Son üç haftadır döviz kurlarında ciddi bir oynaklık gözleniyor. İlginçtir, bu oynaklık farklı nedenlere bağlanıyor. Biri siyasal gelişmeler. Anlayamadığımız ilk konu da bu. Bazı bankacıların yorumuna göre piyasaların düzelebilmesi için olumlu bir haber gerekiyormuş. Çünkü her türlü olumlu haber artık satın alınmış, yenisi gelmediğinden piyasa ters dönmüş. Saçma sapan bir yorum! Olumsuz bir haber olmadığına göre neden kurlar olumsuz yöne hareket etsin ki? Ülkemizde zaman zaman ekonomik gelişmeler yorumlanırken çarpıtılır. Sonra bunlar gerçek sanılır ve herkes ağzına dolar. Ülkemizde gelişmeler üç kesim tarafından yorumlanır. Birincisi, işadamları. Bunların bir kısmı ne yazık ki ekonomiden anlamaz, ama anladığını sanır. Zaten en kötüsü de bilmediğini bilmemektir. İkincisi, genç bankacılar. Bunların da bir kısmı miyoptur. Günlük gelişmelerden yapısal doğrultu çıkarırlar. Ters bir gelişme karşısında da cayar, tam aksini savunurlar. Dinlerken ambale olursunuz! Üçüncüsü de bazı genç ekonomistlerimizdir. Bu yorumların kimisi cahilcedir, kimisi de olsa olsa kasıtlı. Ama sorsanız, her gelişmeyi önceden doğru tahmin etmiş ve müşterilerini abat etmişlerdir. İkinci saçma yorum ise, cari
Tütün yakma ve onu ciğerlere çekme çok eski bir gelenek. Orta Amerika yerlilerinin bu bitkiyi yetiştirdiğini, Avrupaya ise İspanyol kaşiflerin 1560lı yıllarda taşıdığı biliniyor. 1605 yılında da Anadoluya gelmiş. 1861 yılına dek yasak olan tütün daha sonra üretilmeye başlamış. O gün bugündür Türkler sigaranın düşkünü olmuş.Türkler dünyanın en çok sigara içen üç toplumundan biri. Diğer ikisi ise Koreliler ve Filipinliler. Ülkemizde 15 yaş üstündeki toplam nüfusun yüzde 46sı, yani yarısı, sigara içiyor. Erkekler arasında tiryakilik oranı ise yüzde 63ü geçiyor. Bu da vahim bir tablo! Gerçi bu oran diğer iki ülkeden az. Ama hiç tahmin edilmedik biçimde kadınlar arasında en yoğun sigara içme oranı Türkiyede; yüzde 25! Kısacası, Türk kadınları sigarayı seviyor.Gelişmekte olan ülkeler sigara sektörünün büyük tröstleri için son derece önemli. Çünkü gelişmiş ülkeler giderek daha az sigara tüketiyor. Bu değişimin nedeni de malum. Gelişmiş ülkelerdeki yükselen eğitim düzeyi sağlık bilinci yaratıyor. İşte bu nedenle sigara üretim devleri gelişmekte olan ülkelerle artık daha çok ilgileniyor. Amaç yeni pazarlar yaratabilmek. Şu rakamı vermekte yarar var; dünyanın en büyük sigara üreticisinin
Sigara konusu Türkiyede çok önemli. İki bakımdan. Hem çok önemli bir üreticiyiz. Hem de önemli bir tüketici. Bu ilk yazıda okuyucularımıza işin üretim tarafıyla ilgili bilgiler vereceğiz.2001 yılında alelacele 4685 sayılı Tütün Yasası çıkmıştı. O zamanki Devlet Bakanı Kemal Derviş koltuğuna oturur oturmaz 10 günde 10 yasanın çıkmasını isterken bu yasanın da çıkmasını istemişti. Temel dayanağı devletin üreticiden aldığı tütünü satamayıp yakmak zorunda kalmasıydı.Ülkemizde 275 bin hektarda tütün üretiliyor. Yüzde 97si yerli tip olmak üzere 270 bin ton kadar da tütün üretiliyor. Ve böylece 500 binin üzerinde aile, yani hemen hemen 2,5 milyon nüfus gelir sağlıyor.Ancak taban arazi, yani verimli arazide yetişen yabancı kökenli tütün üretimi de artmakta. Bu da bir yandan kaliteli arazilerin yanlış kullanımı anlamına geliyor, diğer yandan da kendi tütünümüzün soykırımı oluyor. Çünkü yerli tütün hem aromatik, hem de katranı (yani sağlığa zararı) daha az.Üretilen 270 bin ton tütünün dörtte biri sigara sanayiinde kullanılıyor. Yarısı ise ihraç ediliyor. Böylece yılda 450 - 500 milyon dolar döviz geliri elde ediliyor. Üstelik ihracat yerli fiyattan daha yüksek olduğundan karlı da oluyor.
Kimi ABDde faiz artırımı konusunu dile getiriyor. ABDde faizler yükseleceğinden, sıcak para yükselen piyasalardan çıkarken kuru yukarı hareket ettirecekmiş. Oysa hem ABDde faizin ne zaman artacağı henüz ortaya çıkmadı, hem de çoğu yükselen piyasada kur yükselmedi.9 Nisan tarihli yazımızda Merkez Bankasının (MB) ihalelerle döviz piyasasından çektiği meblağın çok yüksek olduğunu belirtmiştik. MB bir ara her gün piyasadan 70 milyon dolar çekiyordu. Opsiyonlar hariç bu, ayda 1,5 milyar doları geçiyordu. Sadece mart ayında MB opsiyonlarla beraber 2 milyar dolar döviz satın almıştı. Bu, çok ciddi bir sterilizasyondu. Nitekim, ocak ayından bu yana (kimi doğrudan müdahaleyle) MB piyasalardan 4 milyara yakın dolar satın aldı.Önceki gün ocak ayına ait cari işlemler açığı yayımlandı. Ocak ayında oluşan 783 milyon dolarlık cari işlemler açığı piyasadan her gün 20 milyon dolara yakın dövizin yurtdışına çıkması anlamına geliyor.Elbette piyasada bir ters para ikamesi olgusu yaşanıyor. Yani sürekli tasarruf sahipleri döviz bozuyor, ama almıyor. Öte yandan, yurtdışından belli bir sıcak para girişi gözleniyor. Ancak bu iki kaynak talep edilen dövizi karşılamaya yetmiyor. Nitekim yetmediği de ortaya
Büyüme yoktu, çünkü hem enflasyon yüksekti, hem de reel faizler. Dış denge sağlanamamıştı, çünkü hem kur esnek değildi, hem de yüksek faiz nedeniyle sürekli içeri sıcak para giriyor ve kurda aşağıya doğru bir baskı yaratıyordu. Nihayet, bankalar karsızdı çünkü ekonomik gelişme sınırlıydı.Bütün bunların altında üç illet vardı: Popülizm, nepotizm ve letarjizm. Siyasetin toplumun iliklerine kadar işlemiş üç hastalık! Popülizm yaşayan kuşağın daha iyi yaşayabilmesi, yani gelirinden daha fazla para harcayabilmesi için borçlanması. Tabii alınan bu borcu gelecek kuşaklar ödüyor. Bu da hem haksızlık, hem de yüksek reel faiz nedeniyle ekonomik gelişmeyi baltalayan bir tutum. Popülizm geçen koalisyon hükümetinin en önemli gerginlik konusuydu. Sık sık MHP ile Derviş bu nedenle birbirine girer, Derviş de IMF sopasıyla onları hizaya sokardı. Mevcut hükümette de popülizm belirtileri olduğunu biliyoruz. Ancak tam olarak IMF güdümüne girdiklerinden kafayı kaldıramıyorlar.Gelelim nepotizmaya, yani kayırmacılığa. Atamalarda, tayinlerde, terfilerde, ihalelerde bu davranış yapısı ülkemizde hep olagelmiştir. Kaynakların yanlış dağıtılmasının ekonomik gelişmeyi nasıl baltaladığını tartışmaya gerek yok.
Önce tüketim rakamlarına bakalım. Yanda CNBC - e kanalının her ay yayımladığı tüketim endeksleri görülüyor. Aralık ayında mevsimsel nedenle büyük bir sıçrama yapan perakende satış endeksi ocakta ve şubatta daha normal düzeylere geriledi. Ancak mart ayında yeniden önemli bir sıçrama yaptı. Bireysel Tüketim endeksi de benzer bir yapıyı gösterdi. Bu gelişme daha çok dayanıklı tüketim mallarından, özellikle de otomotivdeki satışlardan kaynaklandı.Dayanıklı tüketim mallarında banka kredilerinin daha rahat kullanıldığı biliniyor. Nitekim bankaların tüketici kredilerine bakıldığında yıl başından bu yana bir patlamanın yaşandığı gözleniyor. Yandaki grafikte de gözlendiği gibi geçen yıl başında 2 katrilyon civarında olan tüketici kredileri bugün 12 katrilyonu aşmış durumda. Kısacası tam bir patlama yaşanıyor! Bu patlamanın da bir nedeni kur. Kur düşük olunca bu tür mallar ucuz kalıyor. Üstelik faizler de hızla düşünce tüketiciler daha fazla mal tüketir oluyorlar.Düşük kur, artan tüketim talebi de bir yandan kapasite kullanım oranına ithalat rakamlarına yansıyor. Daha nasıl olsun ki; ocak ayında yüzde 77, şubatta yüzde 73 olan kapasite kullanım oranı martta birdenbire yüzde 82.3e çıkıverdi.
Önceki akşam ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Greenspanin resesyonun sonuna gelindiğine dair açıklaması düşük faiz politikasının sonuna gelindiğini gösteriyor. Faizler çıkınca gelişmekte olan ülkelerde, yahut yükselen piyasalarda borçlanma da daha pahalı hale gelecek. Kısacası, bu ülkelerin eurotahvilleri değer yitirecek. Ama daha önemlisi tüm dünya ekonomisi bundan olumsuz etkilenecek.Önümüzde ciddi riskler ve engeller var. Bunların bir kısmı dış etmenler, bir kısmı iç. Bir kısmı siyasi, bir kısmı da ekonomik. Dış etmenler arasında Kıbrıs sorunu ile Türkiyenin aralık ayında ABden alacağı müzakere tarihi bulunuyor. Her ikisi de ne yazık ki birbiriyle ilintili hale geldi. Gerçi biz pek olası görmüyoruz, ama olumsuz bir gelişme piyasalardaki bahar havasını bozacaktır.Dış siyasi etmenlerden bir diğeri de Irak. Irakta işler karıştı. Şiisiyle Sünnisiyle Irak halkı direniyor. Tam bir Vietnam sendromu yaşanıyor. (Ve bir zamanlar milyar dolarlı rakamlar için Türk askerini Iraka göndermeye kalkan kalemler şimdi devekuşu olmuş durumda!) Amerika zorlandıkça, zamanla, Türkiyeyi Iraka bulaştırmaya kalkabilir. Üstelik Filistindeki son gelişmelerden sonra bölge daha da karışıyor. Kısacası,
İşte tam bu sırada Dünya Bankası eski Başkan Yardımcısı ve Başekonomisti Joseph Stiglitz Türkiyeyi yeniden ziyaret etmesi anlam taşıyor. Stiglitzin son tezleri biliniyor. Gelişmekte olan ülkelere önerilen küresel politikalar büyük hasar bırakıyor. Nobel ödülü almış bu Keynezyen iktisatçıyı bu hafta dikkatle izleyeceğiz. Böylesi bir dönemde Stiglitzin konuşması ufuk açacak.Aklımıza Ziya Öniş (Koç Üniversitesi) ile Emre Alper (Boğaziçi Üniversitesi) tarafından geçen yıl yayımlanan (Canadian Journal of Development Studies) "Gelişmekte olan Piyalardaki Krizler ve IMF" başlıklı makale geliyor. Çalışmada iki gereksinimden bahsediliyordu; birincisi, IMF tarafından istenen reformların gerçekleştirilebilmesi için bu ülkelerin belli bir siyasi yapıyı içselleştirme zorunluğu, ikincisi de, bu ülkelerin ufuklarını açarak (IMF gündeminin dışında kalan) gelir dağılımı ve ve uzun dönemli rekabet gücü gibi konulara yönelme gereği.Şu andaki haliyle IMFnin krize girmiş ülkeleri zamanında uyaramadığı gibi, girdikten sonra da çoğunu kurtaramadığı, hatta daha beter batırdığı biliniyor. Yani IMFnin karizması çizilmiş filan değil, resmen kazınmış durumda! Bu nedenle IMF son yıllarda hem içeriden, hem de