Süper Lig'de bu sezon 21 takım mücadele ediyor. Her hafta 10 maç oynanıyor ve neredeyse her maçtan sonra yalnızca hakemler konuşuluyor. Haksızlığa uğrayanlar isyan ediyor, haksız puanları ceplerine indirenler kendi canları yanana kadar kulaklarının üstüne yatıyor. Ligimizdeki bu vahim tablo maalesef hiç değişmiyor.
Bir anket şirketi, her takımdan 100'er kişi olmak üzere toplam 2 bin 100 taraftara, "Süper Lig'de maçların adil yönetildiğine inanıyor musunuz" diye sorsa, eminim ki, 'hayır' cevabı verenler yüzde 95'ten aşağı çıkmaz... Soru bana sorulsa benim de cevabım 'hayır' olur...
Uzun yıllardır hakemlerin yetersiz oldukları net bir gerçek ama zaten biz de onlardan her hafta Şampiyonlar Ligi veya Premier Lig ayarında müsabaka yönetmelerini beklemiyoruz. Kabul edilebilir insani hataların, yorum yanlışlarının, her zaman başımızın üstünde yeri var... Derdimiz bunlar değil.
Yapabileceklerine inanıyoruz ve onlardan herkes için adalet istiyoruz...
A takımı lehine verdiğiniz penaltıyı, B takımı lehine de çalmanızı bekliyoruz.
C takımına gösterdiğiniz kırmızı kartı, D
Süper Lig'in marka değeri, saygınlığı, kalitesi son yıllarda mum gibi eriyor.
Yayıncı kuruluşun kulüplere ödediği yayın hakkı kuşa döndü, takımlarımızın Avrupa kupalarındaki hazin durumu ortada...
EURO 2020'ye katılma hakkı kazanan A Milli Takım, UEFA Uluslar Ligi'nde C Ligi'ne düştü...
İngiltere, İspanya, Almanya ve İtalya'dan dörder, Fransa'dan üç kulüp her sezon Şampiyonlar Ligi'ne doğrudan katılırken, bizim Süper Lig şampiyonumuz 2022-23 sezonundan itibaren Şampiyonlar Ligi'nde yer almak için iki eleme turu oynamak zorunda kalacak...
İki yıl sonra UEFA Avrupa Ligi'ne doğrudan katılım hakkımız da olmayacak...
Peki ama Belçika, Hollanda, Ukrayna, İskoçya ve Avusturya ligleri hızla yükselirken biz neden aynı hızla geriliyoruz? Statlar, tesisler, naklen yayın hakları, futbola gösterilen ilgi ve total gelirlerimiz bu ülkelerin bir hayli üstünde ama biz niye gerilemeye devam ediyoruz? Paraşütsüz düşüyoruz fakat sorunlara bir türlü çare üretemiyoruz....
Bence yaşanan krizin temelinde, yayıncı kuruluş ve hakemlerin tabiri caizse kamyon gibi
Rize maçı Sosa'nın 88'de penaltıdan attığı golle 2-1 kazanıldı...
Kadıköy'deki Hatay maçı golsüz bitti. 77'de 10, 81'de 9 kişi kalan rakibe 2 puan kaptırıldı...
Golsüz biten Galatasaray derbisindeki oyun tatmin ediciydi ama daha 3. haftada puan kaybı 4'e yükseldi.
Karagümrük maçı Altay'ın 87'de kurtardığı penaltıyla 2-1 kazanıldı. İç sahadaki ikinci maçta da oyun kırılgan ve gelecek için endişe vericiydi.
Göztepe deplasmanından 3-2'lik galibiyetle dönüldü. 3-1'e kadar güçlü bir oyun ortaya koyan takım maçı yine güçlükle bitirdi.
Kadıköy'de Trabzonspor maçı 3-1 kazanıldı. Krizdeki rakibine karşı beraberlik golünü 51'de bulabilen Fenerbahçe taraftarına yine uzun süre çile çektirdi.
Antalyaspor deplasmanındaki futbol ve girilen pozisyonlar sevindirici olsa da karşılaşma 84'te Perotti'nin penaltı golüyle kazanıldı.
Konyaspor'a Kadıköy'de 2-0 kaybedilen maç büyük bir kırılma ve şoka neden oldu. Takımın ve Erol Bulut'un geleceği ilk kez ciddi anlamda tartışmaya açıldı.
Her şey Pierre Webo’nun volkan gibi patlayan isyanıyla başladı. Maçın 4. hakemi Sebastian Coltescu kulübede kırmızı kart görmesine sebep olduğu Webo’ya karşı bir de ırkçılık suçu işlemeye kalktı ama öyle bir kayaya çarptı ki dağıldı, puzzle gibi parçalara ayrıldı.
“Why did you say negro?”
“Neden zenci dedin?” diye defalarca sordu Webo... Soru sormuyor, tokat atıyordu adeta. Sokakta olsalar Rumen hakemi Paris’ten ülkesine kadar kovalardı mutlaka...
Webo’nun fitilini ateşlediği isyan dalgası dakikalar içinde bütün dünyaya yayıldı... Aklı başında herkes bu insanlık suçuna lanet yağdırdı. Kendisini bile yönetemeyen Coltescu’nun hakemlik hayatının derhal bitirilmesi gerektiği haykırıldı...
Paris’teki kara gecede bazı adamların müthiş karakterler olduğunu gördük, gurur duyduk.
Webo’yu elbette ilk sıraya koyuyorum... Yardımcısına anında sahip çıkan ve ilk saniyeden itibaren isyan denizini dalgalandıran Okan Buruk hocayı, Başkan Göksel Gümüşdağ’ı, CEO Mustafa Eröğüt’ü, Medipol
Grubun en kritik maçına 7 eksikle çıktı Demir Grup Sivasspor... Kovid-19’a yakalanan Uğur Çiftçi, Hakan Arslan, Erdoğan Yeşilyurt ve genç oyuncu Eren Şahin’in yanı sıra sakatlıkları bulunan Kayode, Goiano ve Jorge Felix kadroda yoktu. Uzun süreli sakatlığı yüzünden UEFA listesine yazılmayan Rybalka’yı da eklersek tam 8 oyuncu maçta görev yapamadı.
Appindangoye ile Fajr’ın tam zamanında takıma dönmeleri savunma ve orta alanda yaşanan ağır krizi bastırdı ama belki de en büyük eksiklik, Kovid-19 yüzünden maçı televizyondan izleyen Rıza Çalımbay’dı... Çalımbay’ın yardımcısı Bülent Albayrak’ın yer aldığı kulübede sadece 4 yedeğimiz vardı!..
Kadro değeri 277 milyon euro olan ve La Liga’da 11. haftayı 20 puanla 3. sırada kapatan Villarreal ise en önemli gol ayakları Paco Alcacer ve Carlos Bacca’yı İspanya’da bırakarak gelmişti. Alcacer ilk maçta 70’te oyuna girip 2 gol atmıştı. Bacca da ikinci golü kaydeden isimdi.
Bu ilginç koşullar altında oynandı karşılaşma... Kolu kanadı kırık
Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi'nin, Fenerbahçe derbisinden 3 gün önce hakem Tugay Kaan Numanoğlu ve ezeli rakipleriyle ilgili yaptığı açıklamaları sanırım hiç kimse beklemiyordu. Fenerbahçe ile son 1 yılda kurulan sıcak dostluğa ve Başkan Ali Koç'un her fırsatta siyah-beyazlı kulübe kucak açmasına rağmen Çebi, akla hayale gelmeyecek şeyler söyledi, hiç gereği yokken gerilimin fitilini ateşledi... “Dostun böyleyse, düşmana ne gerek var” dedirtti…
Çebi aynen şunları söylemişti: "Bu maça gelecek hakem arkadaşın adı 'Fenerbahçeli futbolcu' diye anılıyor. Fenerbahçe ile ilişkisi olan şirketlerde çalıştığı ifade ediliyor. Fenerbahçe yaptığı transferlerden dolayı medyadaki bazı isimler tarafından şampiyon ilan edildi ama biz bu algıyı yıkacağız..."
Neresinden tutsanız elinizde kalacak laflar bunlar. Ancak etkileri açısından analiz etmekte yarar var...
1- Derbinin hakemi Numanoğlu hakkında ifade ettiğiniz türden dedikodular, iddialar kulağınıza gelmiş olabilir... Bu durumda, Beşiktaş Başkanı'nın yapması gereken, bu
Beşiktaş karşısında yokluğu fazlasıyla hissedilen Mert Günok’un kaleye geri dönmesi, İstanbul’daki ilk maçta elde edilen tarihi galibiyet ve Okan Buruk’un sahaya sürdüğü cesur kadro maç öncesi umutlarımızı artıran faktörlerdi... Başakşehir oyuna coşkulu bir başlangıç yaptı, seri paslaşmalarla topu kontrolünde tutmaya çalıştı ancak Manchester United’ın savunmasını hemen öne çıkartarak, oyunun boyunu kısaltması bunaltıcı baskıyı da beraberinde getirdi.
Erken geriye düşmek böyle maçlarda olabilecek en kötü senaryodur. Daha oyuna ısınmadan, öz güven kazanıp yere sağlam basmaya başlamadan yenilen bir gol tüm planları alt üst eder, eliniz ayağınıza dolanmaya başlar. Evet, Bruno Fernandes’in 7. dakikada attığı gol, Başakşehir’i kısa süreli şoke etti ama oyundan düşürmeye yetmedi. 14’te Demba Ba ve 17’de Visca’nın yakaladığı gollük şanslardan birinde top ağlarla buluşsa temsilcimiz kısa sürede ayağa kalkabilirdi.
Fakat en çok güvenilen isim Mert’in yaptığı inanılmaz
A Milli Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş pazartesi günü internet üzerinden düzenlediği basın toplantısında Arda Turan'la ilgili soruya şu cevabı vermişti:
"Arda Turan çok beğendiğim, Türkiye'nin en iyi oyuncularının başında gelir. Ama maalesef onun da bizim de istemediğimiz şekilde bir düşüşe geçti. Yeniden küllerinden doğmak istiyor ve bu gayretini görüyoruz. Eğer başarılı olursa, bizim ihtiyacımız olursa ve bu sorumluluğu taşıyacak durumdaysa hiçbir oyuncuya kapıyı kapatamayız. Zaten hizmetleri olmuştur. Başarılarını da ispatlamış. İnşallah takımında iyi oynar. Biz de ihtiyacımız olduğu zaman değerlendiririz."
* * *
Adı bende saklı bir arkadaşım, Şenol Güneş'le Beşiktaş'ta üç yıl birlikte çalıştı. Güneş'ten önce ayrıldı, farklı sulara yelken açtı...
Birkaç yıl önce Antalya'da bir kamp ortamında bir araya gelmiştik. "Şenol hocayla aran nasıldı" diye sorduğumda aynen şunları söylemişti:
"Abi hiç sorma! Kulüpte ne iş yaptığımı üç yıl boyunca anlatamadım kendisine. Anlamadı, anlamak istemedi bir türlü.