü, hücum yönünde Dünya çapında bir yetenek deposu olsa da, savunma güdülerinin yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Hasan Şaş’ın sağ bekte oynayışı da bu orta sahanın işini zorlaştırıyor. Üstüne Nonda ve Baros’un geriye dönmedeki sıkıntılarını da koyarsanız karşınıza şöyle bir tablo çıkıyor. Galatasaray akına çıkıyor, rakip ceza sahası çevresinde topu kaybettiklerinde
Ben de şaşırıyorum, ama sadece bu ülkede yaşayıp hala şaşırabilenlere.
Misal Fatih Terim’e ve yaptıklarına şaşıranlara. Sana da Cem (Dizdar)...
İsviçre maçında olup bitenler sonrasındaki süreçteki halini gördükten sonra Fatih Terim sahada birini yakalayıp dövse şaşırmam. Ama salt bir ağız dalaşına şaşırıyorsunuz. Karşısındaki de Belçika’nın Fatih Terim’i Vandereycken’ken bu olay çıkmasa ilginç olur. Birbirlerinin elini sıkıp tebrik etseler haber olur.
Çek Cumhuriyeti maçında ikinci golü yiyince 4. hakemi tartaklayan, Macaristan maçında Gera kırmızı kart görmesine rağmen 4. hakemin üzerine yürüyen Terim kendisine benzer bir egoyla karşılaştığında hele de işler iyi gitmiyorsa tabii ki zıvanadan çıkacaktı. Neye şaşırıyorsunuz neye kızıyorsunuz?
Sonra Emre’nin kaptan yapılışı. Sanki dün oldu bu. İsviçre maçının üzerinden 3 yıl geçti. Bu adam 3 yıldır bu takımın hala kaptanı. Arada güzel de bir kol hareketi var. Hatta bizzat bir sonraki federasyon başkanı tarafından alnı öpülerek
Aurelio’nun olmayışının Fenerbahçe’nin futbolunda yarattığı fiili, reel eksiklikten belki de daha önemlisi oyuncuların maneviyatını nasıl etkilediği...
Bu eksiklik tüm orta saha ve savunma oyuncularının oyun cesaretinden de alıp götürmüş. O varken bir top kaybı bugün olduğu kadar büyük sorunlar yaratmıyordu. Çünkü her oyuncu başı sıkıştığında, kafasını kaldığı anda onu göreceklerini bilerek, çok daha rahat oynuyorlardı. Şimdi top kaybettiğinde, kaybedeni kurtaracak bir sigorta yok. Paraşütünüz yoksa uçaktan atlamak kolay olmuyor. En basit paslar en basit verkaçlar bile bu tedirginlikle yapılınca sorun, hata vs. geliyor. Bu Fenerbahçe’nin oyunu doğrudan etkiliyor.
Maçın 2-0’a gelişinde bu durumun yarattığı oyun kekemeliği başrolde bana kalırsa. Porto 2-0’a neredeyse hiç tempo yapmadan ulaştı böylece. Çok basit pas hataları, yanındaki rakibi takip etmede bile görülen çekingenlik.
Ancak bu şok, hem Porto’yu hem de Fenerbahçe’yi etkiledi. Porto çok da ustası olmadığı bir