Bununla beraber, ekonomistler iki kampa ayrıldı. Biri işsizlik oranına bakmak yerine, istihdam edilen sayısına bakarak, konunun çok da olumsuz bir seyirde olmadığı kanısında olanlar. Diğeri de işsizlik oranına bakarak daha karamsar kanıda olanlar. Konunun önemli bir uzmanı Prof. Seyfettin Gürsel. Vatan gazetesi yazarı dostum Gürsel tarım dışı istihdama bakıyor. Çünkü işgücü arzında (kadın, ya da çiftçi) değişkenlik nedeniyle işsizlik oranı da değişiyor. Gürsel bunu bir tarafa koyarak konuya eğiliyor. 2005 yılının 3'üncü döneminde geçen yıla göre tarım dışı istihdam yüzde 8 artınca, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 14'ten yüzde 12,9'a gerilemiş. Bununla beraber, Prof. Gürsel yaşadığımız büyümenin kendi deyimiyle pek "istihdam sever" olmadığı kanısında. Çünkü 2004 yılındaki müthiş yatırım patlamasına rağmen işsizlik pek azalmadı. Geçen hafta açıklanan rakamlar üzerine de, Gürsel istihdam artışında bir yavaşlama gözlüyor. Daha da ötesi, bu yıl büyüme yavaşladığına (hatta bunun gelecek yıl da süreceğine) göre, Gürsel istihdam artışında ciddi bir düşüş bekliyor.Öte yandan, son zamanlarda taraf değiştirip ekonomideki gelişmelere biraz daha kaygıyla bakan, yakın dostum Profesör Asaf
Enflasyonun düşürülmesi ekonomi biliminin belki tarihsel olarak en büyük uğraşısı. Literatürde en çok bu konu var. İnsan haliyle merak ediyor: Acaba enflasyon olgusu bazı yanlışların sonucu mu, yoksa ekonominin doğal bir gerçeği, hatta yönelimi mi? Gelişmekte olan ülkelerde enflasyonun daha yüksek olduğu biliniyor. Nedeni ise demografik değişimle talebin daha canlı olması. Tutucu ekonomistler bunu kötü politikacıların kamu kaynaklarını popülistçe savurmasına bağlasa da, bu tam doğru değil. Aslında yetersiz olan kamu kaynakları.Gelişmekte olan ülkelerde kamu kaynakları yetersiz, çünkü kişi başına düşen gelir çok düşük. Nereden vergi toplayacaksınız da bununla kamu hizmeti sağlayacak, ya da altyapı yatırımları gerçekleştireceksiniz? Bu ülkelerde harcamalar bütçe açıklarıyla finanse ediliyor, yani borçlanılıyor ve bu da enflasyona neden oluyor. Ancak unutulmaması gereken bir konu var; bu açıklar enflasyona neden olsa da hiç olmazsa belli bir süre ekonomik büyüme hızlanıyor. Fakat sonra enflasyon kontrolden çıkınca büyüme de boğulup kalıyor. Diğer bir deyimle, enflasyonun belli bir düzeyde tutulması şart. Yani kantarın topunun kaçmaması gerek. Çünkü enflasyon cebri tasarruf
Almanya'nın iki temel sorunu var ve bunların beraberce çözümü çok zor. Biri adeta kronikleşen yüzde 10'luk işsizlik. Diğeri de çok büyük boyuttaki kamu açığı. Bu açığın da temel olarak nedeni, sosyal güvenlik sistemindeki gedik.Almanya'da bütçe açığı 40 milyar euroya yakın. Ancak vergiler de çok yüksek. Vergilerin yüksek olması yerli sermayenin dışarıya kaçmasına neden oluyor. Koalisyon protokolü bir yandan mali disiplini öngörürken, diğer yandan da bu vergileri düşürmeyi hedefliyor. Nüfusun giderek yaşlanması sonucu sosyal güvenlikte yaşanan sorunlar malum. Nitekim, emeklilik kesintileri bundan böyle yüzde 19,5 değil, yüzde 20 olacak. Yine ev alırken borçlanılan kredinin faizi vergiden artık düşülemeyecek. Hepsinden önemlisi KDV 2007 itibariyle yüzde 16'dan 19'a çıkacak. Protokolün bu yönleri daha çok sosyal demokratları ferahlatmış görünüyor. Elde edilen bu 24 milyar euroluk gelirin 8 milyarlık kısmı işsizlik sigortasındaki 2 puanlık indirimi finanse etmesi bekleniyor. Fakat sigorta primindeki bu marjinal artışın işsizliği indireceğini düşünmek saflık olsa gerek. İşsizliğin azalması için, Almanya daha güçlü bir dış talep ve iç taleple karşılaşmalı. Öncelikle de euro değer
Oysa ülkemizde öteden beri enflasyon verileri önem taşır. Bir de zaman zaman cari işlemler dengesi. Büyüme ise bir türlü asıl konu haline gelememiştir. Ülkemizde giderek istikrar sağlandığına göre, büyüme ön plana çıkabilir. 2002 yılı başında CNBC-e bazı akademisyenlerle bir uluslararası denetim kuruluşunu bir araya getirerek Tüketici Güven Endeksi'ni Michigan Üniversitesi'nin formatına uygun, gerçek zamanlı, yani günün her saatinde bir çağrı merkezi aracılığıyla örneklemin de belli koşulları sağladığı biçimde derlemeye ve yayımlamaya başladı. Açıkçası, bu girişimde Doğuş Holding Başkanı Ferit Şahenk'in büyük katkısı ve desteği oldu. 2001 yılındaki denemelerden sonra da 2002 yılında endeks açıklanmaya başladı. Çok da iyi sonuçlar verdi. Özellikle 2002 sonrası büyüme momentumunu çok iyi öngördü. Protokol yetkilerine sahip birkaç kişi sürekli internet üzerinden CNBC-e'nin TGE'sinin gelişimini dakika dakika izleyebiliyor. Sadece açıklama ayda bir kez yapılıyor. Ve elbette bu, dünyada eşi benzeri olmayan bir teknoloji. Daha sonra 2004 yılında Merkez Bankası'nın önderliğinde DİE böylesi bir anketi başlattı. Çok da hayırlı oldu. Ancak devletten beklenen, ABD'deki Conference Board gibi,
Serdengeçti işte böylesi bir dönemde, vekâleten başında bulunduğu Merkez Bankası'na (Devlet Bakanlığı'na getirilen Kemal Derviş'in önerisiyle, olasılıkla da IMF'den gelen telkinlerle) asaleten atandı. Yani olağanüstü bir dönemde göreve geldi ve olağanüstü başarılar elde etti.Aslına bakarsanız Serdengeçti her iki krizde de işin başındaydı. Hem de para piyasalarından sorumlu olarak. Hatta birçokları Serdengeçti'yi piyasaya yeterince likidite vermemekle suçlamıştır. Oysa IMF (hele şubat krizinde) Serdengeçti'nin elini kolunu bağlamıştı.Serdengeçti, dönem sona erdiğinde hemen hemen beş yıl başkanlık yapmış olacak. Bu beş yıla neler sığmadı ki... 1) Enflasyon 2001 yılında yüzde 70'lere, hatta 2002 başında yüzde 90'lara dayanmıştı. Şimdi ise tek haneli. Bu, Türk ekonomi tarihinin belki de en önemli olayıdır. Kuşkusuz mali disiplinin büyük katkısı olmuştur. Ancak kısa vadeli faizleri kullanarak, doğru likidite politikasıyla enflasyonun hızla aşağıya çekilmesini MB başarmıştır. 2) Sıkı mali disiplin, güvenin sağlanması ve yüksek reel faizlerle fiyat istikrarı kazanılınca dövizden TL'ye hızlı bir dönüş başlamıştır. Oysa uzun yıllar adeta müzminleşmiş, tersine bir ilişki sürüyordu. TL'ye
Cari işlemler açığı bir ülkenin döviz gelir ve giderlerinin farkıdır. Bu bir şirketin zarar etmesi gibidir. Geçici olduğunu düşünüyorsanız, borçlanarak idare edersiniz. Ancak borçlanmanın da iyi bir şey olduğunu söylemek mümkün değildir. Cari açık portföy yatırımları, yani sıcak para, doğrudan yabancı sermaye, kredilerle finanse edilir. Bu yıl ilk 9 ayda cari işlemler 16,5 milyar dolar açık verdi. Tahminler yıl sonunda 22 milyar dolar civarında bir açığın oluşacağı yönünde. Ancak bunun 6 milyar doları artan petrol fiyatlarından, takriben de 1-2 milyar doları da demir-çelik gibi mallardaki fiyat artışlarından. Yani dışsal. IMF Türkiye temsilcisi Hugh Bredenkamp oluşan açığı bir risk olarak görürken, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı ise aksi görüşte. Aynı gün iki çatışan görüş son derece önemli. "Risk" ile "yanlışı" karıştırmamak gerek. Ortada bozuk bir durum olabilir, ama bunun bir hasar verme olasılığı olmayabilir. Yani risk oluşturmayabilir. Diğer bir deyimle, binanın çürük olması bir bozukluktur. Ama deprem yoksa bina çökmez. Dolayısıyla, aslında kur değil, cari işlemler açığı bir risktir. Diğer bir deyimle risk, ya onun finanse edilememesi, ya borçların aşırı ölçüde yükselip
Aklımıza iki olasılık geliyor. Birincisi, kurun yeterince esnek olmaması. Yani bir alıcı, ya da satıcı kuru etkiliyor olabilir. Ancak bu olasılık doğru değil. Çünkü piyasada çok sayıda alıcı ve satıcı var. İkincisi, bir başka yerden dövizin akması ve kuru düşürmesi. Gerçekten de doğrudan yatırımlar ciddi ölçekte ülkeye giriyor. Yılbaşından bu yana ülkeye net olarak 3 milyar dolara yakın doğrudan yabancı sermaye girdi. Uzun vadeli krediler olarak da 9 milyar dolar. Kısacası, ortaya 12 milyar dolar çıkıyor. Oysa cari işlemler açığı 16,5 milyar dolar. Yani içeride dövizden TL'ye 4,5 milyar dolarlık dönüş olmuş, ya da ödemeler dengesinin net hata/noksan kaleminin ötesinde görünmeyen bazı döviz girişleri var.Ancak dikkat edelim, nominal kur aylardır aynı düzeyde. Üstelik yaz aylarında döviz girişleri mevsimsel olarak güçlüyken. Kış aylarında aynı güçte döviz gelmeyeceğine göre kuru yükseltici bir baskı oluşacak. Gerçi, petrol fiyatları düşüyor. Bu da baskıyı ters yönde azaltacak.Nominal kur aynı düzeyde kaldığına göre, MB döviz alımlarını artırsa kur üzerinde etkili olabilir. Fakat MB aldığı miktarı artırmıyor yani buna gerek görmüyor. Öte yandan, AB sürecinde girmemize rağmen sıcak
Üstelik krizde birçok vatandaş yerle yeksan olup perişanken, döviz tasarrufu olanlar kasılıp duruyordu. Gerçi 2002'den beri de onlar perişan oldu. Enflasyon düştükçe ve güven sağlandıkça, hepsinden önemlisi kamu borcu düştükçe ve reel faizler indikçe, dövizden kaçış sürecek. Geliri döviz olanların başında ise ihracatçılar geliyor. Sonra turizmciler. Yine yurtdışında gelir elde edenler ya da yurtiçinde dövizle maaş elde edenler de kurdan şikâyetçi. Bir ara uyanıklık yapıp evlerini ya da ofislerini dövizle kiraya verenler de ikide bir kurun yükselmesi hesabını yapıyor. Ancak ne yazık ki, bir türlü hesaplar tutmuyor.Merkez Bankası da kurdan şikâyetçi olsa gerek ki, yılbaşından bu yana piyasadan tam 18 milyar dolar çekmiş. Ama yine de bir türlü kuru kıpırdatamadı. Üstelik aynı dönemde cari işlemler tam 16,4 milyar dolar açık verdi. Bu da şu demek: Bir yerden 35 milyar dolara yakın para 9 ayda akmış. İnsan şaşırıyor: Nereden? Ya son 4 yılda oluşan 41 milyar dolarlık cari işlemler açığına ne demeli?..Rakamlar ortada. 2004 yılı sonunda ülkedeki sıcak para stokunun (yani yabancılara ait hisse senetleri, çeşitli devlet iç borçlanma senetleri ve her türlü mevduat ile yurtdışından yapılan