TÜFEde bu yılın hedefi yüzde 12ydi. Ancak daha üçüncü ayda bu hedef aşıldı bile; yüzde 11.8. Bu işlerin tahminlerin de ötesinde iyi gittiği izlenimi veriyor. Aslına bakılırsa, geçen yıl Irak savaşı çıktığı süreçte enflasyon yükselmeye başlamıştı. Mart enflasyonu bir önceki yıla göre 2.5 kat artmış, nisanda aynı kalsa da, mayısta neredeyse 3 misline çıkmıştı. Şimdi ise bir yandan uygulanan sıkı maliye ve para politikası sayesinde, diğer yandan da Irak sıkıntısının atlatılmasıyla enflasyonda ciddi düşüşler gözleniyor.Önce Tüketici Fiyatlarına bakalım: Cumartesi günü DİE enflasyon rakamlarını açıklayınca şaşkınlık yarattı. Çünkü şubat ayında ilk defa tek haneliye düşen (yüzde 9.1) toptan eşya enflasyonu bu kez daha aşağıya yüzde 8in altına iniyordu. Gerçi enflasyon deyince, aklımıza satın alma gücü, yani TÜFE enflasyonu geliyor. 2002 2003 2004Ocak 5,3 2,6 0,7Şubat 1,8 2,3 0,55Mart 1,2 3,1 0,89Nisan 2,1 2,1 Mayıs 0,6 1,6 Haziran 0,6 -0,2 Dikkat edilirse, artık DİE aylık enflasyon verilerini bindeli olarak açıklıyor. Ölçütün nereye vardığını görmek bakımından son derece önemli. Yine dikkat çeken bir başka nokta da, düzeylerin geçen yılın aynı aylarına göre neredeyse dörtte bire
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Cumartesi günü DİE enflasyon rakamlarını açıklayınca şaşkınlık yarattı. Çünkü şubat ayında ilk defa tek haneliye düşen (yüzde 9.1) toptan eşya enflasyonu bu kez daha aşağıya yüzde 8'in altına iniyordu. Gerçi enflasyon deyince, aklımıza satın alma gücü, yani TÜFE enflasyonu geliyor.
TÜFE'de bu yılın hedefi yüzde 12'ydi. Ancak daha üçüncü ayda bu hedef aşıldı bile; yüzde 11.8. Bu işlerin tahminlerin de ötesinde iyi gittiği izlenimi veriyor. Aslına bakılırsa, geçen yıl Irak savaşı çıktığı süreçte enflasyon yükselmeye başlamıştı. Mart enflasyonu bir önceki yıla göre 2.5 kat artmış, nisanda aynı kalsa da, mayısta neredeyse 3 misline çıkmıştı. Şimdi ise bir yandan uygulanan sıkı maliye ve para politikası sayesinde, diğer yandan da Irak sıkıntısının atlatılmasıyla enflasyonda ciddi düşüşler gözleniyor.
Önce Tüketici Fiyatlarına bakalım:
Bir süredir ekonomistler ekonominin büyüdüğünü yazarken, bazı yurttaşlar bunu hissedemediklerine dair tepki gösteriyordu. Nedeni şimdi daha rahat anlaşılıyor. 2000 yılına göre birçok vatandaş daha düşük bir reel gelirle yaşıyor. Çünkü üç yılda nüfus yüzde 6dan fazla arttı. Oysa gelir yüzde 3 artmış. Demek ki, kişi başına düşen gelir aslında düşmüş.Son iki yılda gözlenen gelişmenin temel motoru sanayi kesimi olmuş. Özellikle de imalat sanayii. Önceki yıl yüzde 9.4 büyüyen bu kesim, bu yıl da yüzde 7.8 büyümüş. Üstelik madencilik sektörünün olumsuz etkisine rağmen. (Malum bu sektör yıllardır küçülme içinde). Öte yandan, sanayi kesimiyle paralel hareket eden hizmet sektörü de benzer bir büyüme performansı sergiliyor.Ulaştırma sektörü ise parlak bir 2002 yılından sonra, geçen yılı daha da iyi geçirdiği anlaşılıyor. 2002 yılında yüzde 6 büyüyen bu sektör, bu yıl yüzde 8.4 büyümüş. Açıkçası, bu büyüme oranı gayet yüksek. Ama bu sektörün milli gelir içindeki payı o denli büyük değil.İnşaat sektörü ise öteden beri ciddi bir krizde. 2000 yılı hariç son yıllarda bu sektör hiç büyümedi. 1998 yılında inşaat sektörünün büyüklüğünü 100 kabul edersek, bugünkü büyüklük 75 ediyor. Sadece geçen
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Bu hafta DİE 2003 yılına ait büyüme rakamlarını açıkladı. Açıklamaya göre 2003 yılında milli gelir yüzde 5.9 büyümüş. Böylece yüksek bir büyüme hızının tekrarlandığı anlaşılıyor. Krizde yüzde 9.5 küçülen milli gelirin iki yıl içinde yüzde 14.3 büyüdüğü gözleniyor. Ancak, 2000 yılında 100 olan milli gelir şimdi 103 olmuş durumda. Bu da pek bir ilerleme olmadığını gösteriyor.
Bir süredir ekonomistler ekonominin büyüdüğünü yazarken, bazı yurttaşlar bunu hissedemediklerine dair tepki gösteriyordu. Nedeni şimdi daha rahat anlaşılıyor. 2000 yılına göre birçok vatandaş daha düşük bir reel gelirle yaşıyor. Çünkü üç yılda nüfus yüzde 6'dan fazla arttı. Oysa gelir yüzde 3 artmış. Demek ki, kişi başına düşen gelir aslında düşmüş.
Son iki yılda gözlenen gelişmenin temel motoru sanayi kesimi olmuş. Özellikle de imalat sanayii. Önceki yıl yüzde 9.4 büyüyen bu kesim, bu yıl da yüzde 7.8 büyümüş. Üstelik madencilik sektörünün olumsuz etkisine rağmen. (Malum bu sektör yıllardır küçülme içinde). Öte yandan, sanayi kesimiyle paralel hareket eden hizmet sektörü de benzer bir büyüme performansı sergiliyor.
Ulaştırma sektörü ise parlak bir 2002 yılından sonra, geçen yılı
Bu seçimlerde CHPnin oylarında ciddi bir toparlanma gözlenmediği gibi, düşüş gözleniyor. Kasım genel seçimlerinde CHPnin AKP ile arasındaki fark 15 puandı. Şimdi ise bu fark 25 puana çıkmış görünüyor. Bu da başlı başına vahim bir tablo.Ancak CHPnin oylarının düşmesi öteden beri bilinen bir gelişme. Üstelik CHP düşük oy aldı da, oylar bir başka sol partiye mi gitti? Hayır. Demek ki, solun liderliği, ya da yönetimi aşan sorunları var. Solun temel partisi olan CHP son on beş yıldır kent kenarlarından oy alamıyor. Yoksullar, dar gelirliler giderek desteğini çekiyor. Bunun iki nedeni olabilir. Ya CHPnin politikalarında bir sapma oldu ve bu kesimlere daha az hitap eder oldu. Ya da ciddi toplumsal doku değişimlerini CHP doğru okuyamadı. Nitekim, yirmi yıl öncesine göre kentlerin toplumsal yapısı bugün çok farklı. Ancak bize kalırsa her iki gelişmenin de önemli rolü var.Çağdaşlaşma CHPnin tarihi misyonu. Ancak bu misyon toplumun aydın kesimi arasında ciddi destek sağlarken, siyasal söylem tamamiyle bu faktöre dayandırıldığında geniş halk kesimlerinin somut sosyo - ekonomik sıkıntıları dile getirilmemiş oluyor ve oy erozyonuna neden oluyor.Buna en güzel örnek birkaç seçimdir, kriz
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Yerel seçimlerdeki CHP'nin performansı siyasal gündemin ilk sırasına oturdu. 2002 Kasım seçimleri sonrası solun toplam oyları yüzde 21'i bulamayınca yine tartışmalar başlamış, ancak AKP hükümetinin hemen kurulmasıyla hararet çabuk düşmüştü.
Bu seçimlerde CHP'nin oylarında ciddi bir toparlanma gözlenmediği gibi, düşüş gözleniyor. Kasım genel seçimlerinde CHP'nin AKP ile arasındaki fark 15 puandı. Şimdi ise bu fark 25 puana çıkmış görünüyor. Bu da başlı başına vahim bir tablo.
Ancak CHP'nin oylarının düşmesi öteden beri bilinen bir gelişme. Üstelik CHP düşük oy aldı da, oylar bir başka sol partiye mi gitti? Hayır. Demek ki, solun liderliği, ya da yönetimi aşan sorunları var.
Solun temel partisi olan CHP son on beş yıldır kent kenarlarından oy alamıyor. Yoksullar, dar gelirliler giderek desteğini çekiyor. Bunun iki nedeni olabilir. Ya CHP'nin politikalarında bir sapma oldu ve bu kesimlere daha az hitap eder oldu. Ya da ciddi toplumsal doku değişimlerini CHP doğru okuyamadı. Nitekim, yirmi yıl öncesine göre kentlerin toplumsal yapısı bugün çok farklı. Ancak bize kalırsa her iki gelişmenin de önemli rolü var.
Çağdaşlaşma CHP'nin tarihi misyonu. Ancak
Türkiye krize girdiğinde kamu borcu daha az görünüyordu. Çünkü kamu borcunun bir kısmı halının altına süpürülmüştü. Kamu bankalarının görev zararları şeffaf hale getirilince, gerçek borç da ortaya çıktı. 2000 yılında iç borç 54 milyar dolarken, 2001 yılında 84 milyar dolara çıkıverdi. Tabii aşırı yüksek faizler de buna katkıda bulundu. Kamunun dış borcu ise pek değişmedi.Şu anda iç borç 149 milyar dolar olmuş görünüyor. Yani krizden bu yana dolar bazında neredeyse üç kat, kriz sonrası da yüzde 50den fazla artmış. Keza 46 milyar dolar olan kamu dış borcu da 65 milyar dolara çıkmış. Yani o da aynı oranda yükselmiş görünüyor. Özetle tüm fedakarlıklara rağmen borç oranı hızla artıyor. Oysa bu borç azalsın diye her yıl milli gelirin yüzde 6.5u kadar harcamalardan fazla gelir yaratılmaya çalışılıyor. Gerçi bu hedef tam tutmuyor, ama yine kemerler sıkılıyor. Hastaneler, okullar, yollar için yapılacak harcamalardan fedakarlık yapılıyor. Sırf borçlar azalsın, diye.Doğru. 214 milyar dolarlık borç gerçekten az buz değil. Milli gelirin neredeyse yüzde 82si. Ancak bunun ödenmesi için kamu hizmeti bekleyen kesimlerin ilelebet fedakarlık yapmaları da beklenemez. Bunun bir sınırı var. Nihayet
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Uygulanan program meşakkat istiyor. Kuşkusuz borçlu olan devletlerin, hele enflasyonu yenmeye çalışırken, sıkı maliye politikası sürdürmekten başka çareleri olmuyor. Sıkı maliye politikası demek, az harcayıp, çok vergi toplamak demek. Yani devletin hizmetlerini sınırlayıp, halktan para toplaması. Krize girdiğimizden beri de temel olarak uyguladığımız politika bu.
Türkiye krize girdiğinde kamu borcu daha az görünüyordu. Çünkü kamu borcunun bir kısmı halının altına süpürülmüştü. Kamu bankalarının görev zararları şeffaf hale getirilince, gerçek borç da ortaya çıktı. 2000 yılında iç borç 54 milyar dolarken, 2001 yılında 84 milyar dolara çıkıverdi. Tabii aşırı yüksek faizler de buna katkıda bulundu. Kamunun dış borcu ise pek değişmedi.
Şu anda iç borç 149 milyar dolar olmuş görünüyor. Yani krizden bu yana dolar bazında neredeyse üç kat, kriz sonrası da yüzde 50'den fazla artmış. Keza 46 milyar dolar olan kamu dış borcu da 65 milyar dolara çıkmış. Yani o da aynı oranda yükselmiş görünüyor. Özetle tüm fedakarlıklara rağmen borç oranı hızla artıyor. Oysa bu borç azalsın diye her yıl milli gelirin yüzde 6.5'u kadar harcamalardan fazla gelir yaratılmaya