Trabzonspor maçındaki oyun ve Antep maçındaki skor... Beşiktaş lige tutunuyor.
Bu tutunuşta Tello’nun önemi büyük. Her nerede olursa olsun duran toplara giderken bile yorulabilir. Sadece bu yüzden herkesten fazla koşuyor. Sadece kornerden kornere gidişi bile mesai sayılır. Açılışı Nobre’ye yaptırdığı ve kaleci Murat’ı oyundan düşürdüğü köşe vuruşu Trabzon maçındaki kadar etkiliydi. Goldeki vuruşta da kendine güven, alan bilgisi ve yetenek var.
Bunlardan biraz da Serdar Özkan nasibini almış olsa farkı büyütmek mümkün olabilirdi. Maalesef genç oyuncu, bir hareketi, bir koşuyu yaparken bir sonraki adımını hiç düşünmediğinden, ne yaptığı kendisi tarafından bile anlaşılamıyor. Misal bir çalım attığında rakip değil kendisi şaşkınlığa düşüp öylece bakakalıyor. İkinci yarıda devreye girme çabası güzeldi, ama katkısı pek yüksek olmadı. Tello’ya ayak uydurmayan bir başka isim ise Bobo’ydu. Bu kadar çok ofsaytta kalışına değilse de hakeme her seferinde kızışı şaşırtıcıydı.
Tabii oyunu ilk yarının son dakikasında Beto’nun boş kaleye içeri vuramadığı topla değerlendirmeye başlamak lazım. Nobre’nin vuruş kalitesi başta Beto, Antep’in, Güney Amerikalılarında olsa böyle dağılmayabilirlerdi.
Skibbe’nin 3-6-1’i, ilk 15 dakikadaki yerleşim hatalarının ardından, De Sanctis’in ayakta kalması, Topal ve Ayhan’ın da savunmaya verdiği destekle toparlandı. Maç öncesinde öngörüldüğü gibi orta sahada aşırı bir pres yemeyince oyunu ileri taşımak da çok zor olmadı. Ve böylece savunma baskıdan kurtuldu.
Ayhan’ı sol kanatta Arda’nın dışından hücum silahı olarak sık sık sokma planı Galatasaray’ın ilk yarıda bulduğu pozisyonların temelini oluşturdu. Tecrübeli oyuncunun ortasını Kewell’ın gol yapamayışı Rame’nin şansı ve temel kalecilik mükemmeliyetinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ayhan’ın, Arda’ya verdiği desteği Barış’ın, Kewell’a hücum anlamında veremeyişi sakatlıktan yeni çıkmış Kewell’ı zor durumda bıraktı. Fizik olarak hazır olmadığı belli olan yıldızın 3’lü savunmadan doğan defansif yükümlülüklerle sahaya sürülüşü ilginç ve riskli bir tercihti.
Galatasaray orta sahası Baros’u kaçıracak derin pasları da attı. Ama Çek oyuncu genelde savunmaya, geri kalanlarda da hakemin faul düdüklerine takılınca, Lincoln/Baros ikilisinin sihrini görmek mümkün olmadı. Her ne olursa olsun Bordeaux savunması için rahatsız edici bir devamlılığı vardı. İkinci yarıda oyundan alınması
Galatasaray bu maçtan istediğini alabilir. Bu maç Antalya deplasmanından daha rahat da olabilir. Sarı - kırmızlıların bu yıl ortaya koyduğu en parlak performanslar UEFA Kupası’nda ve deplasman maçlarındaydı. Benfica maçının tamamı ve Hertha maçının 80 dakikası bu yıl bir Türk takımının, Avrupa sahnesinde ortaya koyduğu en ne yaptığını bilir performanslar. Hertha’nın, Bundesliga lideri, Benfica’nın ligde da 1 puan geride 2. olduğunu unutmayalım.
Bu maçlarda ligden farklı olan iki durum vardı
1-Bunlar orta saha ve hücum hattının yekpare olup, savunmayla bağlarını koparmadan oynadığı oyunlardı.
2-Bu maçlarda Galatasaray geçen yıl Fenerbahçe’nin çeyrek finale gidişini sağlayan dış etkenleri iyi kullandı. Avrupa’da rakipler Türkiye’dekilerin tersine genellikle kontrol oyununu tercih ediyor. Türkiye Ligi’ndeki büyüklerle oynayan Anadolu takımlarıysa genelde rakibin yıldızlarını sindirmeye yönelik sert bir temas oyunu oynuyorlar. Bu Galatasaray ve Fenerbahçe gibi topla oynamayı seven takımlar için yıldırıcı bir durum.
Yani ne Antalya ne de başka herhangi bir Anadolu deplasmanı bu oyun için ölçüdür. Türkiye’de sert presle ve karambol oyununa mahkum edilen Galatasaray’ı Bordeaux’da
Beşiktaş’ı en son ne zaman bu kadar güçlü gördüğümü hatırlamıyorum. Belki ta Lucescu zamanlarına kadar dönmek lazım. Sahanın her yerinde, her alanında rakibiden daha fazla olmayı, topu hızla çevirebilmeyi, rakibe top yaptırmamayı ve her yoldan kaleye gitmeyi başardılar.
Ligin zirvesindeki konuk ekibe gelince... Onları da en son ne zaman bu kadar güçsüz, birbirinden kopuk, hemen her akına çıkışta topu kaybeden ve panik halde bir takım olarak gördüm; bunu da hatırlamıyorum. En kötü zamanında, ligin altlarında ve fark yedikleri maçlarda bile bu kadar deorganize olmamışlardı. Maçı seyretmeyenler için bu anlattığım tablo abartılı gelebilir. Ancak seyredenler biliyorlar ki 1-1’lik skor bu maçı anlatmaz. Bu tabloyu gördükten sonra Trabzon’un şampiyon olabileceğine dair inancın azalması beklenebilir. Fakat benim için dünkü maçın skoru Trabzon’u şampiyonluğun en kuvvetli adayı yapıyor. Bu kadar kötü oynarken bile puan çıkarabilmek şampiyonlara özgü bir haldir.
İlk yarıda yarım pozisyondan bir gol çıkarmayı bilen Trabzonspor hemen her ayaklarına top gelişinde, üst üste iki pas yapamayan bir takımdı. Ersun Yanal’ın bunu değiştirmek için devre arasında yaptığı hamleler beklenen ve
İlk yarıyı iyi bir sınav olarak görüp ikinci yarıyı yok varsaymak istiyorum. Tabii Fildişi’nin oyun karakterinin de İspanya’ya hiçbir benzerliğinin olmadığını söylemek lazım.
İlk yarıdaki rüzgârın da yardımıyla yapılan ön alan presi dün Milli Takım’ın en çok övülmesi gereken yönü. Rakibin top yapmasını ve sakin oyununu çokça bozmayı başarıp pozisyonlar da bulduk.
Yine rüzgârın da yardımıyla orta sahanın Semih’in desteğiyle ileride top tuttu ve çabuk geri dönüşleri Gökhan-Servet-Aurelio üçgenini neredeyse hatasız yaptı.
İkinci yarıda özellikle Tuncay ve Semih’in oyundan alınışıyla ileride topu tutabilme ve pas dağıtımında sorun yaşandı. Emre’nin performansının takımın oldukça gerisinde kalışıysa üstünlüğü rakibe verdi.
Ben ilk yarıyı iyi bir sınav olarak görüp ikinci yarıyı yok varsaymak istiyorum. Tabii Fildişi’nin oyun karakterinin de İspanya’ya hiçbir benzerliğinin olmadığını söylemek lazım. Onlar bambaşka bir pas temposuyla oynuyorlar. Önde basmakla rakibi sindirmek ne Madrid’de ne de İstanbul’da kolay olmayacak. Çünkü rakip belki de tarihin en hızlı top çeviren ve en geniş alanda yüksek pas yüzdesiyle oynayan takımlarından biri. Mart sonunda başka bir boyuta geçmek
Kartların ağırlığı ve Türkiye’ye özgü olması açısından hemen hemen aynı pozisyonlar. Kartın gösterildiği yer bile çok yakın.
Delgado’ya 21 Aralık’ta gösterilen ikinci sarı kart ve kırmız kart ile Lincoln’e cumartesi günü gösterilen ikinci sarı ve kırmız kartı, ben birbirinden ayırmıyorum. Çünkü aynı hakemlik sorununu, aynı hakemlik algılanma problemini işaret ediyor.
Fark Delgado’nun kırmızı kartından 1 hafta sonra daha ortalık yatışmamışken açıklama yapan Adnan Polat’la evvelki gün açıklama yapan Adnan Polat Yönetiminin tavrında.
O günden bugüne ne değişti.
Galatasaray yönetimi maçtan sonra hemen açıklama yapmadı. Maçı bir arada bir kez daha izlediler. Akşam yorumları izlediler ertesi gün gazeteleri okudular. Tartışmalı olanın sadece Lincoln’ün atılışı olmadığını gördüler. Kayseri’ye verilebilecek penaltıları da misal. Baros’un kanlı protestosunu da (Selçuk Dereli kanı o an fark etmemiş çok güvenilir kaynağıma göre. Emre’nin pozisyonunu ise görmüş ve penaltı olmadığını bugün de söylüyormuş).
Yani hakemin yönetiminde Galatasaray’a yontulacak bir durum olmadığını biliyorlar.
Peki neden bunu yapıyorlar.
Takımın en iyi, en çok uğraşan ve en faydalı oyuncusu İbrahim Üzülmez...
Bu herhalde kimsenin itiraz etmeyeceği bir gerçek.
Sahanın en iyisi unvanını da sanırım Veysel’le paylaşmalı. Eski bir Beşiktaşlıyla.
İbrahim Üzülmez son derece sıradan bir oyun oynayan Beşiktaş’ta fark yaratmaya çalışan tek adam. Savunma görevlerinin yanı sıra hücuma destek değil, hücumun asil bir parçası olmada da temel bir oyuncu. O çıktığı zaman top taşınabiliyor, ileride çoğalınıyor vs.
Sahada başka türlü oynayan, isteyen, takımını ileri çekmeye çalışan bir adam. Takımın lokomotifi olmaya çalışıyor.
Kariyerinin en tartışmalı döneminde ve sonlarında bu noktaya gelebilmiş bir oyuncu için ne büyük bir şeref... Ve Beşiktaş için ne garip bir tezat.
Beşiktaş tribünlerinin ona deli deyişinin temelinde tam olarak bir durum olmasa da belki de kariyerinde ona bu lakabın en çok oturduğu zamanları yaşıyor.
İlk sarı kart için sebep ne? İkinci sarıda gollük bir akın mı kesiliyor? Beni hakemle yazıya başlamaya zorlayan bu durum, artık görmezden gelinemez bir hal aldı
Lincoln’ün ilk sarı kartı gördüğü pozisyonda Eren’le teması var mı? Var... Penaltı olduğuna inanmayabilirsiniz. Ama sarı kart için sebep ne?
İkinci sarı kartta, gollük bir akın mı kesiliyor? Hayır. Tıpkı sarı kart istemelere verilen kartlar gibi kitabına uydurabilirsiniz. Ama oyunun vicdanına uydurmak mümkün mü?
Beni hakemle yazıya başlamaya zorlayan bu durum, artık görmezden gelinemez bir hal aldı. Burada hakem hatasından ya da kötü niyetinden bahsetmiyorum. Meselenin bu olmadığını biliyorum.
Mesele farklı:
Türkiye’de hakemlerin bir aşırılık sorunu var.
Elini azıcık kaldırıp kart istemeye, kart gösterilen dünya yüzündeki tek ülkede yaşıyoruz. Çünkü yine hakemlerimizde çok ciddi bir aşırılık sorunu var.