Gösterge 2001 krizi olmuştu. CNBC-e'de çeşitli konuklarla söyleşi yaparak program yapıyordum. Erdal Bey ise siyasetten uzak durabilmek için televizyonlara çıkmıyordu. Bütün enerjisini Sabancı Üniversitesi'nde bilim tarihi çalışmalarına vermek istiyordu. Ama beni kıramayacağını biliyordum. Nitekim, Erdal Bey'i ekrana çıkardım. Siyaset de konuştuk, ekonomi de. "IMF'ye karşı mısınız?" diye sordum. Erdal Bey de "Doktoru beğenmiyorsanız, hasta olmamaya çalışmak en doğrusu" dedi.2004 yılında genel yayın yönetmeni olduğum AÇILIM dergisinin kurul toplantısına gelmiş ve bilimin Türkiye'de neden gelişmediğinin felsefi açıklamasını yapıyordu. Sonra döndü, öğrenmenin güdüsüne girdi. "Öğrenmek için merak gerekir" dedi. "Oysa, bizde meraklı olmak olumsuz bir şey sayılır. Sanki üstüne başına vazife olmayan şeylere ilgi duyma olarak algılanır." Ne doğruydu. Bir gün Odalar Birliği'nin toplantısına katılacaktık. Trafikten dolayı geç kalmamak için erkenden çıktık. Fakat, Hilton Oteli'ne geldiğimizde toplantının başlamasına çok vardı. Şoföre otelin etrafında tur atmasını söyledi. En az 15 dakika dolaştıktan sonra salona girdik. Yine de çoğu kimse gelmemişti. Erdal Bey hemen salona girdi. Toplantı da
Gösterge O günlerde Kocaeli'nin liste başı adayı olarak SHP Genel Merkezi'nin Necatibey Caddesi'ndeki merkezindeydim. Genel Sekreter Hikmet Çetin'in odasında Fehmi Işıklar, Fikri Sağlar ve Mehmet Moğultay HEP ile ittifakı değerlendiriyordu. Ben de ittifakın bize zarar getireceğini savunmaya çalıştım. Fehmi Işıklar "Ne diyorsunuz, SHP Güneydoğu'da tabela partisi haline geldi" dedi. Sonunda Erdal Bey'in ısrarıyla ittifak kuruldu. Ve seçimlerde büyük oy kaybı yaşandı. Seçimleri kaybettikten sonra Ankara'da düzenlenen parti resepsiyonunda Erdal Bey yanıma geldi. "Seçimleri neden kaybettik?" diye sordu. Ben de belediyelerdeki yetersizlik, solda bölünmüşlük ve partide çok başlılık şeklinde özetledim. Sonunda da "Asıl HEP'le ittifak bizi bitirdi" deyince Erdal Bey köpürdü: "Bu doğru değil!"Daha sonraki yıllarda Erdal Bey o ittifakı hep savundu. Kürtçü siyasetçilere Meclis'te söz ve temsil hakkı verilmesini demokratik olacağını anlatmaya çalıştı. Bugün DTP yine Meclis'te ve hemen herkes onları PKK'dan ayrışmasını, demokratik ve barışçıl sürece katılmasını istiyor. Yani ülkenin büyük bir kısmı Erdal İnönü'nün noktasına geldi. Tabii 16 yıl sonra! 1990'da SHP içinde Fehmi Işıklar
Gösterge Erdal İnönü ile ilk karşılaşmam rahmetli babam Turan Güneş sayesinde olmuştu. 1960'lı yılların ortasındaydı. Erdal Bey Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinde öğretim üyesiydi. Onunla bir dönem Forum dergisinden dost olmuşlardı. İş Bankası'nın Bahçelievler lokalinde bir pazar günü öğlen yemeği yedik. Babam sonra bana "O İsmet paşanın oğlu" demişti.Aradan yıllar geçti, 1983'te SODEP kuruldu ve 1985'te Suna Mardin'in Yeniköy'deki yalısında bir akşam yemeği yerken CHP'lileri konuşmaya başladık. Dikkatle Deniz Baykal ve Ali Topuz'la ilgili fikir almaya çalışıyordu. Bir daha karşılaşma fırsatım olmadı. Ta ki 1991'e kadar.1991'de SHP'den Kocaeli ilinden milletvekili önseçimlerine girmek istedim. Ama İnönü'ye yakın olmadığım için Hikmet Çetin ve Korel Göymen'i aracı yaparak iznini istedim. Aslında ne izne, ne de desteğe gerek vardı; önseçime giriyordum. Üç gün sonra hayırlı olsun mesajı geldi. Üniversiteden istifa ettim ve 15 günlük yoğun çalışma sonunda önseçimlerde birinci oldum. O gece rahmetli Bayram Koca'nın İzmit'teki kahvesinin üstündeki seçim büromu telefonla bularak "Kutlarım ya! Nasıl yaptın bu işi?" diye sordu. Çok duygulanmıştım. Fakat seçimlerde SHP bozguna uğrayınca
Gösterge Tabii bu aynı zamanda önemli bir sosyolojik değişimdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında çekilen yokluk insanları tasarruf yapmaya zorluyordu. Kredi ve borçlanma mekanizmalarının toplumsallaşmasıyla tüketim gelirden kopmaya, sosyal kurumların yerleşmesiyle de tasarruf gereksinimi azalmaya başladı. Eskiden altın bir tasarruf aracıydı. Sonra döviz bunun yerine aldı. Kimileri de kısa vadeli tasarruf aracı olarak repoyu tercih etti. Onu da son krizde yitirdik. Bütün bu tasarrufların nihai hedefi bir çatı edinmekti. Herkes bu tasarrufları denkleştirip bir ev almayı hayal ederdi. Hâlâ da öyle. Şimdi buna varmadan araba alınıyor. Ev biraz daha sarkıtılıyor. Bugün Dünya Tasarruf Günü. 31 Ekim'in böylesi bir gün olduğunu çok azımız biliyor. Eskiden çocukken okulda "Ak akçe kara gün içindir" atasözü anlatılır, tasarrufla ilgili bilgiler verilirdi. Sonraları unutuldu gitti. Özal dönemiyle büsbütün tüketici olduk. Yine de ülkemizde tasarruf eğilimi yüksek sanılmasın. Hatta (kişi başına) aynı gelir düzeyinde olduğumuz ülkelerle bir karşılaştırma yapıldığında bile gerilerde kalınıyor. Üstelik bu sadece Özal döneminde oluşmuş değil. Tarihsel olarak durum böyle görünüyor. Malum, devlet açık
Gösterge Mesela Ruanda'da ya da Nijerya'da da cumhuriyet var. Ama Norveç'te, Hollanda'da ya da İngiltere'de krallık hüküm sürüyor. Kimse Ruanda'nın Hollanda'dan daha ileri olduğunu savunamaz. Demek ki, cumhuriyet refahı ya da uygarlığı sağlamanın yegâne yolu değil. Bununla beraber bu ülkelerde artık kraliyetin sadece sembolik hale geldiği, asıl hükümranlığın ise seçilenlerde olduğu ortada. Yani demokratik bir yapıları var. Demokrasisi gelişmiş ülkelerde refahın çok daha hızlı arttığı, adil bir toplumsal yapının oluştuğu daha kolayca söylenebilir. Ama cumhuriyet bunların garantisi değil. İlginçtir bu iki kavram ülkemizde son yıllarda siyasetin temel eksenleri haline gelmiş durumda. AKP kendini demokrat olarak tanımlarken, CHP misyonunu cumhuriyetin temel değerlerini korumak olarak tanımlıyor. Cumhuriyet ilan edileli tam 84 yıl oldu. Kuşkusuz monarşik rejimlere göre cumhuriyet bir toplumsal ilerleme. Ama cumhuriyetin başlı başına bir medeniyet ölçütü olduğunu savunmak oldukça zor... Cumhuriyet değerleri denilince son yıllarda akla laiklik ve çağdaş yaşam tarzı geliyor. Aslına bakarsanız Batı'da cumhuriyetçiliği genellikle sağ partiler üstlenir; özellikle de hukukun ya da düzenin
Gösterge Bu değişikliklerin başında mali disiplinde başlayan gevşeme gözleniyor. Bunun yanı sıra sıkı para politikası artık gevşetilmeye başlıyor. Kısacası genel bir gevşeme söz konusu. Bu gevşeme iç talepteki durağanlaşmanın doğal bir tepkisi olarak nitelenebilir. Ancak bu kesinlikle doğru olmaz. Çünkü bir yıldır para politikası olması gerekenden çok daha sıkıyken mali disiplin raydan çıkmıştı. Dün Meclis Genel Kurulu'na 2008 bütçesinin son hali sunulmaya başladı. 2008 yılı kriz sonrası ekonominin önemli dönemeçlerinden birini oluşturuyor. Çünkü ilk defa uygulanan politikalarda bazı değişikliklerin yer aldığı söylenebilir. Gerçi bu değişiklikler belli sorunları aşmak için değil de, farklı rüzgârların etkisiyle ortaya çıkmış durumda. Yani iradi bir karar aslında yok. Mali disiplindeki gevşeme nedendir bilinmez, kamuoyunda yeterince eleştirilmedi. Bunun da temelinde ilk başlarda bu gevşemenin ciddi bir bütçe açığına neden olmaması etkili oldu. Ne ilginçtir ki, para politikasının sıkılığı daha çok tartışıldı. Oysa mali disiplin sürdürülseydi, para politikasının da bu denli sıkılmasına gerek kalmazdı. Kamu maliyesindeki gevşeklik ve sıkı para politikası bileşimi dış açıktaki
Gösterge 2008 yılının bütçe parametreleri belli oldu. İzlenecek para politikasının ana hatları da sıklıkla Merkez Bankası tarafından ifade ediliyor. Bu politikalar doğrultusunda (uluslararası konjonktürde ve siyasal düzende) önemli bir değişiklik olmadığı takdirde büyümenin 2007 yılına göre yükselmesini beklemek doğru olmaz.Önce 2007'yi değerlendirelim. Büyümenin asıl motoru elbette yatırımlardır. Yatırım yapabilmek için de çoğu kez sermaye malı ithal etmek gerekir. Yatırım malları ithalatı 2002 yılında yüzde 21, 2003 yılında yüzde 35, 2004 yılında yüzde 54 artmıştı. Böylece olağanüstü bir büyüme performansı ortaya çıkmıştı. 2005 yılında ise bu yüzde 17'ye, sonra 2006'da yüzde 8.7'ye düştü. Kaldı ki, toplam özel yatırımlar 2004 yılında yüzde 32 artmıştı. 2005 yılında bu artış yüzde 24'e, 2006 yılında yüzde 17'ye düştü. Bu yıl da yüzde 7'nin altına ineceği görülüyor. Kısacası, 2005 yılından bu yana yatırım eğilimi düşüyor. 2006 yılında Türkiye ekonomisinde milli gelir yüzde 6.1 büyümüştü. Bu yıl ise bunun düşmesi bekleniyor. Kimi uzmanlar yüzde 5'in üstünde bir büyüme performansını beklerken, kimileri de bunun aşılmasının çok zor olduğu kanısını savunuyor. Bu yıla gelince..
Gösterge 2007 yılında ise enerji ithalatının 34 milyar doları bulması bekleniyor. Yani artan fiyatların dış denge üzerinde 6 milyar dolarlık, diğer bir deyimle, milli gelirin yüzde 1.5'i kadar bir hasarı olacak. 1970'li yıllarda petrol krizi çıktığında Ajda Pekkan Eurovision yarışmasına "Aman petrol, canım petrol" diye bir şarkıyla çıkmıştı. Türkiye o yıl çok kötü bir sonuç almıştı. Böylece petrol konusu iki defa canımızı acıtmıştı. Bu yıl da petrol canımızı acıtabilir. 2006 yılında enerji ithalatı 28 milyar dolar kadardı. Bu toplam ithalatımızın yüzde 20'si, yani beşte biri ediyordu. Yatırım kuruluşu Finansinvest'in geçen hafta 2012 tahminlerinin olduğu sunumda petrol fiyatlarındaki yüzde 10'luk bir fiyat artışının 5 milyar, yüzde 20'lik yani varil fiyatının 85 dolara çıkması durumunda ise 14 milyar dolara yakın bir yük getireceği öngörülüyordu. Tabii bu 2006 yılı rakamlarına göre. 2002 yılında enerji ithalatının 9.2 milyar dolar olduğu anımsanırsa, son fiyat artışlarıyla dış denge üzerinde o günden bu yana tam 33 milyar dolarlık bir yük gelmiş olduğu anlaşılacaktır. Bu durumda dış açık belki de 50 milyar doları aşacak.Oysa eski fiyatlar geçerli olsaydı, açık belki de 17