Beatles albümlerde, o ise hâlâ caddelerde!

15 Aralık 2013

Ünlü grup Beatles’ın Amerikan televizyon şovunda görünüp ses getirmesinden iki ay sonra piyasaya çıkan Mustang, 50 yıla yakın süre ve farklı nesillerle “yaşayan efsane” durumunda. Çıkış hikayesini anlatmasak olmazdı...

Deli gibi esen rüzgarın eşlik ettiği bir günde, Barcelona’daki sergi ve kongre merkezinin salonunu dolduran yüzlerce kişinin silüeti, karanlığı bozan Ford’un “maviş” renklerindeki ışıklarla aydınlanıyor. Koltuğumu bile zorlukla bulurken, salonun içinde kaç yüz kişi olduğunu saymak hatta birlikte geldiğim arkadaşlarıma ulaşmak tam bir hayal.
Tam anlamıyla Amerikanvari bir girişle sahneye dalan ve konuşmaya başlayan sunucunun sesiyle “Aha, film başlıyor!” diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Sahnede Ford’un üst düzey yöneticilerinin birer birer göründüğü, arkalarından da yeni modellerin sessizce sahneye çıkıp ardından kaybolduğu bir “geçit töreni” havası var. Ve Ford ailesinin yönetimdeki üyesi olan, kısaca “torun Ford” diye anılan Bill Ford, yani William Clay Ford Jr. geliyor sahneye. “Ev sahibi” tadında, en önemli yeniliğin açıklanması görevi ona bırakılmış. Konuşmasında şirketin yeni stratejilerinin üzerinde “şöylesine bir” geçip ardından geleceğin

Yazının Devamı

Nasıl bir şey şu hibrit dedikleri...

8 Aralık 2013

Birkaç günümü “hibrit” Prius ile geçirdim. “Hibrit kullanmak nasıl bir şey?” diye merak eden çok. Ben de onların merakını gidereyim istedim

klımda bugün size sürüş izlenimi yazmak gibi bir fikir yoktu aslında. Hani genelde oradan buradan yazıp otomobil dünyasından karınca kararınca bilgiler vermeye, bazen de aklıma takılanları ya da “gözlemcik”lerimi paylaşmaya çalışıyordum. İzlenim de bir gözlemdir diyebilirsiniz. Evet, bunu da düşünmüyor değilim tabii...
Neyse, bu yazının nereden çıktığını söyleyeyim... Şimdi eğer trafikte, öyle her saat, her dakika görülebilecek bir otomobil kullanmıyorsanız, size birkaç geri dönüşü olacaktır. Bunlardan biri çevrenizde, yolu paylaştığınız diğer sürücülerin bakış atmalarıdır. Kimi zaman yanınızdan geçerken dönüp “el işareti” (beğendilerse) yapabilirler, arkadan görünüşünü inceledikleri için hemen sizi sollama veya sağlamaya çalışırlar (ki ön tasarımını da incelesinler), olmadı yanlarında oturanlara baktırıp sonra da kendisine anlatmasını isterler.

“Kaza, bela vermesin”
Bu geri dönüş ya da tepkilerden bir diğeri de trafiğin durduğu bir anda, yanınıza yanaşıp camın açılması ve “Allah kaza bela vermesin. Kaç para bu?” sorusunu

Yazının Devamı

Ne vereyim sevgili tüketicime?

24 Kasım 2013

Otomotiv firmalarının işinin zor olduğunu söylemiştim. Bizzat gittiğim Los Angeles’ın yanı sıra “sanal” izleyebildiğim Tokyo ve Guangzhou otomobil fuarlarında bu tespitimin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladım

Düşünüyorum da eskiden, şöyle 1950’li yıllardan 1970’lerin sonlarına kadar otomobil müşterisini memnun etmek ne kadar kolaymış. İnsanların, otomotiv üreticilerinden “ayağını yerden kesecek” bir otomobilden fazlasını istemediği zamanlardan bahsediyorum. Donanım dediğin açılabilen camlar, belki “havalı” direksiyon, nispeten az yakan bir motor, geniş bagaj, bir de radyo.
Şimdi öyle mi ya? Tüketicinin olduğu her yere ulaşmak gerekiyor mutlaka. Hele şu zor günlerde. Büyüyen pazarların kovalandığı, satışların nereden artırılabileceğine ilişkin stratejik planların tekrar tekrar yapıldığı bir dönemde...

BMW 4 serisi Cabrio Amerika’da dünyaya tanıtıldı, MINI ise Los Angeles ve Tokyo fuarlarında sergilendi.

Olanı değil istediğini satın alan tüketici

Yazının Devamı

İçinden “kayak dersi” geçen otomobil!

17 Kasım 2013

Kabul edin. Otomobil üreticilerinin de işi zor. Sadece yeni bir modeli geliştirmekle kalmayıp onu potansiyel müşterilere sevdirmek için neler yapmak gerektiği konusunda da ciddi ciddi kafa patlatmak zorundalar çünkü...

Alman markası BMW, 7 serisi müşterileri için dünyanın ünlü kayakçılarıyla turlar düzenleyip onlardan ders aldırdı.

Daha önce de yazıp çizdiğimi hatırlıyorum (çok güzel, henüz hafıza kaybına uğramamışım şükür)... Otomobil (ticari araç da öyle) üreticisi olmak zor şey. Şöyle afilli, İsviçre çakısı gibi ya da maaşallah dedirtecek (bu genelde Türkiye için geçerli) bir araç yapacaksınız ki müşteriler kapılara akın etsin, “Ben de satın almalıyım!” desin...
Yok, olay o kadar basit değil! Çünkü herkesin zevkine, ihtiyacına, bütçesine cuk oturacak bir araç 20 yılda bir belki gelir. Otomobil, ticari araç üreticisiyseniz kapsamlı tüketici analizleri yapacaksınız, ihtiyaçları belirleyeceksiniz, uygun motorları bulacak ya da geliştireceksiniz, sonra bu aracın güvenlik ve çevre normlarına uygun niteliklerde olması için uğraşacaksınız, bilmem kaç tane eziyetli testten geçireceksiniz... Sonra da “Ne olur gelip alsınlar, çoook ama çoook sevsinler” diye totem yapıp dua

Yazının Devamı

“Full” donanım derken kafa patlıyor!

10 Kasım 2013

Otomobil almaya karar verirken, “full” donanım seçeneği genelde herkesi cezbeder. Ama kullanırken “olmazsa olmaz” diyebileceğiniz kaç donanım çıkar, düşünün hele...

Son yıllarda çevremdeki pek çok kişi, hep aynı şeyi yapıyor. “Abi elimde şu kadar para var, ne alayım sence?”
“Şimdi verilerini alayım kardeşim. Önce baba adı...”
Yok, tabii ki diyalog bu şekilde ilerlemiyor. Ancak bu soruyu soran yakınıma şayet aklında belirli bir model ya da marka yoksa, öncelikle nasıl bir otomobile ihtiyacı olduğunu, gereksinim ve beklentilerini filan soruyorum. Gelen cevaplara göre de öneriler sıralanıyor. Sanırsın ki bilgisayarda eşleştirme yapıyorum. Ama bunlar gerekli bilgiler işte, ne yapayım...
Artık çok yakın çevremdekilerle yaptığım bu diyalogların gidişatından, sonucu tahmin etmeyi de öğrendim.
Zira ben insanlara ne söylersem ya da ne önerirsem önereyim, sonuçta “Aaaabi, gidip ‘full’ olanını aldımmm, ehhee” yanıtıyla geliyorlar.
“Demek ki ben beyhude konuşmuşum, sorma bari be kardeşim!” deyip suratımı asıyorum belki ama,

Yazının Devamı

Gökyüzünde korna çalma hevesi

3 Kasım 2013

Uçan otomobil rüyası otomobilin icadı kadar eski. Önceki denemeler pek trajik sonuçlanmış olsa da “havada uçan karada kaçan” arabalar yakında gerçek olacak

1949 yılında yapılan Aerocar 5 dakikada uçaktan otomobile dönebiliyordu.

Küçüklüğümde bazı reklamlarda “Otomobil uçar gider” şarkısını dinlediğimde, “gökyüzüne çıkayım da oradan bir kornaya basayım” gibi bir hayal kurmamıştım. Ancak otomobilin “gerçekten” uçup gitmesini hayal edenlerin sayısı az değil. Hele trafik sıkışıklığında, olmadık hayallere kapılanlarımız olduğunu düşünürsek.
“Ulen bir uçan otomobil çıksa, varımı yoğumu satar alırım!” düzeyine şimdilik erişmese de böyle bir hayal kuran arkadaşımız varsa iyi bir haber verelim. Sanırım bir aksilik olmazsa, 2015 yılına kadar Amerika’da piyasaya çıkmaya başlayacak. Hatta şimdiden internet üzerinden ön sipariş için 10 bin dolar yatırmak yetiyor. Başlangıç fiyatıysa
279 bin dolar. Amerika’da yollarda kullanım izni var. Kullanmayı öğrenmek için 5 saat eğitim yetiyormuş zaten. 660 km yol gidebiliyor bir depoyla. Üstelik yerdeyken 100 km’de 6.7 litre tüketerek, en baba ekonomik otomobil modellerine kafa tutacak yapıda.

Yazının Devamı

Külliyen “zararlı” değil ya bunlar!

27 Ekim 2013

Çevre kirliliği dendiğinde akla ilk gelen nesne olan otomobil, her zaman “ortalığı kirletme” görevi görmez. Hatta aklınızın alamayacağı kadar çevreci ve insanlığa yardımcı da olabilir... Külliyen kirletici değildir yani, böyle biline...

Hyundai’nin hidrojen yakıt hücresiyle donatılmış ix35 modeli çevreci otomobillerin en güzel örneklerinden biri olarak gösteriliyor.

Hava kirliliği, küresel ısınma ve daha bir dolu içinde “çevre” geçen “negatif” cümlenin sonu, mutlaka ve mutlaka otomobile bağlanıverir. Sanki mahallenin haylaz çocuğu gibidir. Nerede bir cam kırılsa, olay olsa ondan bilinir. Oysa otomobiller her zaman kirletici, her zaman zarar verici olmayabilir. Yeter ki ona “yararlı olabileceği” bir alan gösterilsin, çevreci teknolojilerle donatılsın.
“Şayet uygunsa, başlıyorum!” demeden lafa dalıvereyim gitsin... Efendim, bugünkü gevezeliğimin ilhamını İngiltere’den gelen bir haberden aldım. Söz konusu habere bakılırsa Hyundai’nin hidrojen yakıt hücresi teknolojisiyle donatılmış ix35’i için Londra’da bir etkinlik yapılmasına karar verilmiş. Hatırlayanlarınız varsa hidrojenli ix35, geçen yıl hidrojen dolum istasyonu açılışıyla birlikte İstanbul’da da tanıtılmıştı. Bu

Yazının Devamı

Tüketici olmak da zor vesselam

20 Ekim 2013

Otomobil satın almak isteyen bir tüketicinin işi hiç kolay değil! Önce seçim yapacaksın, sonra alternatifleri değerlendireceksin, ardından belki “İstediğim tam da bu değildi ama olsun!” deme yüceliğini göstereceksin...

Hatırlıyorum da 1990’ların başına kadar otomobil almak çok kolay bir işti. Tabii ki işin finansal tarafını ve “sıra bekleme” kabusunu hariç tutarak söylüyorum. Çünkü “otomobil kredisi” denilen mekanizmadan hiç söz edilmez, genelde borç alma ya da biriktirme yöntemleri tercih edilirdi. Otomobili teslim almak ise sorundu. Hele de 1980’lere kadar olan dönemde. Sıraya yazılacaksınız, zamanı geldiğinde ya gidip fabrikadan alacak ya da teslimat yerini bulacaksınız. Beklemek istemiyorsanız, birikimlerinizin üzerine biraz daha koyup galeriye razı olacaksınız filan.
İşin kolay yanı ise seçme derdinin pek fazla olmamasıydı. Yani tercih için kara kara düşünmeye gerek yoktu. Hoş bizim evde, 1972’de satın alınacak otomobil için bir hafta tartışma yaşandığını da net anımsıyorum. Ama sonuçta ortada sadece iki seçenek vardı ve en uygun olanı seçilmişti. O da Anadol olmuştu.

Karar vermek her şey mi?
Bununla birlikte insanlarımız, 1980’lerin ortalarına kadar genelde
it

Yazının Devamı