Beyazperdede lastik sesleri

23 Mart 2014

Geçtiğimiz hafta sinemalarda iki otomobilli film birden vizyona girdi. Beni de bir “tırsma” aldı! Ya o güzelim otomobilleri gerçekten parçaladılarsa...

Bilmem siz, içinde otomobiller olan filmleri sever misiniz... Yani, şey, ben severim aslında. Hatta evimde bunun için ayrı bir arşiv tutmaya da çalıştığımı söylemeliyim. Bunu bilen arkadaşlarımın bana mümkün olduğunca böyle DVD’ler alıp katkıda bulundukları da olmuştur elbette.
Ama ne yalan söyleyeyim, otomobillerin yamultulduğu, parçalandığı, orasından burasından alevler çıkana kadar zorlandığı sahnelere bakamıyorum! Yani bir tek, “Vah vah, bak gördün mü çocuğa nasıl kıydılar!” deyip dizime “şaplak” atmadığım kaldı... Yok, vallahi yapmadım. Sadece gözümü kapattığım ya da kafamı çevirdiğim olmuştur en fazla!

Hepsi birer replikaymış
Bu da bir tür Allah vergisi işte. Elbette bunu her önüme gelen otomobil için hissetmiyorum. Mesela Nicolas Cage abimizin “60 saniye” filmindeki 1967 model Eleanor için... Ya da “Hızlı ve Öfkeli”de kovalamaca sahnesinde havalarda uçuşan mavi renkli Ford Escort’a... İçim bir tuhaf oldu!

Yazının Devamı

Alışmak sevmekten daha zor geliyor...

16 Mart 2014

Otomotiv teknolojisi gelişse de yanlış bilinenler, alışkanlıklar hâlâ doğru kabul ediliyor maalesef. Belki de bu konuda otomotiv firmalarına ve devlete de iş düşüyor

Koşuşturmalı günde bindiğim taksinin sürücüsüyle muhabbet edecek halim yoktu aslında. Ama trafik anlamsızca tıkanıp “kader ağlarını örünce”, sözcükler ve tartışma kendiliğinden ortaya saçılıverdi... İlk cümle, sıkışıklığın nedeni üzerineydi...
“Yok arkadaş, bu yol lanetli namussuzum!” diye başladı sürücü arkadaş. Ardından emniyet şeridine doğru hamle yapmak isterken diyaloğa katkım geldi: “Kesin kaza vardır, bu saatte başka türlü tıkanmaz!”
O an bir tereddüt yaşadı sürücü
ve tekrar kendi şeridimizde kaldık. Bulunduğumuz yolun neden sıkça tıkandığı konusundaki ulvi saptamalarımız birbirini izledi. O, yolun artık çok kalabalıklaştığını, aslında saçma sapan bir işleyişi olduğunu belirtti.
Ben “emniyet şeridi hastalığı”nın daha fazla rol oynadığını söyleyince, bu kez sürücünün emniyet şeridi seferberliği için ikinci teşebbüsü de yarıda kaldı. Sanki hevesi kursağında bırakılmış çocuklar gibi suratı düştü, suskunlaştı. Ama buna

Yazının Devamı

Dünyanın en iyisi mi? Orada durun!

9 Mart 2014

Otomobile birazcık ilgisi olan biri hemen bu soruyu soruverir: Dünyanın en iyi otomobili hangisi? Maalesef bunun yanıtı “yok gibi” bir şey. Çünkü nereden baktığınıza ve neye göre değerlendirdiğinize bağlı. Yani tek bir cevabı yok!

Lynx XKSS, Jaguar’ın E-Type modeline benziyor.

Sahip olduğumuz otomobile laf kondurmama gibi bir huyumuz vardır. Her ne kadar eziyet çeksek de iş dönüp dolaşıp kullandığımız otomobilin bir başkası tarafından eleştirilmesine gelince, birdenbire avukatlara taş çıkaran bir savunmaya girişiveririz: “Yok arkadaş,
o dünyanın en iyi otomobili bir kere. Laf söyletmem!”
Aslında biz de biliriz ki o otomobil dünyanın en iyisi falan değildir. Hatta çoğu otomobil tüm dünya tarafından tanınmaz bile. Mesela tanıştığınız yabancı birisi, şayet kullandığınız otomobilin markasını sorsa ve siz de “Ben bir Şahin kullanıyorum” ya da “Toros’um var” deseniz, o yabancıya nasıl bir kal geleceğini gözümde canlandırabiliyorum. Ama Fiat 131 veya Renault 12 deseniz, anlama şansı var garibimin. Amerikalı değilse, duymuş olabilir en azından.

Yazının Devamı

“Fuara beni de götür!”

2 Mart 2014

Yine bir fuar zamanı geldi. Arkadaşlarım ve yakın çevrem “Ayy ne şanslısın ya! Beni de götürsene oraya” esprilerini hazırladılar bile. Ama işin aslı öyle mi? Buna yazıyı okuduktan sonra karar verin isterseniz!

Fuar alanına girince ilk iş dikkat çekici modellerin fotoğrafını çekmek oluyor.

Otomobil fuarına gittiğimi söylemem yeterli insanlara... Sonrasında gelsin tepkiler: “Ohoo, ne şanslı adamsın sen yaa! İnsan beni de götürür!” Tabii, çok şanslıyım. Hatta imkanım olsa, 250 kişilik grup halinde gider, herkesi peşime takardım ticaret heyeti tadında... Üstelik fuara diye gidip kenti dolaşıyoruz zaten. Alışverişler, uzun yemekler... Hostes kızlar da otomobiller yerine bizim yanımızda olmayı tercih ediyor! Ohh, gel keyfim gel! Haberleri de danışman ve sekreterim yazıyor...
Daha lise çağlarımdayken gittiğim ilk fuar, hap kadar bir yerde, aslen fuar merkezi olarak tasarlanmamış olan bir binada yapılıyordu. Girişte ücret alınıp alınmadığını bile hatırlamıyorum. Ancak bildiğim, o dönemde çok az marka vardı ve her “stant”ta bir ya da iki tane model, otomobil bulunuyordu. Hostesler genelde komşu gezmesine veya mahalledeki arkadaşlarının düğününe gitmek üzere giyinmiş

Yazının Devamı

İki farklı başlangıç, tek kader...

23 Şubat 2014

Biri Fransa’nın Henry Ford’u, diğeriyse mühendis bir girişimci. Yolları, ölümlerinden yıllar sonra aynı çatı altında kesişen, dolayısıyla da aynı kaderi paylaşan...

Anlatacağım hikayedeki kahramanların Fransa’da doğmak dışında ortak yanları yoktu. Üstelik biri diğerinden 29 yıl önce doğmuştu. Birinin aile işi kahve değirmeni, gözlük çerçevesi gibi ürünler üretmekti. Diğerinin babası elmas ticaretiyle uğraşıyordu.
1849 yılında doğan Armand Peugeot ve 1898’de dünyaya gelen Andre Citroen’den bahsediyorum. Armand Peugeot sanayici bir aileden geliyordu. Ancak Paris’te mühendislik okumuştu. Mezuniyeti sonrası İngiltere’ye gitmesi onun fikirlerini farklı bir yöne çekti. Atlı arabaların gelecek vâdetmediği fikrine kapılmıştı. Kuzeni Eugene ile birlikte aile şirketini devraldı ve 1882’de öncelikle bisiklet üretimine başladı. Bununla da yetinmeyip 1889’da buharlı motora sahip üç tekerlekli aracını tanıttı.
Bunu, geliştirdikleri ilk otomobil izledi ve 1892’den itibaren Daimler motorlu araçların üretimine başladılar.
Armand üretimin artırılması ve araçlarda kendi motorlarının bulunması gerektiğini düşünürken Eugene bunun için yatırım yapmaya değmeyeceğini savundu. Bunun üzerine

Yazının Devamı

Küçük olsalar da maharetleri fazla!

16 Şubat 2014

Belki Türkiye’deki satışları fazla olmayabilir ama bilin ki küçük otomobil kullanmak hiç de sanıldığı kadar berbat bir durum değil! Hatta bazen avantajlarına siz bile şaşırabilirsiniz. Ben şaşırdım da...

ürkiye’deki sürücülerin büyük bölümü, her ne kadar “Amerika’dan gelmese” de sanırım 1950’li, 60’lı yıllarda yollarımızda bolca bulunan Amerikan otomobillerinden bir hayli alışkanlık edinmiş. Hatta bu alışkanlık, sanırım babadan oğula ya da dededen toruna filan da geçmiş olacak ki bir otomobil alınacağı zaman illa “geniş”
ya da “büyük” olsun gibi kriterler ön plana çıkıveriyor.
Türk otomobil kullanıcısı için küçük sınıf bir otomobil satın almak cazip değil. Bunu zaten satışlar da söylüyor. Üstelik bir dönem Fiat Uno, şimdilerde de Hyundai i10 yani “nam-ı diğer Ay-Ten” Türkiye’de üretilmesine rağmen.
Aslına bakarsanız, benim de şimdiye kadar “minik” bir otomobilim olmadı. Ancak bu, trafikte minik bir otomobil kullanmadığım anlamına gelmiyor. Tıpkı geçtiğimiz günlerde minik bir “Ay-Ten” ile yaşadığım birkaç günlük birlikteliğim gibi. Daha önce de benzer bir olay, ondan da minik olan Smart ForTwo ile olmuştu. Tabii o, biraz uç bir örnek sanırım...
Mutluyum,

Yazının Devamı

O artık “ucuz” olarak hatırlanmak istemiyor!

9 Şubat 2014

Dünyanın “seri üretim en ucuz otomobili” olarak ses getirdi. Ama getirdiği ses popüler olmasına yetmedi. Artık sadece “ucuz” olarak anılmak istemiyor. Tata Nano’dan söz ediyorum

ıl 2009’du. O yıl otomotiv basınının yanı sıra dünya ekonomi gündeminde de bir hayli yer bulmuştu. Herkes bu otomobille ilgili bilgi almak istiyor, incelemek için can atıyordu. Küresel otomotiv devlerinin yöneticileri bile fuarlarda kendilerine uzatılan mikrofonlara çekinmeden yorumlar yapıyordu. Meraklarını ve şaşkınlıklarını gizleyemeden... “Mümkün değil canım!” diyorlardı kısaca.
Dile kolay... “Dünyanın en ucuz otomobili” olarak duyurulmuştu. Bizzat üretici firmanın başkanı Ratan Tata’nın fikriydi. Hindistan’da düşük gelirli ailelerin motosikletlere mahkum olmasını ve kötü havalarda, örneğin yağmurda ıslanmasını istemiyordu. Düşük gelir seviyesindeki bir Hint ailesinin aylık maaşı 200 dolar civarındaydı. Dolayısıyla kolayca satın alınabilmeli, yağmur çamurdan korumalı, ailece kullanılabilmeli, güvenli olmalıydı. Üstelik bu otomobil için farklı bir üretim sistemi de kurulacak, talebin yoğun olacağı yerlerde açılacak küçük tesislerde bile montajı yapılabilecekti.

Olmadı, olamadı
Herkesin

Yazının Devamı

Sevmeseniz de izlemek isteyeceksiniz!

2 Şubat 2014

İyi de neyi? Durun, söyleyeceğim! Elbette fırsat bulursanız, bu yılki Formula 1 yarışlarını... Neden mi? Aslında o kadar çok nedeni var ki! Gelin, yazının içine bir dalıp çıkın, hak vereceksiniz...

Formula 1 yarışlarının iddialı otomobillerinden Ferrari’nin yeni burnunu pek çok kişi bir karıncayiyene benzetiyor.

Çoğunuz daha Formula 1 adını duyduğunuzda “Iyyyyhhhhh!” deyip hafiften “az önce ağzına turşu atmış” gibi suratınızı ekşiteceksiniz, bu kesin! Kiminiz de “Söylemesen bilemeyecektik sanki, pöhhh!” açılımına girecek. Bunu da tahmin edebiliyorum. Ben yine de anlatacağım çünkü “Bu yazıya baş koydum”, geri dönemem!
Dediğim gibi, bu yıl sevseniz de sevmeseniz de Formula 1 sezonundaki yarışları izlemek isteyeceksiniz. Tamam, belki İstanbul’daki yarışlardan kalan bir “kabus” anı yüzünden bu spora gıcık olabilirsiniz. Ya da motor sesleri tüylerinizi diken diken ediyordur. Ancak bir fırt bile olsa otomobil sevginiz varsa, siz beni dinleyin. Zararlı çıkmazsınız!
Her ne kadar artık İstanbul’da düzenlenmiyor olsa da 2014 Formula 1 sezonu Avustralya’da, Melbourne’de
16 Mart’taki ilk yarışla açılıyor. Şimdilerde sezon öncesi testlerin sürdüğü Formula 1 sezonu, bu yıl

Yazının Devamı