Krizden bu yana cari denge sorunu yaşanmıyordu. Daha dorusu ya açık yoktu ya da açık finanse edilebilecek boyuttaydı. 2001 yılında yaşanan müthiş daralma sonucu cari işlemler dengesi 3.4 milyar dolar fazla vermiş, ancak 2002 yılında ekonomik canlanmayla birlikte cari işlemler dengesi 1.5 milyar dolar açık vermişti. Bu pek sorun değildi. 2003 yılında ise büyümenin sürmesine bağlı olarak cari dengedeki açık büyüdü; 6.6 milyar dolar oldu. 2003 yılının pembe ortamında bu finanse edilebildi. Çünkü dünyada faizler düşüktü, bizde de olumluya doğru hızlı bir gidiş gözleniyordu.Ancak şimdi işler değişti. Bu yıl cari işlemler açığının 11 milyar dolara çıkması bekleniyor. Yani neredeyse ikiye katlanıyor. Gerçi milli gelir (300 milyar dolar) içinde bu sadece yüzde 3.7si edecek, ama yine de boyut büyük. Malum, cari açık milli gelirin yüzde 5ini geçerse o ülkede mali kriz olasılığı belirebiliyor. Çünkü açığın finansmanı sorun oluyor. Tabii özellikle ciddi bir borç ve içeride sıcak para varsa. Sıcak paranın aniden çıkışı, açığın finansmanının geçici çözüm olduğunu göstermiş oluyor. Bu yılın cari açığı da finanse edilebilecek boyutta. Ancak 2000 yılının cari işlemler açığının da finanse
Aşağıdaki ilk tabloda yılın ilk 5 ayında geçen yıla göre ithalatın yüzde 47 arttığı gözleniyor. Böylece dış ticaret açığı (geçen yıla göre) yüzde 91 büyümüş. Tüketim mallarındaki artış ise yüzde 110u, sermaye mallarında artış da yüzde 88i buluyor. Ara - mallarındaki ithalat ise yüzde 31 kadar. Bu rakamlar çok açık biçimde iç talepteki canlılığı ve bunun sürmesi beklentisiyle yatırım eğilimini gösteriyor. Ancak ara - mallarındaki daha düşük oranlı artış, henüz her dalda üretim artışı olmadığını gösteriyor. Büyüyen bir ekonomi ithalatı artırıyor. Üstelik talep canlıysa fiyata bakılmaksızın mal satın alınıyor. Ve hızlı ithalat artışı ciddi bir dış ticaret açığı da yaratabiliyor. Ancak bu büyümenin kaçınılmaz bir sonucu. İkinci tabloda yılın ilk 5 ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 40tan fazla artan ithalat fasılları gösteriliyor. Gıdadaki artış iç tüketimdeki canlılığı net biçimde gösteriyor. Yine kıymetli maden ve taşlardaki (altın gibi) yüzde 52lik artış da dikkat çekici. Demek ki, bu yıl 1 milyar dolar daha fazla ithalat yapılacak. Bu rakamlar talebin daha çok gelir düzeyi yüksek kesimlerden kaynakladığını da gösteriyor. Baksanıza kıymetli maden talebi nereye varmış!Demir
Belli bir piyasada dengenin olması da tüm piyasalarda dengenin oluşması anlamına gelmez. Üstelik o kısmi dengenin sağlanmasında başka bir denge bozulabilir. Önemli olan, çoklu dengenin kalıcı olarak sağlanabilmesidir. Ve bu pek kolay olmadığı gibi, sadece teorik bir varsayım da olabilir.2001 krizinden hemen sonra gerek iç, gerekse dış denge birlikte sağlandı. Ancak 2003 yılının sonlarına doğru iç dengede başarı sürerken dış dengede bozulmalar gözlenmeye başladı. Özellikle cari işlemlerdeki bu bozulma önceleri pek hissedilmedi, çünkü dünyada faizler çok düşük düzeydeydi. Oluşan açık sermaye akımlarıyla finanse edilebildi. Ancak şimdi dünyada faizler yükselme eğilimine girince bu açığın finansmanı konusunda kaygılar oluşuyor.Mesela son birkaç gündür döviz kurunda bir yükselme gözleniyor. Bu, kurdaki yılın ikinci yukarı hareketi. Ve bunun birden çok nedeni görünüyor. Birincisi, bu ara ABDde açıklanacak bazı verilerin yarattığı tedirginlik pariteyi dolar lehine yükseltiyor. İkincisi de, bir miktar gelişmekte olan ülkelerden çıkış gözleniyor. Demek ki, kurdaki yükselmenin iki etmeni var: Parite etkisi ve yabancı alımları. Tabii bu arada IMF ile uzlaşmanın bir türlü sağlanamaması ve son
Çünkü aslında raydan çıkan sadece tren olmadı. Bu kazayla hükümetin raydan çıktığı ortaya çıktı. Sanki bu kaza şişirilmiş bir balonun tıpasını çekiverdi. Muhalefetin yapamadığını iktidar sonunda kendisi yapmış oldu. Zaten rahmetli anneannem "Bir insanın kendine yaptığını yedi düvel bir araya gelse yapamaz" derdi. İşte aynen öyle oldu.Bu iktidarın şimdiye dek kendi ürettiği iki politika oldu. Biri, iktidara gelir gelmez milletvekilleri lojmanlarının satılması ve milletvekillerinin halkın içinde oturma kararı. Diğeri de hızlı tren. İlk politika geçenlerde Meclis yönetiminin milletvekillerinin konut sahibi olabilmesi için özel bir kooperatif oluşmasıyla iflas etti. İkincisi de, "kökü bereketli" AKPnin muktedirlerinin kimsenin bir türlü beceremediği Ankara - İstanbul güzergahını iyileştirerek tamamlayıvermesi. Ya da öyle sanması. Acı kazayla bu ikinci uygulama da iflas etti. İnsan haliyle düşünüyor; bunlar köklerindeki bereketi konuşadursunlar, kendi kendilerine ne yapmaya kalksalar ağızlarına yüzlerine bulaştırıyorlar.İlla ki arkalarında ya IMF olacak, ya AB ya da ABD. Keşke bu konuda da arkalarında ABD desteği olsa da hata yapmasalar!Tren kazası ülkemiz için çok talihsiz oldu. Şimdi
Biraz daha açıklayalım: 205 milyar dolar olan borç, ortalama yüzde 10 faizle dönse (ki TLde reel faizler şu anda yüzde 18e yakın) yıl sonunda borç 220 milyar doları bulacak. Oysa gelecek yıl sonunda olasılıkla oluşacak olan 255 milyar dolarlık milli gelirin yüzde 6sı kadar bütçe tasarrufu 16 milyar dolar ediyor. Yani her yıl sağlanan bütçe tasarrufu borcu küçültmeye yetmiyor.İki tedbir görünüyor. Ya faiz dışı fazla yükseltilecek ya da reel faiz düşürülecek. Faiz dışı fazlanın artması için daha fazla fedakarlık istemek pek mümkün değil. Çünkü halkta takat kalmadı. Tek çare reel faizlerin düşmesi. Ancak bu da yüzde 6 - 7 gibi bir düzeye düşmeli ki, borç hızla küçülsün. Ve şu anda TLde reel faizler bu oranın en az 2.5 katı. Yani hükümetin bu gidişle borcu azaltması hayli zor görünüyor.Bilmem farkında mısınız, 2005te IMFye geri ödenecek borçlar yine erteleniyor. Diyelim ki, ertelenmesinden vazgeçildi veya aralıkta ABden ters bir karar çıktı. Borç dengesi ve dinamiği ne yönde gelişir? Reel faizler ne olur? Acaba sürekli IMFye olan borçlarımızı erteleyerek mi bu borcu çevireceğiz? İkincisi hangi süreyle mali disiplini sürdüreceğimiz konusu. Bir fedakarlık yapıyoruz. Geçmiş hükümetlerin
Verimlilik demek, daha az işçi, veya sermayeyle aynı üretimi yapabilmek ya da üretimi artırırken aynı emek ya da sermayeyle bunu başarabilmek demek.Aşağıdaki tabloda 2002de bir önceki yıla göre ikinci dönemde saat olarak yüzde 3lük bir verimlilik artışı olmuş. Ertesi dönem bu, yüzde 4.3e çıkmış. Yılın son döneminde ise bu yüzde 7yi aşmış. Bir başka açıdan da üretim, çalışan işçi sayısı itibariyle yüzde 6 tasarrufla yapılmış. Zaman zaman gittiğimiz yerlerde "Ekonominin iyiye gittiğini söylüyorsunuz, ama biz göremiyoruz" diyenler oluyor. Bu doğru. Ancak makro dengelerin giderek iyiye gittiği de gerçek. İşte dün açıklanan kapasite kullanım oranı: yüzde 84,5. Bu oran adeta bir rekor. Demek ki ya iç ya da dış talepte ciddi bir artış var. Ancak ekonomik büyüme iç ve dış talebin dışında verimlilik artışıyla da elde edilebiliyor. Şu anda elde edilen büyümede her türlü etmen var. Farklı dozlarda da olsa. I. DÖNEM II. DÖNEM III. DÖNEM IV. DÖNEM Yıl Üretimde çalışan sayısında Üretimde çalışılan saatte Üretimde çalışan sayısında Üretimde çalışılan saatte Üretimde çalışan sayısında Üretimde çalışılan saatte Üretimde çalışan sayısında Üretimde çalışılan
2002 kasım seçimlerinde biçare kalan iş alemi CHPye destek verse de AKPnin iktidara gelişini önleyemedi. Seçim sonrası bir şaşkınlık içine giren sermaye iktidarla çatışma içinde olamazdı. Nitekim uzlaştı da. Ancak bu uzlaşmada iki etmen rol oynadı. Biri, mevcut ekonomik politikalar sürdürülmesi, ikincisi de iktidarın gücü karşısında biat etme zorunluğu.İstikrar politikaları IMFnin arzuları doğrultusunda sürdürüldü. Sonuçlar da tatmin edici oldu. Enflasyon düşerken, büyüme yüksek seyretti. Ancak hükümetin işleri doğru götürdüğünü düşünenler, aslında IMF bayağı iyi götürüyor dese daha doğru olur. Hükümetin hangi politikası IMF dışında veya IMFye rağmen belirlendi ki?Şu anda nominal bileşik faizler yüzde 26 civarında. Oysa 12 aylık enflasyon beklentisi yüzde 8 civarında. Hatta dün açıklanan Yüksek Planlama Kurulunun yüzde 5lik 2005 TÜFE hedefi belirginleşince beklentiler belki de yüzde 6lara oturacak. O zaman da reel faizler yüzde 18 gibi bir rakamı aşacak. Peki, bu astronomik faizin nedeni ne olabilir? Bizim aklımıza öncelikle güvensizlik geliyor. Demek ki hala bir güvensizlik var. Ancak içeriye belli bir sıcak para girerse reel faizler makul hale gelebilecek.2005 şubatında IMF ile
Ancak o tarihte AKPnin tek başına iktidar olabileceğini düşünemiyorduk. Koalisyonların süreceğini sanıyorduk. Tabii seçim kararı alınıp, seçim yaklaştıkça AKPnin tek başına iktidara geleceği gözüktü. Bu belki de krizin en önemli siyasal sonucuydu. Toplum mevcut siyaset kadrosunu tasfiye ediyordu. Artık siyasetçiler krizle beraber şunu öğrendiler: Ekonomiyi kötü yönetmek kısa vadede sonuç verse de, eğer krize neden olursa tasfiye edilmelerine yol açıyor. Popülizm Rus ruleti gibi, bir gün patlıyor ve sahibini öldürüyor.Krizde vatandaşlar da bir kavramı doğru öğrendiler. Riskle getiri arasında bir ilişki var. Kriz çıktığında sağlamda olmak isteyenler, işler iyi giderse getiri de alamamış oluyorlar. Yani ne kadar ekmek, o kadar köfte. Gerçi sağlamcılar kriz sonrası artıyor ama sonra sanki riskler tümüyle kalkmış gibi davranılıyor. Bu da öğrenemediğimiz.Krizde vatandaşların ya da çalışanların öğrendiği bir başka konu da ücret kadar, iş güvencesinin önemi. Krizde çok kimse işinden oldu. Sağlam kuruluşlarda çalışanlar ise daha az işini kaybetti. Bunun önemi anlaşıldı. Üstelik çok yüksek ücret alanlar uzun süre işsiz kalırken, bazı kurumların neden aşırı yüksek ücret verdiği de