Özalın bu eleştirisi muhtemelen Başbakan Demirelle arasındaki çekişmeden kaynaklanıyordu. Demirel, emeklilik yaşını, gençlerin iş olanaklarının artırılması gerekçesiyle düşürmüş, böylelikle popülizmde zirveye varmıştı. Özal çok geçmeden öldü. Önce 1994, sonra da 2001 yılında birer mali kriz yaşandı. Sosyal güvenlik sistemi iyiden iyiye zafiyet içine düştü. Gerçi sosyal güvenlik sistemi Özala bırakılsaydı, belki tümüyle silinmişti. Çünkü o devirde Thatcher - Reagan çizgisi çok modaydı. Devlet ne yaparsa kötü anlayışı egemendi.Ancak sosyal güvenlik sistemi hala sorunlu. Çok ciddi açıklar veriliyor. Üstelik tarafların aşırı yüksek katkı paylarına rağmen. Bu payları düşürmek ise kolay değil. Çünkü sigortalı çalışan sayısı az ve yük belli bir kesime biniyor.2000 yılında bu açıklar milli gelirin yüzde 2.9unu oluşturuyordu. Daha sonra durum pek düzelmedi. Açık, milli gelir içinde yüzde 4.1e, sonra da geçen yıl yüzde 4.9a tırmandı. Böyle devam ederse Özal haklı çıkabilir ve sistem alenen çökebilir.Geçen ay NBER tarafından yayımlanan bir araştırmada ABDdeki değiştirilen emeklilik sistemi, 1983 - 1998 dönemi için (Leora Firedberg ve Anthony Webb tarafından) incelenmiş. Bu araştırmada
10 yıl sonra Türkiye belki de 50 milyon turist çeken bir kapasiteye ulaşacak. ABye tam üyelikle beraber bu bal gibi de gerçekçi bir hedef. Hele kış turizmi ve çeşitlendirmeyle bu hedef rahatlıkla elde edilebilir. Bu durumda 50 milyar doları aşan bir döviz gelirine ulaşabiliriz. Türkiyenin o zaman milli geliri 500 milyar doları bulsa da, bu kez milli gelirin yüzde 10undan fazlası turizmden elde edilmiş olur.Gelelim işin döviz dengesi tarafına. Turizm gelirleri haliyle mevsimsellik gösteriyor. Özellikle temmuz ayından sonra gelirler artıyor. Ağustosta doruğa varıyor. Eylülde biraz gevşiyor. Ekimde de temmuz ayının düzeyinin biraz altına düşüyor. Ancak şunu peşinen belirtelim ki; bu yıl ağustos ayında 4 milyar dolarlık turizm geliri bekliyoruz. Tek bir ayda 4 milyar dolar! Dile kolay. Böylece temmuz ayında 1 milyar dolar kadar cari işlemler açığı olsa da, ağustos ve eylül aylarında aylık 250 - 350 milyon arası bir cari işlemler fazlalığı beklenebilir. Bu da şu demektir: nisan ayında cari işlemler açığı nedeniyle sistemden 1.7 milyar döviz çıkmıştı. Mayıs ve haziran aylarında da bu sürmüş olabilir. Ancak ağustos ve eylül aylarında toplam 600 milyon dolar kadar cari işlemler fazlası
Aşağıdaki ilk tabloda kriz sürecinde ve sonrasında ekonomik büyüme performanslarıyla ortaya çıkan dış denge değişimleri görülüyor. Dikkat edilirse, 2000 yılında ekonomi yüzde 7,4 büyüyünce 10 milyar dolara yakın cari işlemler açığı oluşmuştu. Talepten kaynaklanan aşırı büyüme ithalat talebi de yaratınca, dış ticaret dengesi bozulmuş ve ortaya ciddi boyutta bir döviz açığı çıkmıştı.2001 yılında kriz oluşunca cari denge sağlandı. Ekonomi yüzde 7.5 küçülünce de ithalat talebi düştü ve 3.4 milyar dolarlık (ya da milli gelirin yüzde 2sini aşan) bir döviz fazlası sağlandı. Son günlerde Türkiye ekonomisinin kendiliğinden ne düzeyde büyüyebileceği tartışılıyor. Bizce meslektaşlarımız arasındaki bu tartışma son derece yararlı. Çünkü eğer ekonominin kendi iç dinamiklerine göre büyüme hızı düşükse ortada bir sorun var demektir. Büyüme(GSYİH) Cari denge (mn.$) Cari Açık/GSYİH2000 7,4 - 9,819 -4,92001 -7,5 + 3,390 2,22002 7,9 - 1,522 -0,72003 5,8 -6,609 -2,82004 (T) 5,5 -10,200 -3,4 2002 yılında ekonomi yeniden ve hızla büyümeye başladı. Ancak bu büyüme yüzde 8e yaklaşsa da ciddi bir cari işlemler açığı doğmadı. Ortaya çıkan açık milli gelir içinde yüzde 1in altında kaldı. 2003 yılında ise
Bunun birkaç nedeni olabilir; birincisi, artık çoğu ülkede dalgalı kur sistemi bulunuyor. Sistem hem çıkışları engelliyor, hem de düzene sokuyor. İkincisi, bu ülkelerde mali sistemler daha güçlü. Üçüncüsü artık bu ülkelerde aşırı ölçülerde sıcak para olmuyor. Ve nihayet çıkarken belli bir riskin oluşması nedeniyle değil, daha farklı bir getiri nedeniyle ülkeyi terk ediyorlar ve bunun yarattığı sıkıntı da az oluyor.Ancak dünyada mali kriz risklerinin sona erdiğini iddia etmek mümkün değil. Ekonomik yapıları kırılgan, borç yükü fazla, bankacılık kesimi zafiyet içinde olan ve ödemeler dengesi sorunu yaşayan birçok ülke var. Geçenlerde The Economist dergisinde Kopenhag Uzlaşması olarak bilinen ve küresel refahın artmasına ilişkin proje tartışılıyordu. Projenin katılımcılarından ABDli ekonomist Barry Eichengreenin, krizleri açlık ve savaşla karşılaştırması hayli ilginçti.Genellikle mali krizlerde milli gelirin yüzde 9u kadar bir kayıp ortaya çıkıyordu. Ancak bazı ülkelerde, örneğin Arjantin ve Endonezyada bu, yüzde 20ye kadar tırmanıyordu. Bu oran 1930ların depresyonuna göre daha fazlaydı. Asya krizinde 22 milyon kişi yoksulluğa itilmişti. Eichengreenin hesaplarına göre krizler
1990ların başında Asya kaplanlarının mucizesi konuşuluyordu. Sonra bu kaplanlar krize girip kedileşince, Çin bölgede hızla egemenlik kazandı. Çin ekonomisi 1990dan bu yana ortalama yüzde 10 büyüyor. Dünyanın önde gelen kapitalist ülkeleri önceleri Çini devalüasyona zorlasalar da Çin bunu reddetti. İç istikrarı önemsedi. Üstelik rekabet kaybına da uğramadı. Şimdi Çinin inanılmaz boyutta ihracatı var. Doğu Asya ekonomilerinin ihracatının yarısı Çine giderken, Japonyanın da Çine yaptığı ihracat ve yatırımlar büyüme oranının üçte birini sağlıyor. Yani bölgeyi Çin besliyor.Çin son on yılda çok hızlı büyüdü. Geçen yıl bu yüzde 9,7 olmuş. Bazı analistlere göre bu aslında yüzde 13ü buluyor. Ve tabii ithalatın hızla şişmesine neden oluyor. Çinde sadece geçen yıl ithalat yüzde 40 büyüdü. Son üç yılda sanayi üretimi yüzde 50 büyüdü, geçen yıl dünya çimento üretiminin yüzde 40ı, demirin yüzde 90ı ve petrolün üçte biri Çinde kullanıldı. Bu malların fiyatları ciddi ölçüde arttı. Ülkemizde bu malların fiyatlarının astronomik boyutlara ulaşmasının nedeni bu. Ancak şimdi Çin, ekonomisini soğutmaya çalışıyor. Çünkü sorun artık aşırı hızlı büyüme. Sadece geçen yıl yüzde 43 yatırım artışı
Oysa Irak savaşının çabuk bitmesi halinde petrol fiyatlarının 20, hatta 15 dolara kadar düşeceği bekleniyordu. Stratejistler, ancak savaşın çok uzun sürmesi ve ABDnin bölgede ciddi biçimde sıkıntıya girmesi halinde, petrol fiyatlarının 40 dolara çıkacağını belirtiyordu. Oysa öyle olmadı. Savaş bitti, fakat fiyatlar 10 dolar daha yükseldi. Belki de petrol fiyatları Irakta sağlanamayan istikrarın göstergesi oldu. Çünkü Irak petrolleri devreye giremediğinden arz yetersizliği fiyatları şişiriyor.1974 petrol krizi oluştuğunda CHP - MSP koalisyonu vardı. O zaman artan petrol fiyatları Türk ekonomisini hem maliyet enflasyonuna, hem de dış açığa sürüklüyordu. İslamcı parti MSP o ara petrol üreten çoğu OPEC ülkesinin Arap olmasına güvenerek bir arayışa girdi. Nihayet Müslüman kardeşlerden daha ucuz petrol elde etmek amacıyla Erbakan Suudi Arabistana gitti. Ve tabii eli boş döndü!Petrol fiyatlarını belirleyen iki unsur var. Biri arz, diğeri de stoklar. Tabii bir de ülkelerin rezervlerine bağlı olarak izledikleri politika. Yüksek rezervli ülkeler fiyatın düşük olmasını ve başka enerji kaynaklarına ikamenin yavaş olmasını isterken, diğerleri de yüksek fiyat istiyor ve üretimi kısıyor.Şu
Ancak bunu oluşturacak bir siyasal oluşum görünmüyor. Anamuhalefet partisi CHP tam bir keşmekeş içinde. Parti içinde yükselen tatminsizlik duyguları pozitif siyaset yaratmıyor, üretemiyor. Ortaya toplumsal bir proje ya da umut çıkmıyor. Yalnızca parti politbürosuyla, ona karşı olanlar çarpışıyor.Siyaset, toplumsal gereksinimler karşısında doğru ve uygun politika önerilerinin önerilmesinden ibarettir. Demokratik rejimlerde de, seçmen sorunu doğru belirleyenden çok, çözüme, yani umuda oy verir. CHPnin sorunu da aslında bu. Ve bu bir türlü algılanamıyor. Son yirmi yıldır CHPyi yönetenler 1970li yılların siyasi mirasına konarken, hiç katkı yapamadıkları için o miras giderek küçüldü. Çünkü ufukları yoktu. Ve hala ortalıktalar!Günümüzde sol aydınlarla CHPnin söylemi arasında ciddi bir fark gözleniyor. 1960lı yılların sonunda da benzer bir durum yaşanmış, ancak Ortanın Solu Hareketiyle bu durum telafi edilmişti. Bugün ise, açıkçası, Yeniden CHP Hareketi dışında böylesi bir arayış, çaba gözlenmiyor. Tabii bir de RADİKALde yayımlanan ve daha liberal açılımı olan Kemal Dervişin çalışması var. "Toplumsal yapı nerede ve nasıl değişti? Talepler neler? Sosyal demokratlar ne yapmalı?" gibi
AKP ise orta ve alt sınıflarda ait olma duygusu yaratıyordu. Sosyo - kültürel olarak geniş halk kesimleri bu duyguya susamışlardı. Üstelik ekonomik krizin tepkisi büyüktü ve bu oluşumun başında genç bir lider vardı.AKPnin kökeni dinci siyasete dayanıyordu. Seçimlerde bunu örtmeye özen gösterseler de aydın kesim kaygı duyuyordu. Bu duyguyla da varsıl kesimin oturduğu semtlerde CHP büyük oy aldı. Ancak AKP iktidarı önlenemedi.AKP iktidara gelince, büyük iş dünyası strateji değiştirip AKPyi bir merkez partisi diye niteleyerek, yahut da göstererek, onu esnetmeye çalıştı. Bunun için daha yakın ilişki kurdular. Üstelik AKPnin arkasında Batının, özellikle ABDnin, açık desteğini gözlüyorlardı. 2002 Kasım seçimlerinin sonuçları aydınlar için hayal kırıklığı yaratmıştı. Mali kriz mevcut partileri tasfiye edince ortaya AKP ve Genç Parti çıkmıştı. Genç Parti krizin yarattığı travmayı aşırı şoven duygularla sömürmeye çalıştı. Ancak Uzan ailesinin yolsuzluklarıyla bu parti çabuk iflas etti. Nitekim, dış politikada AKP hemen meşru zemine oturdu. İktidara gelir gelmez AB konusunda bir seferberlik yaptı ve İstanbul dükalığını rahatlattı. Hatta sevindirdi. Daha önemlisi Irak krizi arifesinde ABDyle