Gösterge Erdal İnönü ile ilk karşılaşmam rahmetli babam Turan Güneş sayesinde olmuştu. 1960'lı yılların ortasındaydı. Erdal Bey Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinde öğretim üyesiydi. Onunla bir dönem Forum dergisinden dost olmuşlardı. İş Bankası'nın Bahçelievler lokalinde bir pazar günü öğlen yemeği yedik. Babam sonra bana "O İsmet paşanın oğlu" demişti.Aradan yıllar geçti, 1983'te SODEP kuruldu ve 1985'te Suna Mardin'in Yeniköy'deki yalısında bir akşam yemeği yerken CHP'lileri konuşmaya başladık. Dikkatle Deniz Baykal ve Ali Topuz'la ilgili fikir almaya çalışıyordu. Bir daha karşılaşma fırsatım olmadı. Ta ki 1991'e kadar.1991'de SHP'den Kocaeli ilinden milletvekili önseçimlerine girmek istedim. Ama İnönü'ye yakın olmadığım için Hikmet Çetin ve Korel Göymen'i aracı yaparak iznini istedim. Aslında ne izne, ne de desteğe gerek vardı; önseçime giriyordum. Üç gün sonra hayırlı olsun mesajı geldi. Üniversiteden istifa ettim ve 15 günlük yoğun çalışma sonunda önseçimlerde birinci oldum. O gece rahmetli Bayram Koca'nın İzmit'teki kahvesinin üstündeki seçim büromu telefonla bularak "Kutlarım ya! Nasıl yaptın bu işi?" diye sordu. Çok duygulanmıştım. Fakat seçimlerde SHP bozguna uğrayınca tekrar üniversiteye dönmek zorunda kaldım. Birkaç gün sonra partinin anonsçusu rahmetli Hasan Şahan "O gece sen kaybedince televizyon başında kahroldu" dedi. Nitekim Erdal Bey beni aradı ve Ankara'ya çağırdı. Hükümet oluyorlardı. Görev vermek istediğini söyledi. Hazırlıklıydım, "KOSGEB olsun" dedim. Ancak Erdal Bey bunu küçümseyerek şeker şirketini önerdi. Ben karşı çıkınca da "Gel danışmanım ol, Güneş'i (Gürseler) de danışman" yapacağım" dedi. Ben de onu küçümsedim. Ayrıldık. Erdal İnönü'yü kaybetmekten dolayı her kesim yaslı... Gerçekten Erdal İnönü siyasette partisini tek başına iktidar yapamasa da başbakanlık görmese da siyasette iz bırakmış bir kişilikti. Eve gelince düşündüm ki, sürekli Erdal Bey'in yanında olmak aslında iyi bir şeydi. Evinden aradım. Telefona çıkan Sevinç Hanım'a son kararımı bildirdim. Sonra da İzmit'e yola düştüm. Orada beni buldu. "Hayırlı olsun. Hazırlığını yap, seni çağıracağım" dedi. Birkaç hafta sonra Başbakanlık'ta Başdanışman unvanıyla göreve başladım. 33 yaşındaydım. Bir gün, Özel Kalem Müdürü Erdal Bey'in ABD Büyükelçisi'ni benimle beraber kabul edeceğini söyledi. Yukarı çıktım. Bir süre sonra Erdal Bey göreve yeni gelen büyükelçiyi Körfez Savaşı sonrası Türkiye'ye verilen taahhütler konusunda sıkıştırmaya başladı. Büyükelçi henüz tam bilgili olmadığı söyleyerek kaytardı. Ben içimden "Şah mat" dedim. Deneyimli gazeteci Yalçın Doğan'a konuşmayı ayrıntılarıyla aktardım. O da Erdal Bey'i metheden bir yazı yazdı. Fakat ertesi sabah evden Erdal Bey aradı. Ben teşekkür edecek sandım. "Böyle bir diyalog aramızda geçti mi?" dedi. Ben de "Tabii" dedim. Daha sonra ekonomik konular dışında danışmanlık yapamadım. 1993 yılı programı için Yüksek Planlama Kurulu toplanmıştı. Müsteşar İlhan Kesici geldi ve uzun uzun bilgi vermeye çalıştı. Erdal Bey çok sıkıldı. Bunun üzerine kestim, "Efendim, bu bir simülasyon gibi, büyümeyi siz belirliyorsunuz, diğer parametreler kendiliğinden çıkıyor" dedim. Erdal Bey müthiş zekâsıyla gerisini çözdü attı. Toplantı orada bitti. Büyük toplantıya girdik. Erdal Bey memur maaş zammının oransal olarak yanlış hesaplandığını ve yetersiz olduğunu söyledi. Maliye itiraz edecek oldu, ama Erdal Bey matematiksel hata yaptıklarını kanıtladı. Kurul sarsıldı. Öğlen arasında Örsan Öymen'e kaş göz yaptım. Eski Başbakanlık binasında durumu anlattım. Ertesi sabah Milliyet olayı sürmanşete taşımıştı. Sabah hep birlikte Erdal Bey'i karşıladık. Arabadan indi, bana döndü; "Milliyet'i gördün mü?" dedi. "Neler de sızıyor?" Kendi kendime ekonomi de gidiyor dedim. Bir değişiklik olmadı. Çünkü ekonomik konularla diplomasi farklı yaklaşımlar, hassasiyetler gerektiriyordu. Erdal İnönü de bir devlet adamıydı ve bunu iyi biliyordu. hgunes@milliyet.com.tr İşi zekâyla çözerdi