Midyedeki olası virüs ve bakteriden kaynaklanabilecek hastalıklarda ağır metal birikimi ve toksin kaynaklı zehirlenmeler başı çekiyor. Peki, ne yapabiliriz?
Marmara Denizi’ndeki müsilaj her ne kadar görünmez hale geldiyse de endişeler sürüyor. Özellikle deniz ürünü tüketenler, kirliliğin balık, midye, karides gibi deniz canlılarına sirayet edip etmediği hususunda kaygılı. Tabii midyede kaygı çok daha fazla. Denizi süzüp filtreleyerek beslendiği için birçok kişi midye yemekten imtina ediyor.
Diğer taraftan müsilaja çözüm de yine midyeyle aranıyor. Geçtiğimiz günlerde, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın denizi temizleyebilmek için Marmara Denizi’ndeki midye çiftliklerinin sayısını artıracağını öğrendik. Hatta bunun için proje çalışmalarına da başlanmış. Tabii o çiftliklerden çıkacak midyelerin, gıda olarak tüketilip tüketilemeyeceği önemli bir kriter. Zira son dönemde hem su bilimleri uzmanları hem de sağlıkçılar, midye tüketiminin önemli riskler taşıdığına dair net mesajlar veriyor.
Doğasında var
Midye ve benzeri ürünlerin tüketimine bağlı başlıca tehlikelere baktığımızda; midyedeki olası virüs ve bakteriden kaynaklanabilecek hastalıklar, ağır metal birikimi ve toksin kaynaklı zehirlenmelerin başı çektiğini görüyoruz. Zaten kirlilik yükü, midyenin doğasında var. Suyu filtreleyerek beslendikleri için alglerin ürettiği toksinlerle birlikte suda var olan bakteri ve parazitleri de bünyelerinde barındırıyorlar. Hatta midye kaynaklı salgınlar söz konusu. Özellikle norovirüs salgınlarında midyenin payı olduğunu raporlardan biliyoruz. AB Gıda Alarm Sistemi 2020 yılı raporu, midyeyle bağlantılı 50 norovirüs alarmı verildiğini belirtiyor.
Gıda Alarm Sistemi’nde son 1.5 yılda midyeyle ilgili 38 kayıt var. Kayıtlar, çoğunlukla virüs ve bakteri kalıntısı içerdiği için midyelerin tüketilmesinin yasaklandığını gösteriyor. 24 Ocak’ta Türkiye’den ihraç edilen donmuş midyede de, zehirlenmeye neden olan okadaik asit saptanmış. Deniz kabuklularında tespit edilen virüsler arasında, Hepatit A ile Rotavirüs de var.
Çok seven de az yemeli
Deniz ürünleri ve gıda güvenliğiyle ilgili araştırmalar yapan İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi’nden Prof. Dr. Nuray Erkan Özden de, midyenin riskli bir gıda ürünü olduğunun altını çiziyor: “Midye, bulunduğu ortamdaki kirlilik yükünü içinde barındırdığı için tüketirken temkinli olmamız ve mümkünse az tüketilmesi gereken bir gıda ürünüdür. Özellikle hamile ve çocuklar çok daha az yemeli. Çünkü midyede kaçak avcılık söz konusu. Eğer avcılığa açık olmayan bir alandan elde edilmiş bir ürün tüketime sokulduysa orada ciddi bir halk sağlığı riski doğmuş demektir. Hele ki, o midye ağır sanayi yükünün ya da bir kanalizasyon kaynağının çevresinden alındıysa orada olan tüm virüs ve ağır metaller midyede de çıkacaktır. O yüzden kalite güvenliğini sağlayan güvenilir tesisler ya da bakanlığın izin verdiği av alanlarından gelen midye tüketilmeli. Seven elbette yiyebilir ama tehlikeyi azaltmak için az yenmesini öneririm.”
Çiftlik midyesi
Nuray hocanın “güvenilir tesisler” olarak andığı midye çiftliklerini, son dönemde daha sık duyar olduk. Özellikle bazı midye restoranları ve büyük marketler, sattıkları midyeyi, bakanlık onaylı çiftliklerden geldiği için “Güvenli midye” olarak lanse ediyor. Hatta ürününü “organik midye” diye satan bile var. Midyenin organik olması mümkün olmasa da, çiftlik midyesinin diğerlerinden ne gibi farkının olduğunu rastgele ulaştığım bir midye çiftliğine sordum.
A, B ve C sınıfı midye
Çanakkale’de kara midye üreten Gelibolu Deniz Ürünleri firmasının yetkilileri, en önemli farkın analiz ve denetim olduğunu anlattı. Çiftliklerde ve Tarım Bakanlığı’nın avcılığa izin verdiği istasyon bölgelerinde hem su hem de midyeler belirli periyotlarla analiz edilirmiş. Her hafta biyotoksin 15 gün aralıkla da mikrobiyolojik analiz yapılıyormuş. Ağır metal analizinin ise 3 ayda 1 gerçekleştiğini belirtiyor, çiftlik yetkilileri. Ayrıca midyeler, yetiştiği suyun mikrobiyolojik yüküne göre de sınıflandırılıyormuş.
Su kalitesine göre eğer A sınıfı istasyondan geliyorsa midye, canlı olarak satılabiliyor. B sınıfı istasyondan hasat edilmişse, depurasyon denilen arındırma işleminden geçirilip hastalık yapıcı mikroorganizmaların bünyeden atılması sağlanarak canlı tüketim için satılabiliyor. C sınıfıysa, canlı satış yasak. C sınıfı tesisten gelen midyenin, direk ısıl işleme sokularak işlenmiş ürün halinde tüketime sunulabiliyor.
Çoğu kaçak
Türkiye’de 15 tesiste midye yetiştiriciliği var. Bu tesisler çoğunlukla bizim midyecilerde yediğimiz kara midyeyi üretiyor. Bakanlığın midye avına izin verdiği istasyonlarda, başta kara midye olmak üzere kum midyesi ve akivades gibi midyeler hasat ediliyor. Ancak bu istasyonlarda 15 Nisan ile 1 Eylül tarihleri arasında av yasak. İstasyon ve çiftliklerin dışından pazara ulaşan midyeler ise, ‘kaçak’ ya da ‘merdiven altı’ olarak adlandırılıyor. Pazarda kaçak midye oranının da bir hayli yüksek olduğu görüşü hakim. Çünkü ne çiftliklerin ne de av istasyonlarının kapasitesi, mevcut tüketime yeterli değilmiş. Tabii kaçak midyenin de daha çok sokaklardaki kayıtsız satışlara yansıdığı belirtiliyor. Çünkü işletme onay belgeli tesisler ve üretim izni olan midye restoranları, bakanlığa bağlı denetçilere sattıkları midyenin kaynağını faturayla göstermek zorundaymış. Eğer düzenli denetlenen bir restorandan ya da satış merkezinden midye yiyorsanız, daha güvenilir bir midye tüketmeniz olası. Ancak denetimin yetersiz olduğu noktada, güvenilirliğin de sarsılacağını unutmamak gerek.